İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği'nde, bu hafta tazminatlar konusunu tartışmak istiyorum. Geçen haftaki gibi yine soruyla başladık, evet iş cinayetleri sonucunda ölümler veya yaralanmalar, sakatlanmalar sonucunda esas bedeli kim ödemektedir? Parasal olarak, gerekli önlemleri almayan sermaye sınıfı, acaba tazminatlarla bunun bedelini acı bir şekilde öder mi? Yanıtı başından verelim, hayır ödemez! Bu kadar basit mi? Yanıt kısa ve net, ama ayrıntılandırmak önemli...
Önce Soma Katliamı ile başlayalım. Tamamen, medyanın yalancısıyım, diyorlar ki, 2012 cirosu 300 milyon TL olan şirketin 2014 ciro hedefi ise 700 milyon TL idi. 5 bini yer altında olmak üzere toplam 5 bin 500 çalışanı bulunan şirket son dönemde gayrimenkul yatırımları ise dikkat çekmiş. Soma Holding'in sahibi Alp Gürkan'ın oğlu Can Gürkan'ın başında olduğu Soma İnşaat, Maslak'ta 47 katlı ofis rezidans projesi Spine Towers'ı yapıyor. Aynı firmanın Kartal'da da AVM ve ofis projesi bulunuyor.
Soma İnşaat CEO'su Mehmet Özdemir şunları anlatıyor: "Katar ve Soçi'de iki büyük projede, iki büyük ortaklıkla ihale sürecinden. Katar'daki hükümete ait, 220 milyon dolarlık bir iş. İhaleye hazırlanıyoruz. Biri 77, diğeri 55 katlı iki yüksek yapı. Yeterlilik aldık. Sunumlar ve mimari çalışma yapılıyor. Soçi'de olimpiyat köyü içinde Rus firmayla ortak ihale içindeyiz. Nihai fiyatımızı vermedik. Toplamda 600 milyon dolarlık birinci etabın 180 milyon dolarlık bir ihalesi. Katar'da, gerçekçi olursak çok fazla paylaşım olmayacak, İngiliz ve ABD'li firmalar paylaşmış görünüyor. Türk firmaların Rusya'da bilinirliği daha fazla. Katar'ı iş için seviyoruz ama önümüzdeki dönemde global inşaat sektörüne Çin, Hindistan başka olmak üzere Asya Pasifik ve Latin Amerika öncülük edecek. Orta ve uzun vadede hedeflediğimiz coğrafyalar bunlar"
İsterseniz burada duralım. Yukarıda belirtilen sayılara dikkat etmenizi rica ediyorum öncelikle. Şimdi de aşağıdaki rakamlara bir bakın lütfen (bilgileri en iyimser tahminle veren yandaş medyadan aldım, özellikle altını çizeyim):
"Soma Holding, %100 kusurlu bulunması halinde yaşamını yitiren 301 işçinin 10 bin 535 yıllık primi kadar borçlanacak (şirkete, ayrıca tazminat davası da açılabilecek o ayrı). Ölümlü bir kazanın neden olduğu iş gücü kaybı, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) standartlarına göre 7 bin 500 gün olarak hesaplanıyor. ILO’ya göre bir işçinin hayatı boyunca 25 yıl çalışacağı öngörülüyor, her yılda 300 işgünü olduğu kabul edilerek bu rakama ulaşılıyor. Bu da Soma’da yaşamını yitiren 301 işçi için 7 bin 525 yıllık prim gününe denk geliyor. Hayatını kaybeden bir işçinin bu kadar daha çalışabileceği öngörülüyor. Ancak SGK’nın ortalama çalışma standartları bundan da yüksek. Edinilen bilgiye göre üniversitelerden yaşam istatistiği bilgisi alan SGK, yakın zamanda verdiği bir kararda, bir işçinin çalışabileceği ortalama süreyi 35 yıl olarak aldı ve ölen işçilerin yakınlarına ona göre ödeme yapılmasını istedi. Bu da 10 bin 500 prim gününe ve toplamda 10 bin 535 yıla karşılık geliyor. Bu hesaplamalara göre, işçilerin toplam 300 - 350 milyon lira arasında bir tazminat alabileceği belirtildi."
(Akşam, Sabah ve pek çok haber sitesinde hemen hemen aynısı çıktı bu ifadelerin...)
