Suriye sınırı

Türkiye, zaten sorunu bol ekonomisine 10 yıllık AKP yanlışının ek birikimiyle Ortadoğu fırtınalarında sürüklenmeye başladı. Memleketin mevcut hali bir AKP azınlık diktatörlüğü kıvamında ve ülkenin kurumsal-siyasal yapısı artık her tür sarsıntının ekonomik daralmayla sonuçlanmasını bertaraf edecek durumda değil.

Citibank, TL dolara karşı 3 seviyesini geçecek diyerek ülkeden çıkma tavsiyesi verdi. Gösterge tahvil faizi son iki haftada yeniden 9,5'tan 10'un üzerine yükseldi. Bu yarım puan, bankalar için kabaca 5 milyar TL'lik bir kâr buharlaşması anlamına geliyor. Bankacılık sisteminin birinci çeyrekte yazdığı kârın neredeyse tamamını götürüyor!

Hani hepimize belletmişlerdi ya "bankalarımız sağlam” diye, artık değil. Bankalar 2001 krizinden bu yana ilk kez ciddi özkaynak sıkıntısı çekmeye başladı. 2008 krizinden sonra bile özkaynakları 2009 yılında yüzde 32, 2014 yılında yüzde 20,4 büyümüş olan ve AKP düzenine verilen onayın belkemiğini oluşturmuş olan tekelci mali sermayeden söz ediyoruz. 2015 yılının ilk beş ayındaki özkaynak büyümesi sadece yüzde 2! Yeni şube açılışları yine aynı dönemde ilk kez durma noktasına geldi. Sermaye yeterliliği oranı 2001 krizi sonrası IMF gözetimindeki tamirattan beri en düşük seviyesine geldi.

Yabancı sermayeli bankalarda ilk çeyrek için yüzde 2'nin altını yani yıllıklandırılmış yüzde 8 gibi reel olarak sıfıra yakın bir özkaynak kârlılığı görüyoruz. Mali sermaye bankacılık yapacağına bir yıl devlet tahvili tutsa daha çok para kazanacaktı. Ayrıca mevduat sıkıntısı ve kredi şişmesi nedeniyle sektörün aktif büyüklüğü de AKP döneminde ilk kez reel olarak küçülüyor.

Yılın ikinci çeyreğinde rakamların düzelmediği, tam tersine özellikle inşaatta ve tüketici güveninde çok daha kötüye gidişin gözlendiğini biliyoruz. Örneğin tüketici kredilerinde yıllık büyüme oranı, yılın ilk çeyreğindeki yüzde 17 civarından temmuz ayında yüzde 11,5'lara düşmüş durumda. Ticari ve kurumsal krediler ise seçim ekonomisi üzerinden ilk çeyrekteki yüzde 16'dan yüzde 19 yıllık büyüme oranına yaklaştı. Ama kredi/mevduat oranı yüzde 130 gibi tarihi bir seviyeye dayandığından mevduat artışı olmadığı sürece bu seviyeler sürdürülemeyecek.

Özet: AKP, ekonomik büyümeden ve finans sermayesinden aldığı limitsiz desteğin sonuna gelmiş bulunuyor. 2012 sonunda yakıtı biten bir ekonomik model, 2015 ortasından itibaren tepetaklak yuvarlanmaya başlıyor.

Bunu iki farklı açından yorumlamak mümkün: Uzun vadede mali sermaye, Türkiye'de 2005-2013 arasında kazandığı parayı bir daha kazanamayacağını ve Türkiye'nin doğrudan para kazandırmaktan başka işlere yarayabileceğini düşünecektir. Kısa vadede ise teorik olarak "topal ördek" olduğu varsayılan de facto Tayyip Erdoğan hükümetinin radikal arayışlara girmek için kaybetmekten korkacağı krediler ve kazanımlar tükenmiştir. Bence son haftaların diktatörlük maceralarına cesaret "zaten yolun sonundayız" psikolojisinden kaynaklanmakta.

Eğer Erdoğan iktidarı, düşmemek için durmamak zorundaysa, stop eden mali sermayeyi Ortadoğu'dan nemalandırmayı ısrarla denemekten başka çaresi yok. Türkiye siyaseti ile Ortadoğu siyaseti arasında belki birinci dünya savaşından bu yana hiç bu denli doğrudan bağlar kurulmamıştı. Bugün Türkiye'de barış dahil hemen tüm başlıklara bakarken ABD-İsrail-İran-Rusya çemberindeki Ortadoğu kaosunun belirleyiciliği inanılmaz ölçüde arttı. Aynı döneme Türkiye Cumhuriyeti'nin kendi tarihinin en laçkalaşmış ve harap olmuş devlet aygıtları yapılanmasıyla girdiğini de düşündüğümüzde durum kritik. 

