Sosyalist teleskop

Gelebilecek eleştirileri de göze alarak olabildiğince net yazalım ki, Ezop diliyle değil dobra dobra tartışılsın.

Bugün Türkiye emekçilerinin önündeki yakıcı sorun, “kapitalizm mi sosyalizm mi” sorunu değildir. Henüz o aşamaya gelmedik.

Bugün önümüzdeki sorun, “bağımsız, demokratik, laik, aydınlık, emekten yana bir toplum” mu olacağız, yoksa “emperyalizme bağımlı İslamcı bir burjuva diktatörlüğü” mü sorunudur. Kritik mücadele bu mevzide veriliyor.

Bunu bu netlikte ifade edip bilince çıkarmayanlar, hayatın, daha doğrusu politikanın dışına düşerler. Mevziye giremezler, siyaset arenasında yer alamazlar.

Böyle bir tespit yapmak, sosyalizm hedefinden vazgeçmek, sosyalizm için mücadeleyi ertelemek anlamına gelmez. Devrim ve sosyalizm için verilecek mücadelenin aşamalı ve sürekli karakterini vurgulamaktır söz konusu olan.

Stratejik hedefe taktik inceliklerle ulaşılabilir. Stratejiye kilitlenmek, o stratejinin taktiklerini ustalıkla uygulamaktan geçer, yoksa sürekli o stratejik hedefi tekrarlamaktan değil. Aşamaları reddedenler, o günün yakıcı konusu olmayan sonul hedefi tekrarlamakla yetinirler ve sıcak mücadelenin dışında kalırlar. Aşamaları reddeden hedeften de vazgeçmiş demektir, ne kadar “radikal” laflar ederse etsin. Asgariyi es geçen, azamiye ulaşamaz.

Konuyu kuramsal olarak kavrayamayanlar, son yıllarda yaşadığımız büyük kitle hareketlerinde, emek mücadelelerinde ileri sürülen taleplere ve atılan sloganlara bakarlarsa, durumu bütün çıplaklığıyla görebilirler.

Emekçi kitleler, başta Haziran Ayaklanmasında olmak üzere, bir yıldır özgürlük, laiklik, aydınlanma, bağımsızlık, demokrasi, kardeşlik için meydanları doldurdular; henüz sosyalizm için değil. Sosyalistlerin görevi, henüz yakıcı olmayan bir hedefi kitlelere dışarıdan dayatmak değil (zaten bir faydası olmaz); yakıcı olan bu taleplere sahip çıkmak ve bu taleplere sosyalizm hedefine kilitlenerek ve emekçi ağırlığını sağlayarak ulaşılabileceğini kitlelerle birlikte yürütecekleri pratik içinde adım adım göstermektir.

Kaldı ki, tarihte sosyalist karakterdeki hiçbir devrim “Yaşasın sosyalizm” diyerek gerçekleşmemiştir. Çin devrimine, Küba devrimine dudak büken arkadaşlar, isterlerse Ekim devrimini incelesinler. Bu devrimin temel sloganları “Savaşa Hayır” ve “Açlığa Hayır” idi. İktidar hedefi ise “Bütün İktidar Sovyetlere” sloganıyla tarif edildi.

Ekim devrimi, öncesinde olduğu gibi, sonrasında da aşamalı bir süreçtir. Ekim 1917’de hemen sosyalizme geçilmedi; böyle bir zorlama yapılsaydı başarısızlık kaçınılmaz olurdu. Hatta 1921-26 arası, bizzat Lenin’in “denetimli bir devlet kapitalizmi uygulaması” diye nitelediği NEP dönemidir. 1924 yılında ölen Lenin, sosyalist kuruluş aşamasını hiç göremedi. Çin devriminin aşamalı karakteri ise çok daha belirgindir; dikkatle incelenmesini öneririm.  

***

Konunun felsefi bir boyutu da var. Politikalarımızı neye göre tespit edeceğiz: Kendimizce “olması gerekene” göre mi, yoksa “olana” (olguya) göre mi? İdealizm ile materyalizm arasındaki temel ayrımdır bu. “İdeal” mi önde gelir “materyal” mi? “Materyal”i dikkate almayan “ideal”e ulaşamaz.

Ne demiş Campanella, Galileo’yu savunurken: “Velev ki kutsal kitabın söyledikleri ile doğanın gösterdikleri çelişti, hangisini temel alacağız?” Gerçeğe ve daha doğruya kutsal kitabın yorumlarıyla değil, Galileo’nun teleskopuyla ulaşıldı.

Eğer “sosyalist kilise” değil de gerçekten “sosyalist odak”sak, önümüzdeki yakıcı hedefi de sosyalizmi de ancak o teleskop ile görebiliriz.