İşin özeti, 2012 yılı cirosu kadar bir miktarı, peşin olarak değil tabii ki, 301 işçinin ölümü karşılığında vereceğini söyleyebiliriz. Türkiye tarihinin en büyük işçi katliamından söz ediyoruz üstelik! Neyse, derdimizi biraz anlatabildiysek, işin derinlemesine inelim, ne dersiniz?
Tazminat mücadelesi mi, sınıf mücadelesi mi?
Tazminatlara tamamen odaklanan, işin "ceza" kısmına odaklanmayan bir işçi sınıfı mücadelesi, yıllara yayılan tazminat davalarıyla zaman kaybedebilir ve bu ödenen cezaların ciddi anlamda sermayeye yük olmadığı bilinmelidir. Bu tazminat davalarının caydırıcı olmadığı da söylenmelidir. Caydırıcılık yerine ikna edicilik devreye girer. Geçen haftaki yazımda buna değinmiştim. "Üretim" ve "İş Güvenliği" bir arada bulunabilir, birbiriyle uyumlu bir şeklide devam edebilir, birbirini olumsuz yönde değil, olumlu yönde etkiler vs. vs. gibi söylemler hem ikna etmeye dönük söylemler olacaktır. Bu söylemler, iyi kötü alınan tazminatlar, ödenen kan paraları ve benzeri ile birlikte düşünüldüğünde ise, ölüm ve yaralanmalara neden olan sistemi radikal bir şekilde sorgulamanın yerini, tazminat taleplerinin yılmaz savunucusu olan sendikacılar almaktadır. "İşçinin hakkını sonuna kadar savunmak ve almak"... Evet, pek çok büyük (Soma) katliam sonrası, işin doğrusu yasal sınırlar zorlanarak "işçinin hakkı" alınır... Peki bu durumun sonucu ne olmaktadır: "Allah razı olsun, işverenimiz bizi mağdur etmedi", "kocamın ölümü sonrası valla mağdur etmemek için ellerinden geleni yaptı şirket" gibi söylemler bizzat benim tarafımdan da tanık olunan, genel bir durumu göstermektedir. "Kaçınılmaz kaza" sonucu "bu durumu hiç de istemeyen iyi niyetli işveren", kazazedelerin yakınlarını "kesinlikle mağdur etmemiş", "elinden geleni yapmıştır"... Öte yandan Türkiye'deki sosyal sigorta sisteminde, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ölüm veya yaralanma sonrasında, ölüm geliri veya aylığı, sürekli iş göremezlik geliri veya malullük aylığı gibi ödeme mekanizmaları tepkileri soğurma anlamına gelmektedir. Ölüm ve yaralanma sonucu en fazla uğraşılan konu, bu tazminatların peşine düşmek olmaktadır. SGK da zaten rücu davası açarak, kusuru oranında sermaye sahibinden ödediği miktarları geri alır, sermaye sahibi ile emekçi karşı karşıya gelmez, devlet tam anlamıyla araya girer ve "kaza" sonrası ortamı "düzenler"...
İş kazalarından doğan tazminatla ilgili şu husus da söylenmelidir: Tazminat mekanizmaları üzerinde çok fazla duran bir sınıf mücadelesi, işçi sınıfının karşı karşıya kaldıkları riskler konusunda yetersiz bir bilinç kazanmasına yol açacaktır. Zira her türden tazminat talebi, söz konusu iş kazasını bireyselleştirir ve dava sürecinde yaralanma veya ölüme neden olan faktörler yalnızca taraflar arasında kalır ve mücadeleye taşınmazsa, sınıfın kolektif aklına bir katkıda bulunmaz. Genel bir bakış açısı şarttır ve bu bakış açısı işin nasıl organize edildiğini (kapitalist iş örgütlenmesi) tartışmak, bunun da iş kazaları veya meslek hastalıklarına nasıl yol açtığını, neden sonuç ilişkilerini ortaya koymak zorundadır. İşçi sınıfının mücadeleleriyle kazandığı tazminat hakkı, salt parasal saiklerle ele alındığında işyerlerinde güvenli ve sağlıklı koşulların oluşmasına katkıda bulunmaz, elimizde kala kala tek bir argüman kalır "önlemek ödemekten daha ucuzdur" ve bu argüman sermayedarları ikna etmeye çalışmaktan da öteye gitmez, gidemez. Sermaye sınıfı ise kendisine neyin maliyet yaratıp yaratmayacağını, bizden çok ama çok iyi bilmektedir...
