Eğer yazımız akademik bir yazı olsaydı ve kapsamlı bir araştırmayı içerseydi muhtemelen başlığı “inşaat sektöründe göçmen işçiler ve ucuz emek sömürüsü” olabilirdi. Çünkü aslında son birkaç yıldır gördüğümüz şey kapitalizmin ortaya çıkardığı eşitsizlikleri farklı coğrafyalarda neredeyse birebir tekrar etmesinden başka bir şey değil. Tüm dünyada inşaat işleri göçmen, kaçak işçilerden veya o ülkede yaşam koşulları ve toplumsal refahtan aldıkları paylar çok geri durumda olan azınlıkların bireyleri tarafından görülmektedir. Kapitalizmin sonuçlarından birisi olan ulusal sorun inşaat sektörü dediğimizde karşımıza tam anlamıyla eşitsizlik olarak çıkar. İlla ki geri bıraktırılmış bir ulus veya bir azınlık veya bir göçmen kitlesi inşaat sektöründeki emek sömürüsünün en acımasız ve en yoğun ilişkilerinin tam kalbinde yer alır.
Dünyaya şöyle bir bakın. Ben örnek vermesem bile siz okuyucular sayısız örnek verecektir. İtalya’da, Yunanistan’da eski Yugoslavya'dan gelenler, Arnavutlar, Güney Kıbrıs’ta Kıbrıslı Türkler (şu an Pakistanlı ve Bangladeşliler); Kuzey Kıbrıs’ta Türkiyeli Kürtler, Arap ülkelerinde Malezyalı, Çinli işçiler, ABD’de Latinolar…
Türkiye’de ise Kürtler, şimdilerde ise Suriyeliler! Evet inşaat sektöründe çoğu kez ölümleri kayıt altına dahi alınmayanlar, ölümlerinden haberdar olmadıklarımız…
Bu eşitsizlik “gerekli”dir. Karın tokluğuna çalışacak, daha doğrusu köle emeği haline gelecek kitleleri bulmanız böylece son derece kolay olmaktadır ve bu özellikle tercih edilmektedir, zira herhangi bir önlem almak gerekmemekte, kimi zaman pasaportlarına el konan işçiler üzerinde baskı oluşturulmakta, dil farklılıkları dolayısıyla işçiler kandırılmakta, vahşi kapitalizmin kuralları her aşamada uygulanabilmektedir. İnşaatlardaki insanlık dışı koşullara razı olacak kitleler dünyanın her yerinde vardır ve kapitalizm dünyayı daha da yaşanmaz hale getirdikçe daha da olacaktır.
Keza sektör, en az kalifiye olan işçi kesiminin, köyden kente veya bir ülkeye göç ettiğinde ilk olarak girdiği sektörlerin başında gelir. Sektörü belirleyen bir başka önemli husus ise kayıtdışılık olgusudur. Bu konuda hazırlanan bir rapor, inşaat sektöründe kayıtdışılığa dikkat çekmekte 2008 verilerine göre, toplam 20 milyon 867 bin kişi olan istihdamın yüzde 45.4’ünün kayıtdışı olduğunu, inşaat sektörünün ise tarım sektöründen sonra kayıtdışı çalışma oranının yüzde 62.2’yle en yüksek olduğu sektör olduğunu belirtmektedir. Aynı zamanda kaçak göçmen işçi istihdamının en yoğun olduğu sektörlerden birisi olan inşaat sektöründe kaçak işçiler çoğunlukla birkaç ay süreli işler için işe alınmakta, bu işler genellikle ihale ile alınan proje bazlı ve belli bir süre içinde başlayıp biten işler olmakta, göçmenler en fazla bina yapımı-onarımı, yol ve köprü yapımı-onarımı, tarihi eser onarımı gibi işlerde çalıştırılmaktadır. Göçmen işçilerin tamamının asıl işin bir bölümünü yapan taşeronlar tarafından çalıştırıldığı, bu noktadan itibaren işin kayıtdışına çıktığı ve bundan sonraki aşamaların tamamı kayıtdışı olarak sürdürüldüğü belirtilen raporda, işin bazen üçüncü hatta dördüncü kez el değiştirdiği, işin son olarak usta ya da çavuşlara verildiği, kaçak göçmen işçilerin bu usta ya da çavuşlar tarafından çalıştırıldığı ve göçmen işçilere yalnızca vasıfsız işler yaptırılarak, ustalık işler emanet edilmediği vurgulanmaktadır (Tokgöz, 2008:8).
Neden önemli?
Daha geçtiğimiz hafta Hatay’ın Belen ilçesinde bulunan 6 katlı inşaatın tepesinden düşen 24 yaşındaki Suriyeli Abdül Kadim Alkador isimli genç işçi yaşamını yitirdi.Mersin’in Erdemli ilçesinde kaldıkları inşatta sobadan çıkan gazdan zehirlenerek yaşamını yitiren 2 işçiden biri olan, çocuk işci 15 yaşındaki Suriyeli Hekim Casım Nebo’nun babası Casım Nebo, “Yaşamak için çalışmaya mecburuz” diyerek isyan etti. Baba Nebo’nun anlattıkları mülteci işçilerin ne şartlar altında yaşadıklarını ortaya koydu. Hekim Casım Nebo ve ailesi, Suriye’nin Rakka kentinden 2 yıl önce IŞİD katliamından kaçarak önce Urfa’nın Suruç ilçesine ardından Mersin’de bulunan akrabalarının yanına yerleşmiş. Onbinlerce Suriyeli’nin yaşam öyküsünün bir benzeri daha… Benzer öyküler kaçak olarak İtalya’ya giren Arnavutların, Chihuahua sınırından El Paso’ya geçmeye çalışan Meksikalıların, 90’ların başlarında İstanbul’un mahalle aralarındaki inşaatlarda çalışan pasaportlarına el konmuş, mühendis, ressam Romen inşaat işçilerinin yaşam öykülerinde aşağılık insanlık tarihine iz olarak düşüldü. Kimse anımsamasa da biz anımsayacağız.
Çeşitli araştırmacıların hazırladığı raporlar ve devletin gizlediği gerçekler şunu söylüyor; Türkiye’de en az 2 milyon Suriyeli kalıcı olacak. Sermaye sınıfımız bu durumdan gayet memnun, örneğin İstanbul’da ayda 300 TL’ya günde 12 gün çalışan binlerce Suriyeli çocuk var. Gaziantep’te inşaat işçilerinin çoğu artık Suriyeli ve hiç birinin güvencesi yok. Daha güzel ne olabilir ki? Pasaportu dahi olmayan, resmi olarak aslında “yok” olan, yakalanma veya Türkiyeli İŞİDciler tarafından öldürülme korkusuyla hakkını aramaya cesaret edemeyen yüzbinlerce köle!
Türkiye’de iktidar arayışında bir solun bu nesnelliğe kayıtsız kalması düşünülemez bile. Şimdiden soyut “halkların kardeşliği ve barış” söylemlerinin somuta dökecek ortak sınıf örgütlenmesi üzerine düşünmek gerekiyor.
Kaynak için
Tokgöz, G. (2007). Türkiye’ye Yönelik Düzensiz Göçler ve Göçmenlerin İnşaat Sektöründe Enformel İstihdamı (Ankara Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projesi
Kesin Raporu, Proje Numarası: 2007 0908001, Rapor Tarihi: 10.07.2008)