TTB Kongresinin ardından okuma

Açıkçası, tarihselci yaklaşım, her konuda olduğu gibi, sağlık konusunda da sorunu kavramanın anahtarı gibi duruyor.      

Geçenlerde Türk Tabipleri Birliği (TTB) 74. Olağan Kongresini tamamladı. TTB’yi önemsiyorum; yöneticilerin siyasi görüşlerinin ve cemiyet aidiyetlerinin ötesinde, sağlık alanında sağduyunun sesi olup, topluma ve devlete inatla ve ısrarla doğruyu gösteren bir örgüt olduğu için. Pandeminin yoğun tartışıldığı günlerin üzerinden çok geçmedi; TTB’ye karşı çıkanlar bile doğru bilgileri, yorumları hep oradan almadılar mı? Çözümün TTB önerileriyle bire bir örtüştüğü her gün yeniden kanıtlanmadı mı? Pandemi sadece tekil bir örnek, sağlıkla ilgili yaptığı bütün açıklamalar için de aynı şeyler rahatlıkla söylenebilir. Bu söylediklerim elbette TTB Merkez Konseyi için; yerel tabip odaları bulundukları ildeki güç odaklarının etkisiyle hata yapabiliyor.

Neyse, kongrede ‘Emek Bizim Söz Bizim, Sağlık Hepimizin’ başlığı altında yapılan basın açıklamasında dokuz madde hâlinde talepler sıralandı ve bakarsanız, ki bence bakın, tümünün topluma daha nitelikli bir sağlık hizmeti sunumuna yönelik olduğunu göreceksiniz(1). Yani sanıldığı gibi, üyelerinin çıkarları değil, toplumun çıkarları ön planda. Sağlık çalışanlarının talepleri, ancak toplum çıkarlarıyla örtüştüğünde ikincil olarak dillendiriliyor. Hatta gerektiğinde kendi aleyhine olabilecek durumlar için bile harekete geçebiliyor. Örneğin yayınladığı ‘Malpraktis’ bildirgesi gibi. Malpraktis veya hizmet kaynaklı zarar; bilgisizlik, deneyimsizlik veya ilgisizlik nedeniyle hastanın zarar görmesi demek. Bu konuda sadece tutumunu açıkça ortaya koymakla kalmıyor, aynı zamanda Sağlık Alanında “Hizmet Kaynaklı Zarar”: Hekimler Ne Diyor? (M. Civaner, K. Yürür, K. Pala) isimli kitapla hem bir anket çalışmasının sonuçlarını sunuyor, hem de konuyu etraflıca tartışıyor. Elbette bunu kimi hastalıkların ya da tedavilerin doğasında olan sorun çıkma riskinden ayırt etmek gerekiyor. Örneğin, bazen kırıkların ne yaparsanız yapın kaynamayabileceği veya tiroit ameliyatlarında her yüz hastadan bir ya da ikisinde ses kısıklığı olabileceği ve bunların tüm önlemlere karşın engellenemeyeceği gibi.

KÜNYE: Sağlık Alanında “Hizmet Kaynaklı Zarar”: Hekimler Ne Diyor? Murat Civaner, Kızılca Yürür, Kayıhan Pala. Türk Tabipleri Birliği Yay., 2011. Satılmıyor, TTB’den istenebilir, TTB sitesinde pdf şekli var.

Kitapta 1294 hekimle yapılan ankette, zaman zaman hekimlerin cezalandırılma kaygısıyla korunmacı (defansif, çekinik) tıbba yöneldikleri yani kendilerini koruma kaygısıyla yüksek riskli hastalara hizmet sunmaktan kaçındıkları, ayrıca dava edilme olasılığını azaltmak için gereksiz tetkik istedikleri ortaya çıkmış.

Sonuçta TTB, hataya bireysel olarak bakılırsa, sonucun hatayı yapan kişiyi cezalandırması olacağını, tersine sistem sorunu olarak yaklaşılırsa hatayı doğuran koşulların düzeltilebileceğini söylüyor. Geriye dönük hata analizi yapılırsa, sorun ne kadar kişide ne kadar sistemde ortaya konabilir.   

Yeri gelmişken, TTB’nin yayınladığı çok sayıda kitap var; bunlar doğrudan TTB’den edinilebileceği gibi, birliğin internet adresinden de tümünün pdf şekline ulaşmak olası. Bence hiç olmazsa bir bakmakta yarar var.