Meslek hastalıklarına dair tartışmalarda ise, konu tazminat boyutuna indirgendiğinde daha çok bireysel işçilerin kendi hak arama mücadelesine odaklanılmakta bu da meslek hastalıkları konusundaki çalışmaları belli başlı hastalıklara yoğunlaştırmakta, pek çok tehlikeli madde üzerine çalışmalar el değmemiş bir şekilde ortada kalmaktadır. Bireysel tazminat üzerinden giden tartışmalar, sermayedarların üzerinde yaptırım oluşturacak yasal mevzuatın, devlet denetiminin veya idari cezaların siyasal düzeyde tartışılmasını, sınıflar mücadelesinin bir parçası haline gelmesini engellemektedir. Sonuçta tekil vakalar üzerinden sermaye sahibi haksız bulunur, tazminatı neyse öder ve sistem aynı işleyişine devam eder. Yine en başa dönmüş oluruz, sermaye açısından kârlı olan hangisiyse o tercih edilir. Özellikle ABD ve İngiltere gibi ülkelerden verilen "falanca patron yüklü bir tazminat ödemeye mahkum oldu" şeklindeki argümanlar, o ülkelerin ne kadar emekten yana rejimlere sahip olduğunu değil, yıllar boyunca süren hukuksal mücadeleler konusunda büyük görünse de aslında küçük bir "taviz" karşılığında, kapitalist üretim tarzının yeniden üretimini somut bir şekilde gösterir.
"Sosyal Devlet"in yumuşatıcı rolü
Burada Barnetson tarafından öne sürülen argümanlar tartışılmaya değerdir. Diyalektik olarak, işçi sınıfının kolektif mücadelesinin sonucu olarak kazanım hanesine yazılan sosyal devletin en temel unsurlarından birisi olan kaza sonucu tazminat müessesesi bir taraftan da, işçi sınıfının gelecekteki mücadelesinde onu duraklatıcı bir hale gelmiştir. Bu şekilde, tazminat mekanizmasının sermaye sınıfına belirgin bir ekonomik avantaj sağladığını, işçilerin ve sendikaların enerjisini soğurduğunu, enerjilerinin büyük bir kısmını tazminat hakkına yoğunlaştıran bir mücadelenin işin örgütlenmesi süreçlerine dönük talep ve mücadelelerini geri plana atacağını iddia eden Barnetson'a göre, bürokratik bir tazminat sisteminin yaratılması sonucunda iş kazaları ve meslek hastalıkları, kâra motive olmuş üretim sisteminin, maliyetleri güvensiz çalışma ortamları yaratmak suretiyle işçilere yıkması olarak değil, işin kendisinden kaynaklanan tüm zararları normal ve işin yönetilebilir bir sonucu olarak görülmektedir.
İşyerlerinde gerçekleşen ölüm ve yaralanmalar için ödenen tazminatlar ise ideolojik olarak gerekli ve zorunludur. Zira önceden tahmin edilebilir, düzenli ve anında ödenen tazminatlar (ki SGK'lı olmayan işçilere, özellikle tersane işçilerine önerilen "kan parası"); ölüm ve kalıcı sakatlıklardan doğan toplumsal tepkileri ve kimi durumda da şirketlerin alacağı cezaları, kaybedecekleri itibarları engelleme işlevi taşımaktadır. Keza, tazminat süreci kapitalist sistemin meşruiyetine karşı tepkisellikleri de törpülemekte, bireysel olarak işçilerin veya bir bütün olarak işçi sınıfının enerjilerini tazminatlara yöneltmesini sağlayarak, kazalardan doğan ölüm ve yaralanmaların üretimin sürekliliğini tehdit etmesini de engellemekte veya sınırlandırmaktadır. Bir bakıma kaza sonucu tazminatlar, kazaların ve meslek hastalıklarının önlenmesi politikalarının yerini almakta, hatta sermaye sınıfı açısından çok daha ucuza gelmektedir.
Türkiye'de tazminat sistemi nasıl işliyor
Sosyal güvenlik sisteminin olduğu ülkelerde, sigortalı işçiler devletçe finanse edilen sisteme tabidirler ve kaza sonrası sağlık giderleri kurum tarafından karşılandığı gibi, ayrıca ülkemizde meslekte kazanma gücü en az yüzde 10 oranında azalmış bulunduğu tespit edilen sigortalı, sürekli iş göremezlik gelirine hak kazanır. Bu ödemeler devlet kurumu (bizde Sosyal Güvenlik Kurumu) tarafından yapılır, ama "işveren"in kusuru oranında kurumca ondan tahsil edilir (rücu edilir). Ayrıntısına burada girilmeyecektir, bu konuda herhangi bir uzman ayrıntılı bilgi verebileceği gibi, internetten de Türkiye'deki iş kazası sonrası tazminata ilişkin bilgiler kolaylıkla bulunabilir. Ayrıca işçi, iş mahkemelerinde patronu aleyhine maddi ve manevi tazminat davası da açabilir. Sınıflar mücadelesinin herhangi bir ülke içindeki gücü, kazanımları bu konudaki mevzuatı belirler. Ancak burada sözü edilecek husus, daha çok tazminatların, bir maliyet kalemi olarak sermaye açısından anlamı ve tazminat müessesesinin ideolojik boyutudur.
