Türkiye sinemasında McCarthy'vari 'kara liste' emareleri

Medyanın gözü önündeki “yıldız” oyuncuların bazıları şaşalı, bazıları trajik öykülerinden ibaretmiş gibi lanse edilegelen Hollywood tarihinin en karanlık veçhelerinden biri Soğuk Savaş’ın ilk döneminde devreye giren “kara liste” uygulamasıdır. Bu dönemde Komünistlere ve komünist sempatizanlarına yönelik “temizlik harekatlarından” Hollywood da nasibini almış, önce anti-Komünist soruşturmalarda Komünist Parti’yle bağlarına dair sorulara yanıt vermeyi reddettikleri için tutuklanan, çoğunu senaristlerin oluşturduğu, on sinemacı sözleşmeli oldukları yapımevleri tarafından tazminatsız olarak işten çıkarılmışlar, ilerleyen yıllarda da haklarında benzer iddialar veya şüpheler bulunan sayısız sinemacı yıllarca iş bulamama durumuyla karşı karşıya kalmıştı. İlk on sinemacı dışında herhangi bir liste veya listeler hiçbir zaman kamuoyuna deklare edilmemiş olmasına karşın sektörde “sakıncalı” sinemacılara dair el altından bir “kara liste” veya listeler oluşturulmuş olduğu ve sektörün ileri gelenlerinin bu doğrultuda tasfiyeci bir istihdam politikası uyguladığı aşikardır.


Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesindeki Sinema Genel Müdürlüğü’ne bağlı Sinema Destekleme Kurulu’nun önceki hafta açıklanan 2017 yılı sinema yapım destek kararı, Türkiye sinemasında da benzer bir uygulamaya yönelinmekte olduğuna dair güçlü emareler sunuyor. Daha önceki filmleriyle yurtdışındaki en prestijli festivallerde çok sayıda ödül almış bir yönetmen olarak rüştünü açık biçimde ispat etmiş bir sinemacımız olan Emin Alper başta olmak üzere kimi dikkate değer isimlerin başvurularının reddedilmiş olması bu kuşkuyu doğurdu. ‘Barış İçin Akademisyenler’ insiyatifine destek amacıyla ‘Barış İçin Sinemacılar’ adına yapılan bir açıklamanın altında imzası olan ve bu gerekçeyle haklarında soruşturma açılan sinemacılardan hiçbirinin proje destek başvurusunun, keza Kürt sorununa ve ayrıca LGBTİ haklarına dair hiçbir proje destek başvurusunun da kabul edilmemiş olması dikkat çekici. Bu kararların mağdurlarının da ifade veya ima ettikleri üzere, bu durumun ardında Destekleme Kurulu’nda çoğunluğu oluşturan sektör temsilcilerinin siyasal iktidara yaranma ve ayrıca bu vesileyle daha yetkin isimleri tasfiye edip kendilerinin bağlantılı olduğu isimlerin projelerine yer açma niyeti var gibi görünüyor. Ülkedeki genel gidişattan bağımsız düşünülemeyecek bu vahim tablonun değişmesinin parametreleri ülkedeki genel gidişatın tersine çevrilmesi mücadelesiyle bağlantılı olmakla birlikte bu vahim duruma işaret etmek ve Denetleme Kurulu’ndaki kararların adil ve saydam biçimde alınmasını talep etmek her sinemaseverin görevi olmalı.

John Wick 2

ABD ile aynı anda ülkemizde de dün vizyona giren John Wick 2 (John Wick: Chapter 2) son derece basit bir konuya (“emekliye” ayrılma arzusundaki bir suikastçi yeni bir “göreve” zorla itilir ve sonuçta ayrılmak istediği suç örgütüyle savaşmak durumunda kalır); derinleştirilmemiş karakterlere, vb sahip ama stilistik özellikleriyle öne çıkan ve bu yönüyle belleklerde kalıcı bir bir film. John Wick 2 etrafta polis, vd “kanun güçlerinin” hiç ama hiç görünmediği, hatta sanki suç örgütü üyeleri dışında kimsenin yaşamadığı, dolayısıyla tuhaf biçimde adeta “paralel evren” hissiyatı veren bir kent dokusunun yapılandırılmış olduğu, ardı arkası kesilmeyen dövüş ve çatışma sahnelerinin mükemmel bir kareografi üzerinden ve son derece gözalıcı mizansenler içinde cereyan ettiği birinci sınıf bir aksiyon filmi, açıkçası izlediğim en stilize Hollywood yapımı aksiyon filmi. Bir önceki John Wick filmi ile yönetmenlik kariyerine başlamadan önce sinemada aslen yıllar boyu dövüş sahneleri dublörü olarak çalışmış (ve bu arada Matrix filmlerinde –John Wick filmlerinde başrolü üstlenecek olan- Keanu Reeves’in dublörlüğünü de yapmış) olan Chad Stahelski’nin yönettiği film, son dönemin özel efektlere dayalı aksiyon filmlerinin tam zıddı: aksiyon sahnelerinin filme alınışı, kamera, ışık, müzik kullanımı ve kurgu sayesinde son derece stilize ama aksiyon edimlerinin kendisi aslında doğalcı (özel efekt temelli değil, en azından öyle görünmüyorlar). Bu açıdan, spagetti westernlerin yıldızlarından Franco Nero’nun John Wick 2’de konuk sanatçı olarak küçük bir rolde görünmesinin de teyit ettiği gibi, filmin esin kaynakları arasında bu ekol de yeralıyor. Ancak John Wick 2’nin spagetti western geleneğinin güncellenmesi olduğu söylenemez çünkü ‘Vahşi Batı’yı idealize ve romantize eden klasik Amerikan westernlerinden farklı olarak spagetti westernler İtalyan yapımı olmalarına karşın ironik biçimde bir zamanların Amerikan ‘Vahşi Batısı’nın daha realist bir temsilini sunuyorlardı. John Wick 2 ise fantastik (doğaüstü ve/veya bilim-kurgusal) hiçbir motif içermemesine karşın, yukarıda kaydettiğim üzere, neredeyse hayal mahsülü bir ‘paralel evren’ yaratmış gibi. John Wick 2, tabii ki toplumcu bir film değil, alışıldık anlamıyla “sanat filmi” de değil ama, kabul etmek gerekir ki, tam da sinemanın edebiyat ve tiyatronun etkilerinden arındırılmış, kendisine özgü görsel ve işitsel araçlarının maksimum yetkinlikte kullanıldığı bir tezahürü!..