​S​orular ​ve ​​itirazlar (Siyasapati - 6)

Kişilik bozukluklarıyla kolekt​if çalışmanın güç ve sağlık kazanması arasında​ki​ ters ilişkiyi göstermeye çalışırken karşılaştığım soru ve itirazları, "şimdilik" kaydıyla kısa,​ değini düzeyindeki yanıtlarımla birlikte sıralamak istiyorum.

  • Bu malum kişiler niye Türkiye'de hayatımızı daha fazla belirliyor?

Yanıtı tartışmalı bir soru. Her şeyden önce kuşaklar boyu kentlerde bir arada yaşamış bir toplum değiliz. Toplumda hesap sorma alışkanlığı yok, cuntalardan, siyasi baskıdan kaynaklı korku, Özal'dan beridir en alttakinin bile "bundan bana ne kıyak düşer" fikrine, yani cahil/dar bir çıkar algısına sahip olması... Türk toplumunun antisosyal davranışlara karşı "uzak durma" eğilimini tercih etmesi, özellikle Uzakdoğu toplumlarındaki dışlayıcı ve eterne edici tepkilerden uzak durması, dolayısıyla bu tür sınır bireylerin toplum dışı kalarak suça itilmemesi, tersine "içimizde" kalabilmesi. Ayakta kalabilmek için başarıya ihtiyacı olmayan bir çok toplumsal örgütlenmede kariyer yapabilmeleri…

  • Bu kişiler nasıl deşifre edilecek? Bunlar aynı zamanda yetenekliyse örgütler bunlardan yararlanamaz mı?

Şüphesiz! Bilimsel deneylerle maymun topluluklarının olağanüstü durumlarla baş etmek için antisosyal özellikler gösteren bireylere ihtiyaç duyduğu ıspatlanmış. Ama sadece olağanüstü durumlarda. Etkin bir kolektivite, antisosyal özellikler gösteren bireylerin yeteneklerini tüm duygusal sığlık, belleksizlik ve yalancılıklarına rağmen kullanabilir. Kurdukları "oyun"ları deşifre edebilecek bir şeffaflık yerleştirebilir, birikmiş başarısızlıklarını "şimdi durum başka" diye satmalarını önleyecek, kolektif bir hafıza oluşturabilir.  Şeffaf bir örgütsel işleyiş ve amaç-araç bütünlüğü çeşitli arızaları ve eksiklikleri nedeniyle düzenli katkı koyamayanları hem görünür kılar, hem de onlardan kısmen yararlanmayı başarabilir.

  • Şimdiki örgütlerin yöneticileri arasında çok fazla davranış bozukluğu gösteren birey bulunduğunu iddia etmek bir tür "örgüt düşmanlığı" olmaz mı?

Evet mevcut örgütlere karşı olur, ama gerçekten örgütlenme fikri için bir zorunluluğu gösterir: Mevcut örgütlerdeki (tabelalar demeyi tercih ediyorum) bireysel/duygusal ağlar, örgüt-hedef bağlantısını kopararak, hem antisosyal manipülatörlere alan açıyor, hem de hesap verme ihtiyacını ortadan kaldırıyor. Böylelikle statükoculuk tüm kararlarda temel içgüdü haline geliyor.

  • O zaman geleneksel sol birikim nerede? Çöpe mi gidecek?

Geleneksel sol birikim biziz, başka kimse yok ki! Yani biz veya yanımızdaki başka bir ekip toplumla siyasi hedef arasındaki bağı kurup, gerçek örgütler inşa etmeye başladığı zaman, orada yeşerecek olan rastlantısal bir siyaset değil, birikimin kendisi olacak. Daha doğrusu kim birikmiş, kim birikmemiş orada ortaya çıkacak. Bugün 300 satan ve kim bilir kaç okunan dergilerde kim daha birikimli diye bakılmıyor. Çünkü birikim, henüz iddia halindeyken kiloyla ölçülemiyor.

  • Acil sorun solun birliğiyse, bu söylem sol örgütleri düşman etmez, birliği ihtimal dışı bırakmaz mı?

Acil sorunun solun toplam yükselişine yol açacak kurumsal yanı güçlü bir eylem birlikteliği olduğu, en azından son üç yıldır sabit gündem! Ama solun birliğinin, halkın gündelik talepleri ve insanca yaşam hakkı için acil örgütlenme ve sayıları çoğaltma ile bir ilgisi olmadığını düşünen etkili sol kadrolar var. Veya aynı anlama gelmek üzere, bu tür birlik girişimlerine dışarıdan kolayca algılanabilir şekilde “bizim tabelaya bundan ne fayda gelir?” diyenler. Bunlar birlik girişimlerini etkili, ısrarlı ve de başarılı bir şekilde dinamitliyorlar.