32 devrimci genç yoldaşımızın katledilmesiyle tescillenen bir şekilde Türkiye'nin bir Ortadoğu ülkesi olarak yeni bir 'bilmemkaçıncı cumhuriyet’ aşamasına girdiğini görmek gerekir. Mali sermaye hakimiyetinin geldiği noktada, yeni bir telefon modeli için yeni bir ülke bulunup, yeni bir dizi dev fabrika birkaç ay içinde yoktan var edilebiliyorken, cumhuriyet sayacının hızlı çalışması garip değil.

Peki, bize hoş geldin diyen Ortadoğu'da son dönem neler oluyor? İran-ABD anlaşması, İsrail-ABD sürtüşmeleri, Hizbullah'ın önlenemeyen istikrarlı ve antiemperyalist tonları hakim kitle desteği artışı, Rusya-Hizbullah destekli Esad hükümetinin yıkılmayacağının anlaşılması, Şii hakimiyetindeki Irak hükümetinin IŞİD tarafından devrilemeyeceğinin belli olması ve elbette PYD-PKK'nin üç ülkede birden siyasi açıdan sürpriz bir hızla güçlenmesi…

Türkiye'den baktığımızda bir Suriye sınırının var olduğu yanılsamasıyla bize sürpriz ve moral bozucu gelen birçok faktör, bu dinamiklerin artık "bizim toprakların" dinamikleri olduğunu kavramamızla birlikte açıklanabilir, beklenebilir hale geliyor. Sermaye, Ortadoğu'da işleri yoluna koyamadığı sürece, Türkiye de mali sermayeye kâr ettiremediği sürece RTE ekibine, cemaatçiliğe ve militarizme açılacak yeni kredi bulunacaktır.

Bir de bu hareketli toprakların sosyalist bir iktidara nasıl geçit verebileceğiyle ilgilenmeyen ve belki de çoğunlukla böyle olan solcularımız var. Bu, büyük ihtimalle onların suçu, kastı değil ve son derece de iyi niyetliler. Ama Ortadoğu'nun iyi niyetliler mezarlığı olduğu ve kitlesel bağlarla bu topraklara tutunabilenlerin bulaşık ve tutarsız solumsu ideolojilerle on yıllardır bu topraklardan sökülemediği hatırlansın. Ortadoğu siyasi özneleri ve emekçi halkları arasındaki bağlantı ve dinamikleri irdelemek isteyenler, fiilen delik deşik durumdaysa da "bilinç düzeyinde” sapasağlam bir duvar gibi yükselen bir Suriye sınırıyla karşı karşıyalar. 

'Kurcalamaya gerek yok!' deniyor: "Emperyalizm bölgede Syriza'ya, Hizbullah'a, PYD'ye misyon veriyor, alan açıyor. Amaç düzen içinde oyalamak, halbuki çare sosyalizm!" 

Suriye sınırını sağlam görenler, emekçi kitleleri "emperyalizme oyuncak olmak" ile itham edecek ve bu zalim coğrafyada tuzu kuru ve “oyalayıcı” oyunlar oynamaya devam etmek isteyecekler. 

Temel halkçı taleplerin yapısal olarak kapitalizmin sınırlarını zorlamak, kısmi başarıların bile düzeni çatlatmak durumunda olduğu bir coğrafyada "tarihsel haklılık" iddiasına sahip 200 yıllık bir miras neden bu kadar kenarda sanıyorsunuz? Ben bu yüzden sanıyorum.

Sonuç olarak iki olguyu hınzırca kurcalamaya devam etmek boynumuzun borcu: Ortadoğunun kaygan, hareketli ve bulaşık zeminlerinde istikrarlı öncü-kitle ilişkileri hangi mekanizmalarla kuruluyor? İkincisi de Haziran gibi Türkiye tarihinin en büyük ayaklanması bile 'beştaş oynama’ eğilimini nasıl oluyor da biraz olsun törpüleyemiyor?

twitter.com/ErgunCagl

[email protected]