Tayyip Efendi’nin ceddinin bilim ve felsefeye yaklaşımı

Geçtiğimiz Pazartesi günü Kocaeli Üniversitesi’nde FKF’nin düzenlediği evrim panelinde Ergi Deniz Özsoy ve Alâeddin Şenel ile birlikte konuşmacıydık. Panelin ikinci bölümünde katılımcılardan gelen sorulara yanıt verdik. Bana gelen soruların ve itirazların önemli bir bölümü, İslam’ın -Hıristiyan kilisesi gibi- bilime ve felsefeye karşı olmadığı, hatta desteklediği üzerineydi.

Bilindiği gibi Tayyip Efendi de aynı tezi savunuyor. Hatta o kadar ileri gitti ki, Amerika’yı Müslümanların keşfettiğini bile iddia etti, bilip bilmeden… Buna yanıt vermiştik, tekrara gerek yok. Ama İslam’ın bilim ve felsefeyle olan serüvenini irdelemekte fayda var.

Madem bilim üzerine bir tartışma yapıyoruz, o zaman olgulara ve tarihsel gerçeklere bakacağız. Efendilerine bir de kıyak geçelim. Örneklerimizi İslam’ın “altın çağı” denilen 9-12. yüzyıllar arasından ve Osmanlı’nın “yükseliş devri”nden seçelim. Böylece diğer dönemleri okurlarımız tahmin edebilir.

Biz bilimciyiz, gerçeğin peşindeyiz, hiçbir önyargımız yok. İslam Uygarlığı da denilebilecek Ortaçağ Doğu Uygarlığının bilime ve felsefeye yaptığı katkıların hakkını veririz. Ama bu katkıların neler pahasına yapıldığını, dönemin hakim sınıflarının ve bu aristokrat sınıfın sözcülüğünü yapan İslam ideologlarının bilim ve düşün insanlarına neler çektirdiğini de bilmek gerekir.

İşte olgular… Bakın hakim Sünni İslam’ın resmi ideologu İmam Gazzâlî (1058-1111) bilimler hakkında ne düşünüyor:

“Matematik, cebir, geometri, astronomi vb. bilimleri dine zarar verebileceği inancıyla eleştiren Gazzâlî, bu bilimlerle hiç ilgilenilmemesi gerektiğini söyler. Kuşkusuz toplumun, dinsel ve pratik gereksinimlerini karşılamak için, bu bilimlere asgari düzeyde gereksinim vardır. Bu açıdan bu bilimlerle belli açılardan ilgilenilmeli, aşırıya kaçanlar ve böylece dinden uzaklaşanlar engellenmeli; bu bilimler halka da öğretilmemelidir. Gazzâlî, her şeyi Tanrı’ya ve dine hizmet ettiği, insanları dine yönlendirdiği sürece anlamlı bulur.” (Gazzâlî, el-Munkizu Min ed-Dalâl, çeviren ve Arapçasıyla neşreden: A. Subhi Furat, Şamil Yayınları, İstanbul 1978, s.9-10)

Gazzâlî matematik hakkında da şunları söylemiş:

“Söz konusu bilimin iki sakıncası vardır: İlki, onu araştıran kimsenin, onun inceliklerine ve kesinliği içermesine hayran olmasıdır. Bu hayranlık, onun filozoflara inancını güçlendirir ve onların bütün bilgilerinin açıklık ve kesinlik bakımından bu bilim gibi olduğunu düşünmesine yol açar. Filozof1arın kâfir olduklarını, Tanrı’yı inkâr ettiklerini ve şeriata ilişkin olarak dillerde dolaşan bazı konuları küçümsediklerini duyar ve böylece sırf öykünme ile kâfir olur. Şöyle düşünür: Din geçerli olsaydı, matematikte araştırma yapan bu insanlar, bunu bilirlerdi. Bu tehlikeden dolayı söz konusu bilimle çok fazla meşgul olanları engellemek gerekir. Çünkü bu bilimin dinle ilgisi yoksa da, felsefeye ait bilimlerin başlangıcı olduğundan, felsefenin kötülüğü ona da geçer. Bu bilimlerle çok fazla meşgul olup da dinden çıkmayan ve takvadan uzaklaşmayan çok azdır.” (aynı eser, s.8.)

Gazzâlî eleştiriyle yetinmiyor, bilim ve düşün insanlarını şöyle tehdit ediyor:

“Dinsizlikle (küfr) itham etme, dinsizlikle suçlananın malının alınması, kanının dökülmesi, cehennemde ebedi olarak kalmasına hükmedilmesi gibi önemli hukuksal sonuçlar doğuran şer’î bir hükümdür.” (Gazzâlî, Faysalu’t-Tefrika Beyn’el-İslam Ve’z-Zendeka  / İslamda Müsamaha, çeviren: Süleyman Uludağ, Marifet Yayınlan, İstanbul 1990, s.56.)

