"Kadınlar cinsel tacizden kurtulmak istiyorsa, kaltak gibi giyinmemeli" (Kanada, Toronto Üniversitesinde bir polis amiri)
"Dekolte giyenin tecavüze uğraması sürpriz değil" (Türkiye'de Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Orhan Çeker)
***
Malumunuz 8 Mart haftasındayız. Böyle takvimlerde duygunun ağır basmaya meyletmesinde, bol ünlemli konuşmalarda, kürsülere vurmalarda, coşup taşmalarda, “asıl 8 Mart neydi?” dürtmelerinde, şirketlerin 8 Mart özel kampanyaları karşısında tekrar ve tekrar küplere binmelerde elbette şaşılacak bir yan yok. Ancak ötesine de bakmak gerekir.
Ötesi, mücadeleye, gidişata bütün olarak bakabilmekte.
“Bütün”de(global bütün, dünya konjonktürü) ise ilginç denilebilecek bir nokta var:
Karl Marx’ın önceki yüzyılda Komünist Manifestoda devrimci roller atfederek, “katı olan her şey (din, aile, gelenek, “donmuş ve sabit ilişkiler” vb) buharlaşıyor” dediği ne varsa, bugün karşımızda daha da katılaşmış halleriyle mevcutlar. (1)
Kestirmeden ifade etmek gerekirse, “buharlaşmayıp katılaşanın” anlattığı şeylerden biri de bugünün dünyasının, geçmiştekinden farklı biçimde bile olsa “daha dinsel bir dünya” olmasıdır.
“Daha dinsel bir dünya” derken?
Düzdünyacı tarikatlardan yükselen evangelizme, Trump’ın kitlelerin ruhunu okşayan mesiyanik söylemlerine, Avrupa’da aşırı sağın gardını dini göndermelere yaslanan İslam karşıtlığıyla şişirmesine, dünyanın pek çok yerinden İŞİD’e gönüllü katılıma, Türkiye’de bir dönem “kanlı mı kansız mı” olacağı tartışılan işlerin bir iktidar programına dönüşmesine vs pek çok olgu sayabiliriz.
İşin daha da ilginç yanı aslında “daha dinsel bir dünya” sürekli din propagandası yapılan bir dünya değildir. Sözgelimi Soner Yalçın gibi “dincilikle” anılamayacak bir zatın “aşı karşıtlığı” işine girişmesinde, “daha dinsel bir dünyanın”, gericiliği bir ana motif, zamanın ruhu, hegemonik unsur olarak kurabilmesi ve hiç beklenemeyecek alanlarda bile kendini üretebilmesi vardır.
Sonuçta Türkiye de “daha dinsel bir dünyada” yerini bizatihi AKP rejimi ile almıştır. Müftü nikahından, arabuluculuğa, Diyanet kurumunun yaşamın her alanına sızmasına, çok çocuk ve evlilik propagandasına vb pek çok uygulama, rejimin kadın düşmanı karakterinin, nasıl da “dinselleştirmeyle” yoğrulduğunu göstermektedir.
Konu gericilik ve “dinselleşmiş bir dünya” olduğu için Türkiye elbette türünün orijinal örneği ya da “biricik” değildir. Yazının girişindeki alt alta iki söz bunu anlatıyor aslında.
İyi de tüm bunlar, “daha fazla dinselleşmiş dünya” gerçeği ne ifade ediyor?
Bugünün dünya-tarihsel konjonktüründe “dinsellik” erkek egemenliğinin en güçlü kaynaklarından biriyse, laiklik vurgusu bugün geçmiştekinden daha fazla feminist bir talep olmalıdır.
Daha açığı, kadınların böylesine dinci gericilikle kuşatıldığı bir dünyada, tutarlı olunacaksa laiklik denildiğinde feministler ilk akla gelenler olmalıdır.
Bunu tamamlar şekilde başka cephelerden verilen dinci gericiliğe karşı mücadele de daha fazla “feminize” edilmelidir. Diğer bir deyişle, “kadın düşmanlığını” görmeyen, kadının kurtuluşunu dert etmeyen “steril bir laiklik” savunuculuğu bugünün gerçeğine iyi bir cevap olmamaktadır.
