“Keep calm and trust soda because FKF’li Kadınlar is here”
Geçtiğimiz hafta FKF’li Kadınlar’ın sosyal medyada paylaşım rekorları kıran afişinde yazanlar. Afişe konu olan mesele ise bir tür taciz vakası. Açıklama şu şekilde:
“İstanbul Cevizlibağ Metrobüs Durağı'nda bir kadın arkadaşımızın kahkaha atması üzerine tepki gösteren ve "ne biçim kadınsın, iffetli ol" diyerek arkadaşımızın üzerine yürümeye kalkan bir şahıs, durakta bulunan kadınların hep birlikte verdiği tepkiyle kahkaha atabildiğimiz gibi tokat da atabildiğimizi bir güzel deneyimlemiş ve kafasına soda şişesi yiyerek oradan kaçarak uzaklaşmıştır.
Hep söyledik, yine söylüyoruz; kahkahalarımız sokakları inletecek ve kadınların kahkahasından tahrik olan yobazlar bu memleketten defolup gidecek!”
İşte aslında böyle başarılı örnekler gündeme geldiğinde mücadelede ‘tarz/biçim’ ve ‘içerik’ ilişkisi hakkında bir kez daha düşünmek gerekiyor.
Tarz ya da biçim denildiğinde içerikten bağımsız bir şeyden bahsetmiyoruz elbette. Hatta sanılanın aksine yıllar yılı en çok tanık olduğumuz, ‘biçimin’ ‘içeriği’ fazlaca belirlediği, onu silik bir gölge fenomene ya da kişiliksiz bir partnere dönüştürdüğü bir ‘tarz hakimiyeti’dir.
Bu ‘tarz hakimiyeti’ kendini, kültürel olarak ‘steril’ ya da ‘bozulmamış’ biçimde ortaya koyar. Örneğin ‘popüler olan’ bir küçümseme konusudur burada ve politik mesajı sulandırabilir.
Konular, ‘kahrolsun’ ya da ‘yaşasın’ ifadeleri ardına dizilir. Dörtlü kortej, kortejden büyük pankartlar ya da güçsüzlüğümüzü örtmeye çalışan dev bayraklar vardır.
Kahrolsunlar, yaşasınlar, sıkılı yumruklar ve dev pankartlar arasında bu ‘tarz hakimiyeti’ kimi zaman öyle boğucudur ki içerik güme gider. Sözgelimi böylesi bir ortamda korteje “Kahrolsun pişmemiş taze fasulyeler!” sloganı attırsanız muhtemelen kenardan geçen vatandaşın ilgisini çekmeyecektir.
Kimi zaman da ‘biçim’ öyle püriten bir acılıkla ortaya konmuştur ki hani neredeyse sokaktaki ‘naif vatandaşa’ böylesi bir ‘dışardan bilinç’ pratiği uygulamaya yüreğiniz el vermez. ‘Gün geçmiyor ki...’ diye söze başlayan bildiri, gündüz alışverişini yapmış akşam da ailecek balkonda çekirdek çitleyip çay içmeyi düşünerek gayet de ‘gününü geçiren’ sade vatandaşın elleri arasında kalakalır.
Hele ki ‘içeriğin’ de, çoktan bir kültürel alt dünyaya dönüşmüş unsurlarla, isimler ya da sembollerle kurulduğu durumlarda, artık karşınızdaki her fırsatta tanrıya küfretmekten gizli bir zevk duyan çiçeği burnunda ateistin dışavurumculuğudur.
Güçsüzlüğünden, hegemonik yetersizliğinden mesiyanik bir gurur çıkarmaya yönelen bu tarz, kimi zaman kibir dağlarından gürüldeyerek akar, kimi zaman içli acılı bir türküye dönüşür.
İşte Gezi Direnişiyle birlikte, o ya da bu gerekçeyle, öyle ya da böyle koşullardan dolayı kalıcılık kazanan bu ‘tarz hakimiyeti’ ciddi biçimde sendeledi. Dörtlü kortejden duran adama ya da yoga yaparak yol kapatan köylü kadınlara, afişlerdeki sıkılı yumruk yerine soda şişesine, kahrolsunlu öfke ayinlerindense bir intikam biçimi olarak kahkahalar savurmaya, kısacası direniş biçimlerinin yüzlercesine tanık olduk...
Kuşkusuz mutlaklık taşımamaktadır ve tartışmaya açıktır. Ancak yine de bu dönemin mücadele biçimlerine ilişkin, hatta daha özelde ‘kadın mücadelesinin biçimlerine’ ilişkin kimi kestirimlerde bulunmak mümkün.
Gezi direnişinden Cerattepe’ye, Kozluören’e etkili pek çok örnekte özellikle kadınların mücadelesi şaşmaz biçimde gösterişçi, yaratıcı ve dışavurumcu oldu.
Üstelik en azından öngörülebilir bir gelecekte buradan bir kez daha geriye gidilmesi mümkün görünmemektedir. Sloganın duyulmadığı yerde, politik mesajın ‘aynı terane işte’ boğuntusuna kurban gittiği yerde bunun gerisine düşülemez.
Kendi rengini, duruşunu, sesini, mizahını, kahkahasını, şiddetini hülasası kadınlığını politika hattına çalan bir gösterişçilik, dışavurumculuk kastettiğimiz. Sözgelimi tam da burada kadının dekoltesi de, pedi de, kırmızı ruju da, eteği de, fuları da, kahkahası da AKP’nin gerici, cinsiyetçi, kadın düşmanı politikalarına karşı önemli semboller haline gelmekte.
Sadece semboller mi? Daha ötesi hemen refleks gösteren ve hareketçi bir tarzın; duyguları, tepkileri açığa çıkartmaya, harekete geçirmeye dönük, salon toplantılarının ve basın açıklamalarının ötesine uzanabilen bir tarzın öne çıkması gerekmekte.
Tüm bunlara bakıldığında Gezi direnişinden bu yana deneyimlediklerimiz bir referans noktası ise bir o kadar AKP rejiminin performansı referans olmalı. Aynı anlama gelmek üzere ifade edilebilir ki AKP rejiminin radikalizmi bizim için bir referans noktasıdır.
AKP’nin radikalizmi, pedofiliden şeriat özlemlerine barikatı yüksek bir yerden kurarken bizim uslu, ‘terbiyeli’ pozlarda ‘barikat bilmezlik’ yapmamız düşünülemez. Provokatif olmaksa başını bizim tutacağımız bir gündem olmalı.
Bir toplantıda karşılaştığım iyi bir örnekle ifade etmek istiyorum. Evet onlar dinsel eğitim diyorlarsa biz cinsel eğitim demeliyiz. Cinsel eğitim mi? Tüm özgürlükçülüğü bir yana koyun, Ensar gündeminde çocuğa mahremiyet eğitiminin verilmesi konusu bile tam da bu kapsamdaydı.
Evet, gösterişçi, yaratıcı, dışavurumcu, refleks gösteren, hareketçi ve provokatif bir tarz. Üretilmesi gereken budur…