'Strateji tartışması'

Milli demokratik devrim (MDD) görüşünü benimseyenlerle sosyalist devrim (SD) tezini savunanlar arasındaki “strateji tartışmaları” 1960’larda Türkiye sosyalist hareketine damgasını vurmuştu.   

Aradan yarım yüzyıl geçmiştir.

Kimilerine göre bu eski tartışma MDD görüşünün doğrulanmasıyla sonuçlanmıştır.

Varılan hükmün geçerliliği iki açıdan sınanabilir: 1) Türkiye’de son 50 yıl içinde bir milli demokratik devrim gerçekleşmiş, MDD görüşünün doğruluğu bu şekilde kanıtlanmıştır. 2) MDD gerçekleşmemiş olsa bile, solda ciddiye alınır her kesim bugün bu hedefin doğru olduğunu kabul etmektedir.

İlkini ciddiye alamıyoruz.

İkincisini de yabana atamıyoruz…

***

İkincisini yabana atamamamızın nedeni elbette bugün solun büyük bölümünün 50 yıl öncesinin MDD’sini aynen savunuyor olması değildir. Ne var ki, birilerinin “demokratik” ön ekini fuzuli bulması, başkalarının ise “milli” ön ekinden hoşlanmaması işin özünü pek değiştirmemektedir. İşin özü, “aşamalı devrim” anlayışıdır. Bu öz 50 yıl önce kendini MDD olarak ortaya koymuştu. Bugün, adı tam konmasa, fazla telaffuz edilmese bile kısalmış haliyle “demokratik devrim” yaklaşımı solun önemli bir bölümüne nüfuz etmiş durumdadır.

Yani işin özü “aşamalı devrim” ise, bu yaklaşımın taşıdığı ağırlığın yabana atılmaması gerektiğini söylüyoruz. 

Daha ötesini de söyleyelim: Bugün programlarında “sosyalist devrim” yazan örgütlerin özellikle yaşlı kuşaklarını biraz eşelerseniz alttan elbette 50 yıl önceki haliyle MDD değil, ama bir tür aşamalı devrim anlayışının çıkması büyük olasılıktır. 

Hem eski göz ağrısıdır hem de dünya sosyalist hareketinin tarihinde yeri vardır.

Azgelişmiş ve emperyalizmin güdümü altındaki ülkelerde “milli demokratik devrim”, gelişmiş kapitalist ülkelerde ise büyük tekelleri kuşatıp öyle yol alan “ileri demokratik devrim” etiketleriyle yıllarca kabul görmüştür. 

***

Aşamalı devrim yaklaşımının sol üzerindeki etkisinin yabana atılamayacağını söyledik; ancak bu söylediğimiz, aynı anlayışın maddi yaşamda, sınıf mücadelelerinde güncel bir karşılığı olduğu anlamına gelmiyor.

Tersine, herhangi bir ön ek taşısın taşımasın, aşamalı devrim yaklaşımının günümüzde geçerliliğini tamamen yitirdiği görüşündeyiz. 

Nedeni, aradan geçen yıllarda kapitalizmin hem ulus devletler ölçeğinde hem de uluslararası entegrasyon düzeyinde yaşamış olduğu yeniden yapılanmadır.

Birincisi: Günümüz dünyasında bir bütün olarak sermaye sınıfını kendi içinden ayrıştırarak bir kesimi başka sermaye kesimlerine karşı harekete geçirmenin, kendi çıkarlarının da karşılık bulacağı bir “devrim aşamasına” kadar taşımanın nesnel zemini kalmamıştır.

İkincisi: Bugün dünyada dış dinamiğin, yani kapitalist sistemle entegrasyon dinamiklerinin, içerdeki sınıfsal saflaşmalar ve sınıf mücadelelerinden “ayrı” bir yerde durup bunlara mutlak anlamda başatlık taşıdığı ülke yok denecek kadar azdır.

***

Bu turun ardından günümüz Türkiye’sine odaklanırsak kilit kavramın “devrim” olduğunu görüyoruz.

Türkiye’de sermaye sınıfının çıkarlarını kollayan siyasal partilerin kendi başlarına ya da koalisyonlarla, üstelik geniş halk kesimlerinin desteğiyle iktidara gelmeleri elbette mümkündür.

Sonuçta iktidar değişikliğidir.

Ama devrim başka bir şeydir.

Türkiye’de emekçi sınıfların düzen/parlamento dışına taşan hareketliliği, kendi kitlesel örgütlenmeleri, giderek bu örgütlenmelerle oluşan “ikinci bir iktidar odağı” gündeme gelmeden herhangi bir devrim ortamından söz etmek mümkün değildir.

Peki, ya bunların hepsi olur da  “ikinci odak” kendini demokratik hedefler ve taleplerle sınırlarsa?

Birincisi: Bu ülkede (özelleştirmeler ve işçi sınıfının kayıpları başta) 12 Eylül 1980’den sonra, geçtiğimiz 15 yılda da AKP eliyle gerçekleştirilenler ortadayken “demokratik” talepler formel demokrasi sınırları içinde karşılanamaz. İkincisi: Günümüzde “demokratik” denilen taleplerin bile sermaye sınıfının öz çıkarlarıyla, alıştığı rahatlıkla vb. bağdaşabilecek yanı kalmamıştır.

Kısacası demokrasi, üzerinde sıçramaya başlandığında sıçrayanı çok ötelere taşıyacak bir tramplen haline gelmiştir.

Ya aşamalı devrimde ısrar edecekler?

Onlara da “emek gücünün bir meta olarak alınıp satılmasına son verilmesinin” aslında demokratik bir talep olduğu söylenip böyle bir ikna yolu denenebilir.