Yalnızca kaza sonucu tazminatlar değil, yasa, tüzük ve yönetmeliklere aykırı davranma sonucu verilen idari para cezalarında da, sermayedarlar çok net bir şekilde fayda-maliyet analizi yaparlar. İşyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı olmazsa ne kadar ceza alırım, kaza olmaz ama teftiş olursa ne kadar ceza yerim ya da "belki kaza da olmaz, teftiş de gerçekleştirilmez nasılsa ben bu masrafları yapmadan projemi bitireyim" şeklinde hesaplamalar ciddi ciddi yapılmaktadır!
Kapitalizmin gelişimi ve sınıf savaşımlarının seyri, pek çok ülkede bir Sosyal Güvenlik Sistemi'nin ve buna bağlı tazminat mekanizmasının kurulmasına yol açmıştır. Kapitalist devletin tam anlamıyla, "arabulucu", "düzenleyici" rolünü burada görürüz. Türkiye'de "iş kazası" ve "meslek hastalığı" sigortasından tahsise bağlı yapılan ödemeler; sigortalıya sürekli iş göremezlik geliri, hak sahiplerine ölüm geliri bağlanması, evlenme ve cenaze ödeneği ödenmesidir. Ayrıntısına çok fazla girmeyeceğim, bu konuda pek çok bilgi internetten bulunabilir. SGK tarafından yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucularının sağlık kurulları tarafından verilen raporlara istinaden Kurum Sağlık Kurulunca meslekte kazanma gücü en az % 10 oranında azalmış bulunduğu tespit edilen sigortalı, sürekli iş göremezlik gelirine hak kazanır. Ölüm geliri ise günlük kazanç (GK) x 30 x %70 formülüyle bulunan ve TÜFE oranında güncellenerek tespit edilen tutardır, özetle günlük kazancın 21 katı ölüm geliri olarak hesaplanır. Bağlanan gelir hak sahiplerine hisseleri oranında paylaştırılır (eş, ana-baba, çocuklar, kardeş hepsinin ne oranda alacağı belirlenmiş, istisnalar da mevzuatımızda ayrıntılandırılmıştır). Maddi Tazminatın Saptanmasında; işçinin net geliri, bakiye ömrü, iş görebilirlik çağı, karşılık kusur oranları, destek görenlerin gelirden alacakları pay oranları, yaşam ve destek süreleri, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından bağlanan gelirin tüm peşin sermaye değeri vb. hususlar gözetilir.
Manevi tazminat miktarları ise mahkemece takdir edilir. Örneğin bir Yargıtay kararı'na göre işçinin %30, davalı şirketin %70 oranında kusurlu, anne ve baba yararına ayrı ayrı 25.000,00 TL, kardeşler için ayrı ayrı 6.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, anne ve baba için 30.000,00 TL, kardeşler için 10.00,00 TL hükmedilmesi usul ve yasaya aykırı görülmüştür.
Bakın nasıl da tazminatlara, alınan, paylaştırılan paralara odaklanıverdik bir anda...
Neyse biz devam edelim; Sosyal Güvenlik Kurumu tam anlamıyla bir güvenlik sübapı görevi görmekte, yaralanma veya ölüm durumunda tazminat ödemektedir. SGK, mahkemenin belirlediği "işverenin kusur oranı" baz alınarak, ödediği parayı sermayeden geri almak için rücu davası açmakta, bu dava da yıllara yayılmakta, çoğu zaman dava sürecinin sonlarına doğru şirket iflas edebilmektedir. Manevi tazminatlarda ise yıllara yayılan süreç, kimi zaman hemen ödenen "kan parası" ile "iyiliksever patron" imajını karşımıza çıkarmaktadır...
