'Top ense, altı oklu beyaz kravat ve sivilceler'

“Gidecekler” diye seslenenler, yerine gelecek olanı söylemiyorlar ve bizler, söylenmeyeni karşı karşıya kaldığımız iktidar zorbalığının kenarına iliştirdikleri açıklamalardan anlıyoruz.

Anladığımız ise gidecek olanın aslında gitmeyeceği ve diliyle, ruhuyla başka bir bedene girip kendisini yaşatacağı.

O beden, Nazım’ın şiirinde yarattığı bir küçük karaktere dönüşüp, “top ense, altı oklu kravat ve sivilceler”i ile “gel gel” diye el sallıyor.

Eşyayı ismiyle çağırmak gerekirse, karşımızda devlet pezevenkliği rolünü üstlenmiş bir düşkün siyaset var ve o düşüklük, yağma ve talanı, “beka” ile şerbetleyip, kendisine inanmaya mecbur kalmış, çaresizlik ile kıvranan milyonlara, yalanlarını elma şekeri kıvamında sunuyor.

Bu yanıyla, “AK Parti ne yapmak istedi de CHP engel oldu” sözü, bu ülkenin başına her türlü kötülüğü ören ve her sıkıştığında “beka”, “bölünmez bütünlük” “milli ve yerli siyaset” çığırtkanlığı ile bayrak sallayan iktidarın, nasıl ayakta kaldığını anlatan müthiş bir itiraftır. Elma şekerinin nasıl zehirli olduğunu anlatan bir itiraf.

“Ülkenin çıkarları” diyerek her soruyu, şüpheyi, itirazı suskunluğa çeken o zihni sinirlik, artık her köşeye sirayet etmiş durumda. 

Ana muhalefet ve çeperinin, her keskin dönemeçte iktidarı elinden tutup, düzlüğe çıkarmasına, “bir bildikleri vardır” diyerek, sineye çekilenleri ve halı altına süpürülenleri bir araya getirsek, iktidarın neden ve nasıl herkesin ensesinde boza pişirebildiğini anlayabiliriz. Herkes kendi bahanesinde bulabilir bunu.

Anlarız ki, iktidarı ayakta tutan şey kendi başarıları değil, aksine ana muhalefetin herkese hazır bahaneler verip, sistem içi rollerine uygun pozisyon aldırabilmeleri.

Boğaziçi öğrencilerinin başına çöreklenen iktidarın, “dini kutsallarımızı çiğnediler, sapkınlar, provakasyon” höykürmesiyle, tüm zorbalığını, hak, özgürlük, demokrasi diyen herkesin üstüne püskürtmesi çok tanıdık elbette. Peki, hemen yanında beliren ana muhalefetin, geniş yanaklı, proteinli sözcüsünün ağzında parlayan, devlet kaplamalı dişleri ile aynı sözlere sarılıp, öğrencilere girişmesine ne demeli?

Gencecik insanların, en meşru ve en demokratik eylemlerine, taleplerine pusu atan iktidarın yakasına, “kutsal değerlerimiz” nişanı takıp, keşfettikleri o “Anadolu irfanı” kasaba sağcılığı “aman ürkmesin” diye, iktidardan daha hızlı, İslamcıdan daha cevval, trol lümpenlerden daha aktif refleks göstermesine ne demeli? Haklısınız, “Hakikat, şu acı hakikat” evet.

Ve ilk defa mı karşılaşıyoruz bu koştur koştur yanlamalarına?

Tüm savaş tezkerelerine kalkan eller, iktidarın şoven politikalarını besleyip, üzerinde istediği gibi el yükseltip, dediğim dedik, kestiğim kestik bir gücü sağlamadı mı?

Dokunulmazlıkların kaldırılması için “anayasaya aykırı ama evet” diyerek kalkan eller, kayyum siyasetinin önünü açmakla kalmayıp, iktidarın eline, yüzlerce siyasetçiyi ve en etkili muhaliflerini cezaevlerine doldurma gücünü vermedi mi?