TTB bildirisinde diğer bir önemli nokta da “Hipokrat’tan Agnodice’ye, Paracelsus’tan Trotula’ya, Rudolf Virchow’dan Elizabeth Garret’a sağlığın politikasını ve değerlerini üreten bir hekimlik geleneğinin devamı olan bizler mesleğimizin onurunu koruyabileceğimizi biliyoruz. Bunun mücadelesini veriyoruz.(1) denmesi. Belki de, TTB’nin tutarlılığının nedeni mücadelesini tarih içerisinde konumlandırabilmesi.

Bence günümüzün sağlık sorunlarını anlayabilmek için sağlık tarihine bakmak gerekiyor. Bu konuda rahat okunabilecek bir kitap olarak, TTB eski yöneticilerinden Nevzat Eren’in yazdığı Çağlar Boyunca Toplum Sağlık ve İnsan’ı önerebilirim. Aslında Eren bir tür uygarlık tarihi yazmış. Elbette kitap sağlık ağırlıklı ama yazdıklarının tam olarak bütünleştiğini söyleyemem. Ancak kitabın başında “Bu yapıt bir tür ‘alıntılar’ kitabıdır. Hazırlanışında ‘sıkılmadan, rahat okumayı sağlamak’ dışında bir amaç güdülmemiştir… Yazar, okurken haz aldığı yapıtları, okuyucuların da haz alması umuduyla bir araya getirmiş ve bazı yorumlar katmıştır.” diye bir not var. Gerçekten tam da böyle yapmış Eren ve bu yüzden bütünleşememiş, hatta birbiriyle çelişen düşünceler de var.

KÜNYE: Çağlar Boyunca Toplum Sağlık ve İnsan. Nevzat Eren. Somgür Yay., 1996. Sahaflarda 100-120 TL arası.

Dediğim gibi, bir tür uygarlık tarihi Eren’in yapıtı. Böyle olunca sağlık dışı konular da önemli yer tutuyor. Örneğin, balık tutmakla ateşin bulunuşunun aynı döneme denk gelişinin vurgulanması önemli çünkü bu sayede sahilleri ve ırmakları izleyerek yayılmanın gerçekleşmesi anlamlı hâle geliyor. Bunun yanı sıra “orta çağ” ismini İtalyanların Eski Yunan’la Rönesans arası dönemi bir anlamda ‘yok saymak’ amacıyla ortaya attığı; Doğan Avcıoğlu’na atıfla, Türklerin daha az vergi ödemek için İslamiyet’i kabul ettiği, sünnete olan itirazlarına Halife’nin razı olduğunu, vergi gelirlerinin azalması üzerine her yıl ancak belirli sayıda Türkün Müslüman olabileceğine karar verildiğini anlatıyor. Bunları aktarmamın nedeni, gerçekten eğlenceli bir kitap olduğunu gösterebilmek.

Diğer yandan elbette sağlık tarihi de sürüyor. Biraz önce bahsettiğim ‘malpraktis’ konusuyla bağlantılı olarak Hammurabi yasalarındaki hata yapan hekimlere uygulanan yaptırımlara karşın, M.Ö. 400 civarında İran’da hekim olmak isteyenlerin bir kurulun denetimi altında en az üç hastayı iyileştirme zorunluluğu getirilerek yani yetkin kişilerin hekimlik yapmasına izin verilerek, bir anlamda hata engellenmeye çalışılmış.

Tıbbın gelişimi sanıldığının aksine Eski Yunanistan’da değil İyonya’da (Anadolu) olmuştur. Platoncu görüşe göre önemli olan insanın erdeme ulaşması olduğu için, dünyevi işler, bu arada hasta tedavisi de, küçümsenmiştir. Böyle bakıldığında Hipokrat, Galen gibi hekimlerin İyonya’dan çıkması şaşırtıcı olmayacaktır.

Sonrasında egemen olan İslam hekimliği yaratıcı olmaktan çok yineleyici ve sınıflandırıcıdır. Elbette sınıflandırma önemli bir bilimsel ilerlemedir ve bu şekilde Doğu’daki gelişmeler biçimlendirilmiş, deyim yerindeyse “al, kullan ve geliştir” dercesine Batı’ya aktarılmıştır. İslamiyet’te insan bedeninin kutsal kabul edilmesi, otopsiyi engelleyerek en önemli atılımları yapma şansını kaybettirmiştir. İlginçtir, dünyadaki ilk hastane 369’da Kayseri’de kurulmuş, ancak kurucuları Hristiyanlardır (Saint Basil Hastanesi).

