Başlık olarak bir iddiayı yazmamızın basit bir nedeni var, Türkiye’de sosyalizm mücadelesinin güncel sorunu budur. Bugün, bu iddiayı ortaya koymak ve gerçekleşmesi için mücadele etmek devrimcilik sosyalistlik iddiasının başlangıç noktasıdır.
Küçük dünyada büyükmüş rolü yapmak
Bu yazıda konumuz sosyalist sol.
Tartışmaya başlarken, Türkiye solunun önemli bir kısmını esir aldığını düşündüğümüz küçük dünyalara hapsolma sorunu üzerine hep beraber düşünmemiz gerekiyor.
Türkiye, tarihinin en kritik kırılma noktalarından birisinden geçiyorken...
İktidar, yoksul emekçi halkın neredeyse yaşam hakkını elinden alacak, çok boyutlu bir saldırı içine girmişken.....
Ve en önemlisi Türkiye halkları ciddi bir direnme eğilimi gösteriyorken, Türkiye solunun içinde bulunduğu durum için, normal demek mümkün değil.
Geçtiğimiz günlerde gecikmeli olarak Nuri Bilge Ceylan’ın “Kış Uykusu” filmini izleme şansım oldu. Kış Uykusu’nun bana göre, en etkili cümlesi, Aydın’a söyletilmiş; “Küçük bir krallık ama burada kral benim”.
Türkiye solunun pek çok öznesinin durumu işte bu.
Meselenin kişisel-psikolojik tarafları bir yana, Türkiye solu için en önemli görevlerden birisi bir politik özne, gerçek bir güç olarak konumlanmak.
Siyaset güç bir iş ve daha önemlisi bugün ülkemizde siyaset esas olarak bir güç işi...
Yıllarca haklı olduğuna inanan ancak bu haklılığını gerçek-toplumsal bir güç haline dönüştüremeyen Türkiye solu, ağırlıklı olarak durumunu kabul etmiş ve içinde bulunduğu durumu teorize etme uğraşına girmiş durumda. En doğru, en uzak görüşlü, en haklı, en iyi Marksist, en iyi Leninist, en devrimci, en komünist... olmak başlı başına çok önemli görülüyor.
O kadar ilginç ki, artık bütün gelişmeleri önceden biliyor olmak, sonrasında “biz bunu görmüştük, söylemiştik” demek bir övünme konusu sayılmaya başlanmış. Bütün olacakları görüyor olmamıza rağmen, neden müdahale edemiyoruz, engelleyemiyoruz ve emekçi sınıflar lehine kazanım elde edemiyoruz sorularını pek soran yok.
Berbat bir durumu önceden görmüş olmanın verdiği mutlulukla yaşamaya devam eden, üstelik bu berbat durumu siyaset yapma tarzını aynen devam ettirmek üzere gerekçe kılan pek çok “özne”, pek çok “öncü örgüt” var.
Buradan devrimcilik çıkmaz.
Bu tablo kabul edilemez.
Cin olmadan adam çarpmak!
Buraya kadar söylediklerimizin tam tersi gibi duran, “küçük dünyalardan çıkmak” adına “cin olmadan adam çarpma” iddiası taşıyan eğilimleri de atlamamak lazım. En geniş tanımıyla solun içinde bir kısım, CHP ya da içindeki bir gruba, diğer bir kısım da Kürt hareketine veya içindeki bir eğilime neredeyse iltihak ederek, büyük güç numarası yapıyorlar.
Devrimci siyaset aynı zamanda bir ittifaklar sanatıdır.
Fakat Türkiye solunun bu bölmesi de büyük ittifak projelerine sahip olmakla beraber kendisi ittifak yapabilecek bir güç değil.
Yıllar önce sevgili Ender’in ittifaklar üzerine dillendirdiği köfte-ekmek tezini hatırlatmak isterim. Halkın diyalektik bilgisine de örnek vererek, “ne kadar ekmek o kadar köfte” diye anlatmaya başlamış, sonra bir bilim dergisi yöneticisi olduğunu hatırlayarak “ne kadar proton o kadar elektron” diye devam etmişti.
Siyasette öz gücü olmayanların girdikleri ittifak ilişkilerinde de sonuç alamayacaklarını buna benzer çeşitli örneklerle anlatabiliriz. Benim en sevdiklerimden birisi “el eşeğine binenin ne zaman düşeceği belli olmaz” sözüdür.
Gerçek ittifaklar gerçek güçler arasında yapılır.
İddia, inat, irade ve mutlaka cesaret
Türkiye sosyalist hareketinin önündeki temel sorunlardan birisi, toplumsal tabanıyla mevcudun çok ötesine geçen yaygınlık ve derinlikte ilişki kurmaktır.
Bunun yolu, hiç kimsenin itiraz etmeyeceği ve mutlaka doğru olan bir takım ezberlerimizi tekrar edip kendi köşemizde oynamaya devam etmekten geçmiyor. “Boş verelim ezberlerimizi, salalım kendimizi hayatın akışına” dediğimizde varacağımız yerin hedeflerimizle bir ilgisi olmayacağını da biliyoruz. Öyleyse ezberlerimizle hayatın, ülkemizin ve en önemlisi emekçi halklarımızın ihtiyaçları arasındaki köprüyü kurmak durumundayız.
Günün gerçek kavga başlıklarına emekçi sınıflar adına ve emekçi sınıflarla birlikte girme cesareti göstermek, sosyalizmi Türkiyelileştirmenin tek yoludur. Sosyalizm emekçi sınıfların kurtuluş umudu, Türkiye’nin sorunlarını çözecek bir siyasal-örgütsel odak olarak görünür olmalıdır. İlkeli ve tutarlı bir devrimci siyaset ancak sermaye sınıfıyla yumruk mesafesinde dövüşerek üretilebilir.
Türkiye için sosyalizm sadece gerçekleşebilir bir hayal değil, bir zorunluluktur.
Bu ihtiyaç saptanmalı, bu iddia ortaya konulmalı, akıl, yürek ve bilek inatla, emekle bu doğrultuda bir yola çıkılmalıdır.
Kendi mevcut durumunu kabul etmeyen, başta emekçi sınıflar olmak üzere bugüne göre çok daha geniş bir etki alanı yaratan ve bunu yaptığı ölçüde Türkiye’nin kaderini değiştirecek bir sola ihtiyacımız var.
Cesaretle ileri atılmayı göze alan bir tarzın egemen hale geldiği, karşılıklı öğrenme-öğretme ilişkisini mütevazi ve bir o kadar iddialı bir biçimde ortaya koyabilen sol ülkenin geleceği açısından önemli mevziilere tutunma imkanı da bulacaktır.
Türkiye’nin içinden geçtiği dönem, karanlıkların yanında sosyalist hareket için olanakların kısıtlardan çok daha büyük olduğu bir dönemdir. Sol, tüm enerjisini, birikimini bu olanakların değerlendirilmesine odaklamalıdır
Temel mesele 5. gücün, sosyalizmin bağımsız sesinin, işçi sınıfı ve emekçileri temsil edecek biçimde büyük güçler alanındaki yerini almasıdır.
HAZİRAN bir de bu açıdan değerlendirilmelidir.