Gazzâlî’nin izinden giden İslam hukukçusu İbn es-Salâh’ın (1181-1245) fetvası ise şöyle:

“Felsefe öğretileri ile uğraştığına dair kanıt bulunan herkes, aşağıdaki seçenekler1e karşı karşıya kalacaktır: Kılıçla idam ya da İslam’a dönüş; ancak bu şekilde, memlekette yaşama hakkı elde edebilecekler ve böylelikle bilimlerinin kökü kazınabilecektir.” (Pervez Hoodbhoy, İslam ve Bilim, çeviren: Eser Birey, Cem/Kültür, İstanbul 1993, s.156.)

Genel bir değerlendirme de Doç. Dr. Hasan Aydın’ın Bilim ve Gelecek’in Ocak sayısında yayımlanacak olan yazısından:

“Hoşgörüsüzlük fetvalarla sınırlı kalmamış, kimi düşünürlerin öldürülmesine, linç edilmesine ve işkence görmesine de neden olmuştur. Cad b. Dirhem, Cehm b. Safvân, Hallac-ı Mensûr, Suhreverdî, İbn Mukaffâ, Beşşâr b. Bürd vb.leri düşünceleri yüzünden hayatlarından olmuşlardır. Aynı hoşgörüsüzlük yüzünden, Kindî’nin elinden kitapları alınarak yakılmış, büyük bir halk yığınının önünde, 60 yaşlarında iken kırbaçlanmış; bu olay üzerine en verimli döneminde depresyona girmiş ve sessizliğe gömülmüştür. Ebu Bekr Zekeriyyâ er-Râzî, düşünceleri yüzünden hükümdarın kitapla kafasına vurması sonucu gözlerini yitirmiştir. İbn Rüşd’ün kitapları elinden alınıp yakılmış, sonra da Luceyna’ya sürgüne gönderilmiştir. Benzer durumların, Fârâbî ve İbn Sînâ gibi düşünürlerin de başına geldiği bilinir.”

Gelelim Osmanlı’nın “yükseliş dönemi”ne… Yerimiz daraldı, nokta nokta geçelim. Derinleşmek isteyenler, Ahmet Yaşar Ocak’ın “Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler”, Rıza Zelyut’un “Osmanlı’da Karşı Düşünce ve İdam Edilenler”, Remzi Demir’in “Osmanlılar’da Bilimsel Düşüncenin Yapısı” adlı kitaplarına başvurabilir. Tabii bir de Bilim ve Gelecek’in Ocak sayısını okumalarını öneririz.

- Osmanlı ulemasından farklı düşüncelere sahip olan Molla Lütfî, zındıklık ve mülhidlik ile suçlanarak 1494’de kılıçla boynu vurularak idam ediliyor.

- Hz. İsa’nın Hz. Muhammed’den daha üstün olduğunu iddia eden ve padişah huzurundaki tartışmada diğer ulemayı alt eden Molla Kâbız, bizzat Kanuni Sultan Süleyman’ın emri ve şeyhülislamın fetvasıyla boynu vurularak idam ediliyor (1527).

- Şeyh Bedreddin’in görüşlerine yakın olan, Kuran’ı farklı yorumlayan, ne Müslümanlığa ne de Hıristiyanlığa inanan, dünyanın ebediliğini ve bu ebediliğin Tanrı’nın gücünün dışında olduğunu savunan, cennet ve cehennemin olmadığını savlayan Nadajlı Sarı Abdurrahman 1602’de idama mahkûm ediliyor ve boynu vurularak öldürülüyor.

- “Allah diye bir şey yoktur veya ulemanın iddia ettiği gibi kudret ve hikmet sahibi değildir. Çünkü eğer gerçekten mevcut olsaydı benim gibi ondan horlukla bahseden birini hayatta bırakmazdı” diyen Lâri Mehmed Efendi, hakkındaki fetva üzerine Parmakkapı’da halka teşhir edildikten sonra hayatına son veriliyor (1665).

- Büyük astronom Takiyüddin’in Tophane sırtlarında kurulan gözlemevinin 1580 yılında, Şeyhülislam Kadızade’nin onaylayan fetvası ve padişah III. Murat'ın emriyle denizden topa tutularak yıkıldığı ise çok bilinen bir örnektir.

Bu verdiğimiz örnekler İslam ve Osmanlı devletlerinde saraya çok yakın, ulema içinde bulunan bilimcilerin ve filozofların başına gelenler. Halkın temsilcisi olan ve yönetimlere isyan eden düşün insanlarının başına gelebilecekleri ise varın bir düşünün.

Ceddin de, sen de, sahip çıktığın ideoloji de bilimin ve felsefenin düşmanıdır Tayyip Efendi!