Neoliberalizm kadını keşfetti
Yaklaşık 30 yıldır, “işgücünün feminizasyonu” olarak nitelenen bir olgu var.
Kuşkusuz çıplak anlamıyla “emeğin kadınlaşması” yeni bir olgu değil. Öyle ki 8 Mart’ın tarihsel dayanaklarından biri olarak, işçi kadınlar gerçeği kapitalizm kadar eski. Ne var ki özellikle 1970’lerden beri neo-liberal politikalar ekseninde bu süreç oldukça hız kazanmıştır.
“Emeğin feminizasyonu” lafıyla cilalanan, kayıt dışı, taşeron, esnek, ağır çalışma koşullarının ve askeri çalışma disiplinin olduğu, düşük ücretli, güvencesiz işlerin gözde adresinin kadınlar oluşudur.
Sosyal devlet uygulamalarının lağvedilmesi, hemen tüm yükün kadının sırtına binmesi vs bilinen olgulardır. Daha önceki bir yazımızda belirttiğimiz gibi aslında şimdiye dek henüz tam olarak ortaya çıkarılmamış potansiyelleriyle kadınlar, sermaye için çığlıklarla yağmalanan Amerika kıtasına benzemektedir.
Yağma şudur örneğin;
“Kadınlar Güney’deki ihracata yönelik üretim yapan fabrikalarda devam eden bu sürecin ve Güneydoğu Asya ‘kaplanları’nın o çok övünülen büyüme mucizesinin gerisinde yatan temel aktörlerdir. İhracat amaçlı üretimin ve serbest pazarın kadın istihdamını arttırdığını, 1970 ile 1990 arasında büyüme hızlarında ve ihracatta en yüksek artışın görüldüğü ülkelerde kadınların toplam işgücü içindeki payının da artıyor olduğundan hareketle ileri sürmek mümkündür. Gerçekten de örneğin Güneydoğu Asya’da bu rakam %25’ten %44’e çıkmıştır Bugün sıklıkla söz edilen Çin mucizesinin ardında da böyle bir gerçek yatmaktadır.”(2)
Türkiye’den bir örnek verelim: 2004 ile 2013 yılları arasında, kadınların istihdamında yarı zamanlı işlerin payı yüzde 7.2’den yüzde 24.8’e yükselmiştir.(3)
AKP’nin bir yandan kadınların istihdamını(esnek, güvencesiz vs) artırmak ama diğer yandan çok çocuk yapan kadınlar istemesinin ardındaki sır da budur. Kadın hem çalışacaktır hem doğuracaktır.
Tüm bunlardan bir gerçeğe varıyoruz, bugünün işçi sınıfı dünden daha fazla kadındır.
Dahası en kötü koşullarıyla neoliberal politikalar, emek sermaye çelişkisini, daha somut olarak patron işçi çatışmasını hiç olmadığı kadar toplumsal cinsiyet çatışmalarıyla çevrelemektedir. Ücret farkları, cinsiyetçi işbölümü, kreş hakkı, mobing, taciz vb.
Geçmişte nasıldı ve nasıl olması gerekirdi tartışmasını kenara koyalım. Ancak bugün, sömürünün bir adının “emeğin feminizasyonu” olduğu bir dünyada, sınıf politikası toplumsal cinsiyet açısından nötr bir alan olarak kurgulanamaz. Dolayısıyla buradan hareketle kadın mücadelesini “sınıf eksenine çekmeye çalışmak” yetmez ama aynı zamanda yoksulluktan emek sürecine sınıf politikasını da “feminize etmek” gerekir.
Notlar
1- Bu bir tür öngörü hatasından çok, Marksist metodolojiye ilişkin bir tartışmayı davet etmelidir. Burada da mutlaka, bütünün gelişimi ama eşitsiz ve bileşik gelişimi olarak prekapitalist yapıların bütüne yeniden nasıl içerildikleridir konu. Bu tartışmayı daha ayrıntılı olarak Yön dergisinin Mart sayısında yazdım.
2- http://cins.ankara.edu.tr/13_3.pdf
3-Kapitalizm, Ataerkillik ve Kadın Emeği, Der: Melda Yaman-Saniye Dedeoğlu, Sav Yayınları(2016); s.29