Sosyalizmde düşmez kalkmaz örgüt ve kale arayışları 

Buradaki yazılarımızda zaman zaman Türkiye’de sosyalizmin “iç sorunları” denebilecek konulara değindiğimiz oluyor. 

İfrat ve tefritin özel önem kazandığı bir alandır. 

Sosyalizmin iç sorunlarına neşter vuracağım derken ifrata kaçılması psikolojizme düşme tehlikesini beraberinde getirir.  

Sonuçta yazıları ağlama duvarına çevirir; sosyalizmi umutsuz bir dava, sosyalistleri de bir türlü bitmeyen ergenlik sorunlarıyla uğraşan işe yaramaz kişiler gibi gösterir.  

Tefrit ise tam tersidir: Kol kırılır yen içinde kalır mantığıyla sanki hiç sorun yokmuş gibi davranılır. 

Aslında, ifrattan ve tefritten kaçınılması öyle büyük ustalık gerektirmez. Salim kafa ve belirli bir sorumluluk duygusu yetecektir. 

***
Sosyalizmin sorunları dedik, bu sorunları kim yaşıyor?

Kabaca, örgütlü sosyalistlerle örgütlü olmayanlar şeklinde bir ayrım yapabiliriz.  

Bizce örgütlü sosyalistlerin en önemlisi denmese bile başlıca sorunlarından biri örgüt fetişizmidir. Burada “örgüt fetişizmi” kavramını yaygın bilinenden farklı bir anlamda kullandığımızı hemen belirtelim ve açmaya çalışalım. 

Türkiye’de sosyalist hareketin birtakım genel sorunları vardır. Sosyalist örgütler/örgütlü özneler de kendi sorunlarıyla boğuşur. Örgüt fetişizminden kastettiğimiz, ancak tikel ve özel olabilecek örgüt sorunlarının, sosyalizmin genel sorunlarının bire bir yansıması, izdüşümü sayılmasıdır.

Sosyalizmin genel sorunlarıyla sosyalist örgütlerin özel sorunları elbette birbiriyle bağlantılıdır. Ancak ne genel sorunlar belirli bir örgütün kendi dünyasına sığdırılabilir, ne de örgütteki özel durumlardan kalkarak sosyalizmin genel sorunlarına ulaşılabilir. 

Genel ile özel arasında, dolayımları atlayarak bire bir ilişki kurulması yöntemsel bir hatadır; ama sonuçta bu hata, mekanik determinizm ve nihayet fetişizm gibi daha rahatsız edici eğilimlere kapı aralar. 

Buradaki özel karşılığıyla örgüt fetişizmi ne getirir? 

Birileri, ülke genelindeki sınıf karşıtlıklarının ve mücadelelerinin (bir şekilde) örgüt içinde de sürdüğünü düşünmeye başlar… Örgüt içindeki farklı bir düşüncenin altında, ülke genelinde sermaye sınıfının belirli bir tercihi ve yönelimi aranır…

Örgütteki ideolojik tartışmaların orada “görünmeyen” taraflarından biri burjuva ideolojisidir… Ve bu sorunlar örgütte çözüldüğünde, ülke genelinde sosyalizmin önünün de açılacağına inanılır…  

Ülkede sosyalizmin geleceği bir yana, en azından zihinsel sağlık açısından bu tür bir “determinizmden” uzak durmak en iyisidir…

***

Ya örgütlü olmayan sosyalistler? 

Temel sorunları, sosyalizmin Türkiye’de ve dünyada aldığı 1980 ve 1991 darbelerinin ardından, üstelik umut verici bir sınıf hareketinin/sosyalist hareketin yokluğunda, yenilmişlik ve çaresizlik duygusunu bu kez örgüt değil de başka fetişlerle aşmaya çalışmalarıdır…

Yukarıda sözü edilen darbeler ve ardından gelen liberal savrulmalar insanlarda “acaba şimdi hangi kale düşecek” kaygısıyla birlikte, göze kestirilen ve düşmeyeceğine inanılan kale arayışlarına yol açmıştır.  

Kale arayışları bağlamında örneğin Küba az çok anlaşılabilir bir örnektir. Gelgelelim iş burada kalmamakta, çoğu sanatçı olmak üzere böyle bir iddiası olmayan kişilere bile düşmesiyle büyük düş kırıklığı yaratacak kaleler gibi bakılmaktadır. 

Sahi, Bülent Ortaçgil ve Derya Köroğlu gibi isimlerin, ne söylemiş olurlarsa olsunlar bu kadar önemsenip mesele yapılmaları ve tartışılmaları normal bir durum sayılabilir mi?  

“Bu sosyalistlerin başka derdi mi yok” diye sorulursa haksız mı olur? 

***

Kuşkusuz sorun yukarıda rasgele verilen örneklerle sınırlı değildir.  

Umutsuzluk ve çaresizlik duygularının beslediği güncel/yaşayan kale arayışları, bu kaleler azaldıkça bu kez geçmişe dönmekte, zamanında zinhar düşmemiş ama bugün yaşamayan başka kalelere yönelmektedir. 

Öznel mutsuzluk ve umutsuzlukları çevreye de yayma açısından, halen yaşayan kale arayışlarından daha zararlıdır.  

Neyi kastettiğimiz tam anlaşılamadıysa, bu portalde 21 Ağustos 2018 tarihinde yayınlanan “Metin Oktay, Tanju Çolak ve Sol” başlıklı yazımıza bakılabilir.