Afganistan’da Taliban iktidarının yarattığı şok dalgası sürüyor.
Emperyalizmin besleyip büyüttüğü cihatçılar, yıllar yılı kan gölüne çevrilmiş bir coğrafyada yeniden iktidarı aldı.
Emperyalistlerin durumu ilginç değil. “Kadınları özgürleştireceğiz” demagojisiyle çıktıkları yolda, bohçasını doldurunca geri çekilen; savaş baronlarını semirten, STK’lara, kalkınma projelerine doldurduğu utangaç liberalleri yeterince doyuran utanmaz emperyalistler. Dertleri kadınlar, çocuklar, LGBTİ+’lar değil. Trudeau gibi bazılarının toplantılarda şov için giydiği renkli çoraplarını daha fazla dert ettiğine eminiz.
Bunlar böyle, bilinen şeyler.
İlginç olan, Taliban iktidarına ilişkin ülkemizde verilen tepkiler. Örneğin Vatan Partisi’nin yan örgütü Cumhuriyetçi Kadınlar Derneği (CKD); Taliban’ı selamladı ve Taliban’ın ileride demokrasi, insan hakları ve kadın hakları konusunda saygılı bir yönetim biçimini benimseyeceğine inandığını açıkladı.
Siyasi rota olarak bakıldığında, bu aşırı pragmatizm aslında şaşırtıcı değil. Zira AKP faşizminin tam destekçileri, bugünün “yetmez ama evetçileri”, şeriatı bile siyasi angajmanlarının teferruatı olarak görebilmektedir. Diğer yandan Cumhuriyetçi Kadınlar Derneği’nin bu söylem ve çizgisi – elbette iyi niyetli ve olan biteni anlamayanları ayrı tutuyorum-, bir zamanlar haksız biçimde tiye alınan “laikçi teyzenin” denebilirse kurumsal yüzü olma tavırlarıyla ciddi bir tezat oluşturmaktadır. Şeriat devletine alkış tutulduğunu görünce insan ister istemez soruyor, nerede o haşinlik ve cevvaliyet, nerede laikçi ve mutsuz teyzeler, nerede “türbana hayır”lar?
Bu tezatlık noktasından bakarsak, Bahçeli’nin Öcalan’a bayram tebriği göndermesi ya da Diyanet İşleri Başkanının eşcinsel evlilik nikahı kıyması gibi bir sansasyonla karşı karşıyayız. Karşımızdaki bir tabu yıkma şöleni gibi, kutsal inekleri kesip yemek, bakire Meryem’i grup sekse davet etmek yahut ülkü ocaklarında “akışkan cinsiyeti ve lanet TERF’leri” konuşmak falan gibi bir şey.
Neyse şaka bir tarafa CKD’nin bu tutumu, sonuç olarak aynı hatta düşen diğerleri düşülürse, yalnızca pragmatizmle açıklanamaz hale gelmektedir. İşin içinde elbette iktidarın, gücün cezbesi vardır, ama bir yerde de zamanın ruhu vardır…
Örneğin kimilerine göre Afganistan’daki Taliban rejimi, tam da “fıkıh feminizmi” ile yola getirilebilir. Taliban’a batı feminizmi ile değil, İslamcı feminizmle taviz verdirilebilir. Nihayet Afgan kadınları Batı’ya öykünerek değil, kendi özgün yollarını kurarak kazanacaktır.
Böylelikle Taliban erkekleri de eve çiçek alıp gelecek, eşine bir iki tatlı söz söylemeyi ihmal etmeyecek ve ev işlerine el atacaktır.
Kadınların çalışması engellenmeyecek, en azından yalnızca kadınların çalıştığı alanlara, yalnızca kadınların seyahat ettiği araçlara izin verilecektir!
Ama zaten Afganistan gibi “barbar bir ülkede” kadınların daha fazlasını istemeyecekleri, izolasyon türü “koruma mekanizmalarına” onay verecekleri açıktır!
Tüm bu söylenenlerde bir düşünüş biçimi vardır, sanıldığı kadar yeni değildir, bugün ortaya çıkmamıştır.
Bu düşünüş biçiminin en belirgin niteliği, yukarıdan bakanın “ötekiyi” “beyaz olmayanı”, “laik olmayanı” “anti-normatif olanı” “aydınlanma ve ilerleme gibi totaliter düsturlara(!) karşı çıkanı” kutsallaştırmasıdır. Bu kutsallaştırma “bakanın” statüsünü perçinler, ona tam da itiraz ettiği yerde yeni bir “iktidar” sağlar. Yaşamında örneğin bir kez bile kısa etek giydiği için baba dayağı yemeyenin, “kadının örtünme istencinden” bahsetmesidir bu.
Bir efendinin, bakışını bahşettiği ötekiye “özne olma yükümlülüğünü” verdiğini sanmasıdır.
Şu lütuftaki aymazlığa ve davet ettiği kerizliğe bakalım örneğin.
“Örtünme, recm, faizle ilgili problemler, ceza hukuku gibi kişisel, toplumsal ve siyasal hayatın ayrıntıları, ulemanın dışlayıcı tekeli altında halledilen konular olmaktan çıkarmakta, kadınların da içinde olduğu birbirleriyle yarışan siyasal aktörler arasında tartışmaya açılmaktadır. Bu durumda İslamcı kadınlar yalnızca bir ihtilaf konusu değil, bu kamusal tartışma sürecinin aktif katılımcılarıdır.”
“Feminist bir recmi” mi konuşalım yoksa “kadının elinden çıkacak daha adil bir şeriatı” mı? Belki de “ilahi mesajın eril yorumlarını” yapısöküme uğratmak ya da feminist bir hermenötiği Kuran’a uygulamaktır kurtuluş.
Nilüfer Göle’nin Modern Mahrem’inde siyahı ve burkayı güzel yapan budur.
Modern mahremi bugün artık akademik bir fantezi olmaktan çıkaran şey, “kadınların kamusal tartışmanın bir parçası olabilecekleri” imajına açık biçimde Taliban’ın pazarlık unsurlarını öne sürmesidir: Taliban sözcüsünün okula giden kız çocuklarından bahsetmesi ve kadınlara 2 güne kadar erkeksiz seyahat imkanı tanıması tam da “modern mahremdir”.
Modern mahremin ruhu her yerdedir. Otobüste gördüğü yoksul bir türbanlıyı “kömürcü, makarnacılar” diye içten içe aşağılayanın, “öteki” olarak kodladığı Taliban şeriatını alkışlamasında bu vardır. Israrla dedikleri gibi Afganistan kendi yolunu bulacaktır.
Zira “efendi” bunu bahşetmiştir…
Kaynakça:
1- Nilüfer Göle, Melez Desenler, Metis (2002); s.25