Tıp tarihinin en önemli kişilerinden birisi hiçbir buluşu olmayan, 18. yüzyılın başlarında yaşamış olan Hollandalı hekim Herman Boerhaave’dir. Hiçbir buluşu olmamasına karşın pozitif bilimlerdeki gelişmeleri tıbba ve tıp eğitimine aktararak çok önemli bir iş yapmıştı. Bahsettiğim gelişmeler sadece biyolojidekiler değildi; fizik, kimya, matematik onun sayesinde tıpta kullanılmaya başlanmıştı. Sonrasında Morgagni’nin patolojiyi, Hunter’ın cerrahiyi tıbba dâhil etmesi sadece tıpta ilerleme sağlamamış, aynı zamanda bilimin pratikte kullanımını göstererek geniş kitleleri bilimle ilgilenir hâle getirmiştir. Öyle ki, 18. yüzyıl sonlarında hekimler dışında sadece fizikçi veya kimyacılar değil; din adamları, soylular, politikacılar da tıpla ilgilenmişler ve önemli buluşlar da yapmışlardır.

Nevzat Eren’in kitabı kendi deyimiyle okura “haz” veriyor ama son sayfaya gelindiğinde tıp tarihinin Türkiye ayağı eksik kalmış oluyor. Bedi N. Şehsuvaroğlu’nun yazdığı İstanbul’da 500 Yıllık Sağlık Hayatımız bu açığı kapatmak için düşünülebilir. Ağırlıklı olarak hastaneler ve tarihçeleri üzerinden giden kitapta İstanbul Sağlık Müzesinin kuruluşuyla ilgili ayrıntılı bilgiler de var. İlgimi çeken akıl hastanelerinin kuruluşu oldu. İstanbul’da sivil hastaneler çoğalmaya başlayınca, eski binalar akıl hastalarına ayrılmaya başlamış ve daha sonra kullanıldığı anlamıyla şifahane ve tımarhaneler ortaya çıkmış.    

KÜNYE: İstanbulda 500 Yıllık Sağlık Hayatımız. Bedi N. Şehsuvaroğlu. İstanbul Fethi Derneği Yay., 1953. Sahaflarda 95-180 TL arası.

Türkiye sağlık sistemi ile ilgili pek üzerinde durulmayan konu da köy sağlık memurları. Şöyle anlatayım, 1940’larda Köy Enstitülerinin bir de az bilinen sağlık bölümü vardı. Amaç, sadece köyde çalışacak ve özellikle koruyucu sağlık hizmetlerini yerine getirecek insanlar yetiştirmekti. Kapatılıncaya kadar 1500 civarında sağlık memuru mezun olmuştu. Yaşama hiç geçirilemedi ama mezuniyet sonrası Yüksek Kısıma gidip, köy hekimi olmaları planlanmıştı. Önemliydi çünkü aynı yıllarda Çin, ‘çıplak ayaklı doktorlar’ projesiyle ciddi bir atılım yapabilmişti.

İşte bunlardan birisi, Muhsin Civelek, Arifiye Köy Enstitülü Sağlık Memurunun Anıları kitabında eğitim ve memuriyet süresince yaşadıklarını anlatıyor. Bu öğrenciler önce öğretmen olacakmış gibi Köy Enstitülerine giriyorlardı. Üçüncü sınıfı bitirdikten sonra isteyenler, biyoloji ağırlıklı bir sınavla sağlık bölümüne geçebiliyordu.

KÜNYE: Arifiye Köy Enstitülü Sağlık Memurunun Anıları. Muhsin Civelek. Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Yay., 2014. Yaygın dağıtımı yok, dernekten istenebilir, 35 TL.

Civelek kitapta sağlık çalışmalarından çok enstitüdeki ilk yıllarını anlatıyor; ‘Âşık Veysel’le olan anıları veya enstitü müdürünün hakkındaki ‘para yiyor’ dedikoduları üzerine tüm okulu toplayıp, hesap vermesi daha akılda kalıcı. Ancak kendisi ve arkadaşlarının köylerde yaptıkları önemli işlerin başında tuvalet inşa etmenin gelmesi, hem ülkenin o günkü durumunu, hem de köyde çalışacak sağlıkçılara ne denli gereksinim olduğunu gösteriyor.

Ben de yıllar önce, asistanlığım sırasında Bulgaristan’dan gelen sağlık memurlarıyla çalışmıştım. Gerçekten bilgi ve becerileri ama özellikle sağlığı algılayışları çok iyiydi. Anladığım kadarıyla Bulgaristan yeterli hekim sayısına ulaşana dek sorununu böyle çözmüştü.

Neyse, TTB kongresinden başlayıp, Bulgaristan’a kadar geldik. Açıkçası, tarihselci yaklaşım, her konuda olduğu gibi, sağlık konusunda da sorunu kavramanın anahtarı gibi duruyor.      


(1)https://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=b56aa63c-f46f-11ec-95f3-d3fc78638675