Ülkenin dış siyaset düzeyini, mahalle kabadayılığı seviyesine çekilmesinden hem şikâyet edip, hem de dışarıdan gelen tepkilere “kimse Türkiye Cumhurbaşkanı’na böyle diyemez” diyerek, kraldan daha kralcı davranıp,  dış politika sefaletinin arkasına dizilip, “Erdoğan Türkiye’dir” mesajlarını kürsülerden savurup, kitlelerin gözünde “dünyaya meydan okuyan Erdoğan” algısına can vermediler mi?

Tüm toplum, güçlendirilen bu algının altında hala manipüle edilip, yönlendirilmiyor mu?

Yani,

“Gidecekler”  diyerek, davet ettikleri yerin, ne menem şey olduğunun tüm verileri var elimizde.

İktidarın cadı kazanına koştur koştur odun taşıyarak, ateşi körüklemelerinin tek sebebi,  yatırımcısı oldukları sağcılığın bunu talep etmesi.

Biz de kasabalıyız, biz de nobranız, biz de sağcıyız, Müslümanız, Türkçüyüz, Milliyetçiyiz, dindarız, ülkücüyüz, lümpeniz demenin hiçbir fırsatını kaçırmıyorlar bu yüzden.  

İktidar neyin üstünde yükseldiyse, yükseliyorsa ona talipler ve talip oldukları her şey bizim celladımız.

Kapımıza çarpı işareti koyuyor talip oldukları şey.

Talip oldukları şey, kadınları öldürüyor, tecavüzcüleri aklıyor, çocukları, hayvanları, doğayı katlediyor, farklı düşüneni linç ediyor, bombalarla paramparça edilenleri yuhalıyor, talanı alkışlıyor, beton seviyor, asfalt seviyor ve güç seviyor ve insafsız ve vicdansız…

Talip oldukları şey arsız, utanmaz ve ne kadar tükürürsen tükür yüzüne “yarabbi şükür” diyor.

Talip oldukları şey yolsuz, hırsız, omurgasız ve de onursuz.

Böyle olmasa, üniversitelerine iradeleri yok sayılarak atanan kayyum rektöre karşı, inatla demokratik iradelerini ortaya koyan pırıl pırıl öğrencileri yalnız bırakıp, atmazlardı iktidarın ağzına.

Nefret suçunu üstlenip, ortaklaşmazlardı canavarla.

En önce kürsüye koşup, “insanlığın mukaddes değerlerine yönelik hiçbir saldırıyı ve aşağılamayı kabul etmeyiz” diyerek, “suçlu” olarak işaretleyip, gözaltına alınan gençlerin sırtını çarpılayıp, yem etmezlerdi kurda, çakala.

O inat eden iradeyi sevmiyorlar.

Çünkü o irade sağcı değil, şoven değil. Arsız, hırsız, utanmaz değil.

Ve en önemlisi;

Ortaya koydukları inatlarını, cezaevine sürüklenirken bile “bundan sonrası sizde” diyerek devreden bir bilince sahipler ve bu çağrı aynı zamanda bir yüzleşme çağrısı.

“Top ense, altı okka kravat ve sivilceler” işte bu yüzleşmeden korkuyorlar. Yüzleşenler, iradelerini, umutlarını, hayallerini “beka” diyerek kapılarını çalanların, suratına çarparlar çünkü.

Hadsiz bir siyasete, haddini bildirecek bir irade yaratılamadığı sürece, o utanmazlık paçamıza yapışıp, bizimle her yere girip çıkacak ve her girdiği yere arsızlığını bırakacak.

Solun üzerine oturup, sağcılığın tüm garabetini üzerine giyinenlere “hayır” demedikçe, esiri olacağız.

Paçalarımızı silkeleme zamanı geldi de geçiyor bile.