Örneğin 1992 yılında 26 işçinin öldüğü ve ardından pek çok soruşturma geçiren Kanada Nova Scotia Westray Maden kazası sonrası, Curragh Şirketi, ölenlerin eşlerine bağlanan maluliyet maaşları, ölüm tazminatı ve cenaze yardımları düşünüldüğünde ödenen tazminat, Türkiye koşullarından farklı olmayıp, yalnızca matematiksel olarak "işçi eğer çalışsaydı ne kadar kazanırdı" noktasından hareket etmiş, bizim hukuk sistemimizdekine benzer "manevi tazminat" konusu ise yıllara yayılmıştır. Sonunda ise şirket iflas etmiştir(!)
İşin özü şudur; yazımının başlarında da belirttiğimiz üzere, tazminat hakkı bir kazanımdır, kapitalizmin ilk dönemlerinde ne böyle bir sosyal güvenlik sistemi ne de sermaye sahibinin tazminat ödemesi yoktur, zira işçi işi ve riskleri kabul ederek sözleşmeye imza atmıştır, "özgür iradesiyle"!
Ama Soma'da da yaşadığımız üzere tazminatlara yoğunlaşan bakış açısı, sistemin işçileri öğüten, yok eden mekanizmasını perdelemektedir...
Sosyal devlet dedik ama...
Sosyal devlet mekanizmalarının tamamen eridiği, ortadan kalktığı bir dünyada yaşıyoruz. Yukarıda söylediklerimiz "sosyal devletin rolü"ne ilişkindi. Ancak günümüzde sosyal güvenlik sisteminin erimesi, kaza sonrası tazminatların giderek sınırlandırılması gibi mekanizmalar da eklendiğinde, 21. yüzyılın emek rejiminin pek çok açıdan 19. yüzyıla dönüş anlamı da taşıdığı görülecektir. İstikrarlı, önceden miktarı tahmin edilebilen ve anında ödenen bir tazminat müessesesi, bir bakıma "iş kazaları"nın maliyetini de azaltan bir unsurdur. Çünkü böyle bir tazminat mekanizmasının varlığı, tekil işçilerin, sendikaların ve genelde işçi sınıfının çalışma koşullarının değiştirilmesi, işyerlerinde tehlikelerin ortadan kaldırılması, daha da ileri gidersek işin örgütlenmesinde işçi sınıfının katılımı çabalarına dönük istek ve taleplerini azaltacaktır ki bu talepler aslında sermaye açısından kârlılığı azaltan değişikliklerdir.
Kapitalizmin saldırı çağında bu tazminat mekanizmasının değiştirilmesi, toplumsal yeniden üretimi büyük oranda ailenin üzerine yıkar ve kapitalizmin cinsiyetçi özelliği bir kez daha yükü kadınların üzerine yıkmaktadır (Chelius ve Burton, 1995: 153-159). Bu husus tartışılması gereken bir husustur, zira kadınların gelişkin kapitalist ülkelerde güvencesiz çalışmanın bir parçası olarak evde çalışmaya çekilmesi veya yarı zamanlı işlere yönlendirilmesi (Hollanda'da çalışanların neredeyse yarısı yarı-zamanlı işlerde çalışmakta, bunun da büyük bir kısmını kadınlar oluşturmaktadır); Türkiye'deki gibi gerici rejimlerde kadının tamamen eve kapanması, ortadan kaldırılan sosyal güvenlik mekanizmalarının kadın emeğinin evde sömürülmesi yoluyla işçi sınıfına transfer edilmesi de anlamına gelmektedir. Evden iş yapan kadın, aynı zamanda iş kazası geçirmiş kocasına bakmakta, çocuklarıyla ilgilenmekte ve tüm ev işlerini yapmaktadır. Toplumsal olarak örgütlenmesi gereken ve ancak sosyalizmde muhteşem örnekleri görülen sosyal güvenlik mekanizmaları, kadının özgürleşmesi için de olmazsa olmazdır. İşin bu kısmı ayrı bir yazıyı hak etmektedir.
Peki hep tazminat açısından yaklaştık, işin ceza boyutu ne olacak? İşçilerin ölümünden sorumlu olanlar nasıl cezalandırılacak? Bu tartışmayı da önümüzdeki haftaya bırakalım...
Kaynaklar
Barnetson, Bob, (2010). The political economy of workplace injury in Canada, AU Press, Athabasca University.
Chelius J. ve Burton J. (1995) “Who Actually Pays for Workers’ Compensation? The Empirical Evidence,” in Workers’ Compensation Year Book: 1995, ed. J. F. Burton, Horsham: LRP Publications, 153–159.