Suni teneffüs

2001 krizine benzemeyecek olsa da görülmedik derecede uzun süreli ve ağır bir durgunluk, işsizlik ve yoksulluk dalgasının kapıda olduğunu, çoktan girdiğimiz dünya konjonktürünün bundan kurtulmayı imkansız kıldığını söylemiştim. Bu ortamın iç ve dış belirleyenlerini kaba ve eksikli de olsa, özetlersek:

Çin'de büyüme hızı, son sekiz yılın en düşük seviyesine geriledi. Halihazırda özellikle yerel yönetimlerinki başta olmak üzere batık krediler bir borç krizi yaratmaya aday olduğu için Çin hükümetinin 2008 yılında yaptığı türden yatırım hamleleri yapması çok riskli.

ABD doları, faiz artırımının başlayacağı beklentisiyle değer kazandı, bu durum gelişmekte olan ülkelere sermaye akışını ciddi biçimde aksatmış görünüyor. Petrol fiyatlarının geçen yılın yarısına düşmesiyle arap sermayesi muhafazakarlaşma eğilimine girdi.

Türkiye'de piyasa faizinin siyasi iktidar tarafından baskı altında tutulduğu düşüncesi, yabancı sermayedar açısından dolara karşı bir yılda yüzde 20 civarında değer yitiren TL'nin hâlâ güvenilmez olduğunu ve kur riski alınmaması fikrini güçlendiriyor.

Avrupa bölgesinde sıfıra yakın büyüme, Türk mallarının ihraç pazarını daraltmaya devam ediyor.

Özel şirketlerin ABD doları cinsinden borçlarıyla finansman maliyetleri, durgun piyasada zaten daraltılmış olan ticari marjları sıfırlıyor. Bu nedenle yatırım programları askıya alınıyor.

Tüm durgunluk koşullarına rağmen gıda fiyatları yıllık yüzde 15 civarında bir hızla Türkiye emekçileri üzerinde büyük yoksulluk baskısı yaratmaya devam ediyor.

İşgücüne katılım, tarihsel olarak en yüksek noktasında, hizmet sektörü her yıl 1 milyon iş yaratarak zor bela resmi işsizliği 10 civarında tutabildi (İstihdam konusunda tarım ve sanayiden umut kesik). Özel güvenlik, tezgahtarlık, kuryelik, çağrı merkezciliği gibi işlerde doygunluk başladı ve genç işsizliği yeniden hızla tırmanışa geçiyor.

İşsizlik hızlı yükselirse, konut kredilerinde ve müteahhitler arasında zincirleme batışlar görülecek, gayrimenkul fiyatlarında süreklileşmiş düşüşlerin önü açılacak.

Bu faktörler, 2015 ortasında genel seçimlere giderken iktidar için son derece elverişsiz koşullar yaratıyor. Bununla birlikte gerek para ve sermaye piyasalarında, gerekse mali politikalarda olumsuz faktörlerin etkisini birkaç aylığına hissettirmeme motifinin öne çıktığını görüyoruz.

En basitinden, haftalık gösterge faizin yüzde 7,5'ta tutulması, akıl erdirilecek bir durum değil. Ve seçime üç hafta kalmışken geçtiğimiz hafta sonu, dövize büyük satış geldiği, yani Türkiye ekonomisine dahil olmaya çalışan ciddi miktardaki bir nakit sermayenin dövizini bozdurduğu konuşuluyordu. Ekonomi bakanına "ben demiştim dolar alan yanar diye"  dedirten bu girişin tesadüf olduğunu düşünmüyorum. Aynı bankacılık sisteminin yıl başından bu yana yüzde 8 faiz maliyetiyle taşıdığı tahvilleri faizlerin yüzde 10,5’e vurmasıyla zarar yazması gibi, ortada bir “zoraki gönüllülük”, yani sunî teneffüs tezahürü var.

Uzun vadeli ekonomik trendler ekonomideki temel faktörlerin değişmesiyle yön bulur. Kısa vadeli zorlamalar, haftalar hatta aylarla ölçülebilen sürelerde bu trendlere karşı durabilmenizi sağlayabilir. Ama bu geçici bentler, akıntının birikip patlamasına ve sel basmasına yol açma riski taşır.

Piyasa aktörlerinin iki aydır, bir koalisyon veya dışarıdan destekli hükümet riskini hiç ciddiye almaması, işte bu tür bentlerin haftalarla aylarla değil uzun vadeli çalışabileceği yanılsamasını barındırıyor. Halbuki AKP, iktidarını sürdürebilse bile, başkanlık sistemini mevcut ekonomik koşullarda halkoyuna götürmesinin imkansızlığı, tüm stratejisini kilitliyor. Hele de bu olumsuzlaşan ekonomik koşulları oluşturan faktörlerin 4-5 yıl boyunca ortadan kalkmayacağını gördükçe ANAP'ın 90'lardaki düşüş hikayesi gözünün önüne geliyor.

Tersinden bakarsak bir yaklaşıma göre, sandıktan çıkabilecek 270 altı sandalyenin bile bu süreci engellemek için fırsata dönüştürülmesi mümkün. Yani 4-5 yıl durgunluk yerine iktidarda zayıflayarak kalsa veya koalisyon partisi olsa bile "büyük komplo"ya bağlayabileceği bir kriz çıkarmayı "makus talihi"ni yenmek için bir fırsat olarak görüyor olabilir.

Peki, 4-5 yıllık bir durgunluk ve fakirleşme nasıl bir "kontrollü kriz" ile değiştirilecek? Seçim sonucu oluşacak kararsız ortam sermaye kaçışını tekrar başlatırsa büyük bir devalüasyon-enflasyon sarmalı oluşacak ve yeni hükümet, hem para basmaya hem de IMF ile yeni bir anlaşma yapmaya mahkum kalacak.

Hiçbir garantisi yok, zayıflarken tek parça kalması da çok güç, ama AKP Türkiye'nin geleceğini karartan bir cahil cesaretine sahip, sınırsız güçleri olduğuna ve dindar ve kindar nesiller üzerinde yükselecek "Yeni Türkiye"yi kendisi kuracağına emin olan bir faşist devlet organı haline geldi.

12 yıl genişledikten sonra 2 yıldır patinaj çeken ekonomi, geri kaymaya başlıyor ve tüm kurumlarıyla darmadağın edilmiş bir devlet aygıtının hiçbir alternatifi yok! İşte, "önce kaos diyorsanız alın size kaos" diyebilecek kadar gözü kara olmalarının temelleri bunlar. 8 Haziran 2015 tarihinde ana muhalefet haline bile gelse, AKP projesi, Türkiye devletinin “en realist” burjuva projesi olmaya devam edecek ve kendini bir krizle yenileyecek  gibi görünüyor. Bunun solunda ise devasa bir boşluk, uğrayacağımız bir büyük felakete kadar bu hastalıklı aygıta eşlik edecektir.

Türkiye sol hareketi 2013 Haziranına hazırlıksız yakalandı. Bunun ta 1977'den başlayan karmaşık ve tarihsel bir sürü nedeni var. Ama 8 Haziran 2015'te daha acı bir gerçekle yüz yüze kalacağız: Türkiye sol hareketi tam iki yıldır ortaya çıkmış olan siyasi boşluğu dolduramadı. 35 yılın hesabını boş verip, iki yılda neyi yapamadıysak onu yapmaya başlayalım.

erguncaglayan@gmail.com

twitter.com/ErgunCagl