Tahayyül

Bugün diyelim ki teorik ve pratik olarak birleştirilmesi gereken “iki ayrı şey” olarak karşımızda duran yaşanabilir kent ve çevre hakkı başlığına dahil olanlar ile emekçi kesimlerin tarihsel çıkarlarının birbirine bağlı olduğunun bir iddianın ötesine geçtiği, insanca yaşanacak günlerdeyiz.. Hayal etmek pek çok açıdan önemli. Günümüzde kentsel mekan; akademyanın, mimarlık ve şehir planlama ofislerinin yardımıyla, inşaat sektörü öncülüğünde ve hükümet eliyle toplumcu seçeneklerin karşısında “rezidans-ofis-avm” üçlüsüyle planlanan bir mekan hiyerarşisinin gericilik motifli dayatmasına ve bu dayatmanın yarattığı sonuçlara sahne oluyor. Hani dedik ya o “başkadayız”, neler yapardık bugün ona bakmayı deneyeceğiz..

Çılgın proje dayatmasıyla yaratılan yıkımın zararlarının bertaraf edilmesini hedefleyen projelere, yeniden yapılandırılması gereken mekanlara veya apaçık yıkılması gereken bazı yapıların üzerine kafa yorsaydık. Bu topraklarda başka türlü bir toplumsal düzende olsaydık önce hep beraber oturur en acil olanları bir sıraya dizer, bir planlama yapardık. Bana öyle geliyor ki bir defa örneğin kent ve çevre mevzusunda 3. Köprü yolu için traşlanan Kuzey Ormanları’nı en acilinden sayıp ele alırdık.

Mesela Abbasağa Parkı’nda buluşur, şu an heyyula gibi boğazın iki yakasında dikilip duran köprü ayaklarını ne yapardık onu yatırırdık masalarımıza. Eski zaman kentlerindeki gibi ibret alınacak iki devasa heykel karşılardı belki bizi boğazda, bir zamanlar birilerinin böyle bir kent suçuna teşebbüs ettiğini hatırlatmak için, bir dostun dediği gibi.. Üstelik heykelleri yıkılan ne kadar heykeltraş varsa çağırırdık, bir ayıbı durduramamış olmanın borcunu ödercesine..

Traşlanan kuzey ormanları ile birlikte yaratılan tahribatı nasıl geriye çevirebiliriz, su havzalarımızı nasıl kurtarırırız diye düşünürdük. Peyzaj mimarlarından, ekologlardan, orman mühendislerinden, ornitologlardan yardımlar alırdık mesela.. Toprağı onaracak öncü bitkileri öğrenir önce onlardan başlardık onarmaya, doğadaki iş bölümünü gözeterek.. Her zaman yıkımı kayıt altına almak zorunda kalan dostlarımız bu sefer de bu çabayı çekerdi kameralarına.. Sosyal medyada tarihin tekerleğinin nasıl ileriye götürüldüğünün videosu dolanırdı..

Kuşdili Çayırı’na bir gece beton kırma makinaları ile girer sabaha kadar şarkılar söyleyerek betonları kırar atarken eski çayırı toprağına kavuştururduk yine hep beraber! AVM imiş, yer altı otoparkıymış ne gam!

Beyoğlu’nda kapatılan bütün kitapçıları, sinemaları ve tiyatroları bir bir açardık. İlk iş Emek Sineması’nı ele alırdık, eskisi gibi olmaz ya elimizden geleni yapardık yine de.. Anılarımız tam orada bizi bekliyor ne de olsa.

Sonra kadınlı-erkekli bütün ama bütün sahillerde denize girebileceğimiz güneşli günlere kadar, bir yandan doğaya kendini yenileyecek vakti tanırdık. Bir yandan da doğanın işini hafifletmek amacıyla kanalizasyon ve yağmur suyu problemlerini çözme hedefiyle, atık suların arıtılması, geçirimsiz yüzeylerin azaltılması ve benzeri pek çok başlıkta kalıcı önlemler alır, günü kurtarmak amaçlı olmayan bütünlüklü planlamalar yapabilirdik.

Haliç Tersanesi’nin avm, otel, rezidans ve bin kişilik cami değil çağın teknolojisiyle donanmış, üretim yapan bir tersane olması için kolları sıvayabilirdik..

Atatürk Orman Çiftliği’ne yapılan sarayı Ankara Halkı ile hep beraber yıkacağımızı ilan eder, bugünden bakınca zihinlerimizin kavramakta zorlandığı “yıkmanın” da bazen “alternatif projenin” ta kendisini işaret ettiği iş bölümünü yapar hale gelebilirdik.. Bunlar benim tahayyülümden geçenler, el ele versek daha neler çıkar..

Üstelik bütün bunlar mümkün. Şairin dediği gibi:

Sen doğrusun, sen haklısın: "..İleridedir - yaşanacak günlerin en güzelleri."1


 

1 (Ahmet Arif'ten Leyla Erbil'e Mektuplar-1954-1959,sy.151)