Tiyatro aynı, nakarat aynı…

Dün Erdoğan, bugün de Davutoğlu Alevilerin aklıyla alay etmeye devam ediyorlar!

“Dersimli kardeşlerime müjde vereceğim, Alevi sorunları konusunda radikal adımlar atacağız” laflarından çıka çıka müze ve isim değiştirme sözü çıkıyor!

Kışlanın müze olması müjde oluyor!

Bütün ziyaretlerin yolunun yapılacağının açıklanması da, Tunceli üniversitesinin adının Munzur olacak olması da…

Eşit yurttaşlık ve zorunlu din dersin kaldırılması konusunda “tık” yok! Kamuda Alevilere karşı ayrımcılık yapılmayacakmış, liyakat öne çıkacakmış…  Cemevi konusunu ise Alevi örgütleriyle konuşacakmış. Sanki gizli saklı bilinmeyen başka bir talep varmış gibi!

Tarihi ve sayısı değişse de, tiyatro hep aynı, nakarat da hep aynı! Belki de bu yüzden bütün gelişmeleri Okmeydanı Cemevi Başkanı Zeynel Şahin Cumhuriyet Gazetesi’nin “Derdim çoktur hangisine yanayım” başlıklı yazı dizisinde 'AKP'nin Alevi açılımında güzel sözler var ama haklarımız yok' diye çok güzel özetlemiş…

Bunların derdi taleplere çözüm bulmak değil… Baksanıza, Davutoğlu, Hacıbektaş’ta da, Dersim’de de konuyu eviriyor, çeviriyor mistik bir dille Aleviliği İslam açısından açıklamaya çalışıyor. Dert Alevi taleplerine çözüm arama olmayınca, Davutoğlu buradan uzaklaşıyor, durumdan vazife çıkarıyor ve kendine göre bir Alevilik tarifi ile “yeni bir Alevilik” yaratmaya çalışıyor.

Cumhuriyet Gazetesi’nin yazı dizisinde yazdım, bunun nedeni aslında çok açık…

İster “devlet aklı”, isterseniz “Sünni aklı” deyin, Osmanlı’dan bu yana bütün siyasal iktidarlar Alevilere ilişkin politika üretirken, teolojik referansları hep Sünnilik olmuş, her daim Aleviliği Sünniliğe benzetmeye çalışmışlardır. Siyasal, sosyolojik ve hukuki gerçekler asla dikkate alınmamış, bu gerçekler bugün olduğu gibi sürekli inkar edilmiş, gerçeklerin yalnızca lafı edilmiştir…

Çünkü sisteme akıl veren “Sünni Ulema” ve “Sünni refleks” esas itibarıyla Alevileri dinden çıkmış sapkın insanlar, Aleviliği de sapkın bir inanç olarak görmektedir. “Sünni aklın”kafasındaki Alevi sorunu esas itibariye “Alevileri imana getirme” Sünnileşmiş bir Alevi yaratma sorundur! 16. Yüzyıldan bu yana yaklaşık 500 yıl “sapkın” ve “İslam dışı” olarak görülen Alevilerin, kentleşmeyle birlikte görünür olmaya ve güç olmaya başlamaları devlette taktiksel değişiklikleri beraberinde getirdi.

Dün devlet tarafından İslam dışı görülen Aleviler, bugün ise kontrol altına alınmak, “ehlileştirilmek”için parmak sallanılarak, korkutularak “İslam içi” görülmeye ve gösterilmeye çalışılmaktadır. Çünkü onlara göre, Alevilik ve Aleviler İslam dışı olursa, solculaşır, düzene muhalif olmaya, Gezi gibi eylemlerin asıl katılımcısı olmaya devam ederler. “Alisiz Alevilik” balonunu bir yanı bu, diğer yanı ise Cemevi.

AKP “Alevilerin has Müslüman” olduğunu anlatarak, Cami dışında Cemevi’nin ibadethane olmasının önüne geçmeye çalışıyor. Eğer Aleviler kendi çizdikleri çemberin içinde olurlarsa, pekala Cami onların da mabedi olabilir. Cemevi de zikir ya da kültür evi! Hesap bu! Bu yüzden devletin “Sünni aklı” Alevilerin neredeyse istisnasız tamamı, “bizim ibadethanemiz Cemevidir”dedikçe, “İslamda bir tek ibadethane, bir tek mabet vardır, orası da camidir, mescittir”cevabını vererek, klasik çağrısını yenilemektedir: “Ey Aleviler, eğer Müslümansanız camiye gelin!” Bu yüzden de ortalık Alevilerin ne kadar Müslüman olduğu laflarına boğulmuş durumda. Ağzını açan Kerbela diyor,

Hz. Hüseyin, Hacı Bektaş, Pir Sultan diyor… Alevilerin klasik Sünni İslam çizgisi dışında, camiye gitmedikleri, camide namaz kılmadıkları, Ramazan orucu tutmadıkları ise duyulmak bile istenmiyor… 

Diğer yandan, Alevi örgütlerinde olmasa da “Ali’siz Alevilik” tezi var ve yer yer tartışılıyor. Erdoğan da, Davutoğlu da bu tezi ısıtıp ısıtıp gündeme taşıyorlar…

Oysa böyle bir tartışmadan daha doğal ne olabilir? Nasıl ki, Sünni İslamda IŞİD’den Müslüman Kardeşler’e, Suudi Arabistan’dan Türkiye’ye kadar yüzlerce farklı yorum varsa, Alevilerde de olacaktır. 

Cemevi sorununun çözülememesinin asıl nedeni de bu yaklaşımlarda yatmaktadır. İşine her geldiğinde yasalarla oynamayı bir alışkanlığa dönüştüren AKP’nin “Tekke ve Zaviyeler Yasası”nın arkasına sığınması da bu anlamıyla taktiksel bir hamledir.

İktidar inanç özgürlüğü meselesine böyle yaklaşınca sorunun asıl kaynağının da önünü kapatıyor. Örneğin bu ülkede Alevilerden kaynaklanmış tek bir sorun olmasa da konu “Alevi sorunu” olarak tartışılıyor. Oysa, esas itibariyle mevcut sorun bir “Alevi sorunu” değil, bir “Sünni sorunudur”! Çünkü, ortadaki bütün sorunlar Sünni egemen sistemin kendi yarattığı sorunlardır: Eşit yurttaşlık hakkı da, Cemevi statüsü de, zorunlu din dersleri de, Madımak da sistem tarafından yaratılmış sorunlardır… Bu nedenle orta yerde bir Alevi sorunu yoktur, egemen bir Sünni sorunu, daha farklı bir ifadeyle bir sistem sorunu vardır!

26 Kasım 2014, İstanbul