Sosyalizmi erkeklere bırakmak ya da ezilenleri kovmak!

Son günlerde belki de uzun zamandır pek görülmeyen bir tartışma canlılığı var. Konu malum, “toplumsal cinsiyet ve kuir” tartışmaları. Karşılıklı köşe/forum yazıları bir bir ortaya dökülüyor. 

Bir kısmı sosyal medyadan da yürüyen bu tartışmanın ilginç çıktılarından biri de bir “karşılaşma anını” tüm çıplaklığıyla ortaya koymasıdır.

Ne tip bir “karşılaşma anı”? 

Bu tartışmada radikal feminist sosyalist olanla, sosyalist olan trans aktivistle, kuir savunan kendine komünist diyenle, devrimcisi liberal addettiğiyle “karşılaşmıştır”. Her konuda fikir beyan etmeden duramayanı da, çok matah bir şeymiş gibi “bunlar ilgi alanıma girmiyor” diyeni de bu “karşılaşma anının” parçası olmuştur.

Nihayetinde herkesin biraz kendi konumunu berkittiği, boşluğunu, eksiğini fark ettiği ya da yıllar yılı kenarda duran hasedini, öfkesini, fırsat bu fırsat deyip ortaya döktüğü bir tablo çıkmıştır karşımıza.

Bu tablonun iki unsuruna odaklanmak istiyoruz.

Bir tarafta yekpare/homojen/ “ana akım” bir feminizm varsayımı var; “kimlikçi”, liberal, mücadeleyi bölen, mahalle yanarken saç tarayan, tuzu kuru, akademik, “erkek düşmanı” bir feminizm bu.

Diğer tarafta yine homojen bir blok, yekpare, hepsi birbirinin aynısı bir sol/sosyalizm (hareketi) varsayımı var;  köhnemiş, eril, kadınların öznelliklerini yutan, mansplaining erkeği yoldaşların meseleleri sosyalizme havale ettiği, cinsiyetçi gelenekleriyle gurur duyan bir sol/sosyalizm bu.

Üstelik bu iri kıyım kategorizasyonlar iç içe geçiyor.

Sözgelimi bir “transfeministin”, feministi eleştirmek ya da “karalamak” için aklına gelen, feminizmin zaten “sol yapılar içinden gelme” olduğudur. Hangi feminizm, hangi sol ya da “sol yapıdan gelmek niye kötü olsun” soruları büsbütün gündem dışıdır. Bu feminist kadınlar, taleplerini “erkek yoldaşlarına iletmekte” ya da “proletarya diktatörlüğünden pay almak” için erkeklerle yan yana olmaktadır.

Buradaki oldukça kaba bir karikatürleştirmedir. Erkeklik zehri öylesine güçlü, kadınlık öylesine ezilmeye meyyal bir şeydir ki onları sosyalist/feminist olmak bile etkilemez. Dahası her taşın altında sosyalist (erkek) bulma marifeti, sosyalist bile olsa kadınların nasıl bir kıyıcılıkla/görünmezlikle karşı karşıya kaldığını göstermektedir.

Diğer yandan “hangi sol” sorusunun, sağcı bir taşra kahvehanesindeki muhabbetlere fon olan “ince” bakışı hatırlattığını da kabul etmek gerekir. Solcular işte, dehaşkapece, cehape, devyol vardı bi…

Bu karşılaşmanın gösterdiği, bir transfeminizm yorumu için kötü-kaka feminizmin altından kötü-kaka sosyalizmin çıktığıdır. 

Hizalama bu şekilde yapılınca yeniden ve yeniden  “sosyalizm eşittir solcu erkek” formülü etrafında zehir akıtmalar, cis ön ekiyle mimlenen kimi feminizmler tarafından da bir yarışa dönüşmüştür.

“Sosyalizm eşittir solcu erkek” genellemesi kadar yanlış olan, “feminizm eşittir liberal kimlikçilik” genellemesidir ki bu tartışmada bir kez daha hararetli biçimde temayüz olmuştur.

Bir parantez açalım…

Bu genellemelerin ötesinde 8 Mart yazısını partinin erkek Genel Sekreterinin yazabildiği ya da “kadın sorunu kadınlara bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir” diyebilen, “sosyalizm eşittir solcu erkek” tanımına uyan “sosyalistler” olduğu gibi, “siyah güzeldir, türban güzeldir” diyen ya da piyasanın görünmez elini kadının güçlenmesi olarak yücelten, “feminizm eşittir liberal kimlikçilik” tanımına uyan feministler elbette vardır. 

Sorun, bunların türünün örneklerinden biri olarak görülmesi yerine genellenmesi.

Tekrar genelleme meselesine dönersek…

Örneğin “komünist” bir başka tarafa göre tüm bu hengame zaten çok anlamsızdır, zira feminizm ya da LGBTİ+ hareket bizatihi kimlik politikasıdır, bunun sosyalisti, Marksisti filan da olmaz. Burada feminizmler, neoliberalizmin torbasına, sınıfı bölen hainler kümesine hınçla atılır. Düzen tam da bunlar sayesinde yolunu bulmaktadır. 

Feminizmi ve LGBTİ+ hareketi kazırsanız altından neoliberalizm ve kimlik siyaseti çıkacaktır.

Feminizme karşı duyulan bu “sol soslu” öfke öylesine patetik bir hal almaktadır ki sanırsınız Paris Komünü'nün yenilgisinde, 1905’te, Berlin Duvarı'nın yıkılışında, 12 Eylül’de, işçi sınıfının bir türlü ayağa kalkmamasında ve daha pek çok melanette “feministler” vardır. 

Hizalama bu şekilde yapılınca “ezilenler eşittir kimlik siyaseti, kimlik siyaseti eşittir neoliberalizm” terkibine olanca şevk ve coşkuya katılanlar da yerini alacaktır. 

Kötü olan, serseri mayın misali dolaşan bu fikirlerin “işte solcular böyle” karikatürlerine vesile oluşturmasıdır.

Kavramlardan, kuramsal incelik ve soruşturmalardan geriye, “feminizm erkek düşmanlığı, sosyalizm çalışma kampları” vasatını çağrıştıran ilkel bir gardlaşma kalmaktadır.

Oysaki neoliberalizm kesişim kümelerini çoğaltmaktadır; kimlikler sınıflaşmakta, sınıflar kimlikleşmektedir. Ne feminizmi kimlik siyaseti bohçasına doldurup ezilenleri sosyalizmden kovabiliriz ne de sosyalizmi erkeklere bırakabiliriz!