Yılmadan ama minimim bir noktadan yeniden denenmeli. Gerçekten kolektif, gerçekten şeffaf örgütler kurmaya dayanışma alanından başlanabilir. Çünkü orada yapılan işin çoğaltılması “kötü adamlar”ı kovmaya yetecektir. Zaten kötü adamlar, o işleri hor göreceklerdir. Dayanışma tabii ki bir parti, ideolojik mücadele, bir siyasi aygıt ihtiyacını karşılamaz ama ‘önce tabela’ diyen 30 yılın gediklilerine karşı daha direngen, hızlı ve üretken bir başlangıç olacaktır.

  • Tabelaların önder ekiplerine karşı böyle bir söylem, iyi niyetlerle sol siyasete girmiş bunların tabanlarındaki binlerce genci uzak tutmaz mı?

Binlerce genç, sadece bu satırların sahibinden uzak dursa ne güzel olur! Birbirlerine karşı gayrı insani boyutlarda düşmanca tutumlar içinde bulunuyorlar. Bu kilitlenmeyi çözecek olan, süreklileşmiş, kendi kadro yetiştirme kaynaklarına kavuşmuş, kitle bağları daha sağlam ve verimli çalışmaların maya tutması olacaktır. Gençlerin henüz köreltilmemiş sezgileri, tutunmuş ve büyüyen çalışma hatlarına kapılmalarını sağlayacaktır. Başka türlüsü zor. Gerçekten iyi niyetli herkesin "tutmuş" bir çalışma hattında yeri olacaktır.

  • Yöneticilerin çoğu için söylediklerin içinde büyük gerçeklik payı olsa da, sonuçta "örgüt düşmanları", "siyaset kaçkınları" ile ortaklıklar barındırıyor mu?

Evet, öyle! Siyasapatların en çok kullandığı silah bu. Ama bu, imzacılar arasında şöyle bir sağcı var diye kampanya imzalatmamaya benzemiyor mu? Ayrıca gerçek bir örgütlenme ihtiyacının algılanabilmesinin önündeki engelleri deşifre etmeye çalışmak, örgüt fikrini iticileştirmek değildir.

  • Bu yöneticilerden bir kısmı mütevazi kişilikleriyle tanınıyorlar. Hatta egosantrizme ve kariyerizme karşı mücadele verdikleri biliniyor. Günahlarını almıyor musun?

Ya kardeşim yok öyle bir şey! 1) Ego herkeste olan ve ​"​santirzm​"​i cehaletle ​sağlanan bir şeydir. ​Yani yeterince cahilseniz dünyanın merkezindesinizdir, yok fazla şey biliyorsanız​,​ egonuzu ​daha sağlıklı şekillendirmeniz ve en güzeli, kolektif bir amacın içine yerleştirmeniz gerekir. 2) Kariyerizm, kariyer yapılan yerdeki yükselme hırsıysa, on yıllardır patinaj çeken, örgütlediğinden fazla kadro kaybeden, işçi sınıfının siyasi çıkarlarına, kalıcı küçücük katkılar dahi koyamamış ekiplerin içinde kariyer mi olur? 3) Uzun yıllar boyu yayınlarda e-postalarda, gezetelerde her gün manşetten yakın çekim suratlarını yayınlatmış kişilerden; bir asker, bir RTE diyen, bir Apoculuk bir ırkçılık yapanlardan bu konularda "mücadele" beklemem. Olsa olsa kendilerine meydan okuma potansiyeline sahip alt egolara karşı “tabela altı” mücadele veriyorlardır...

  • ​Örgütlerde çürüme bahsini kaşıyarak, kadim Troçkizm-Stalinizm tartışmasında Troçkistlere kredi açmış olmuyor musun?

Varsın açılsın. Troçkizm, dünyanın kimi bölgelerinde kendini gerçek bir siyasal hareket olarak kurma başarısı da elde edebilmiş, ama çoğu kez marjinal bir kimlik siyasetinden ibaret kalmış durumda. Günümüzde siyasette örneğin ABD ve İngiltere’de geleneksel solcularla troçkistlerin somut güncel siyasal hedefler için yan yana çalışmasına artık daha sık rastlanıyor. Ancak troçkistler, donanımlarındaki tüm “devrimin yozlaşması” literatürüne rağmen, bahsedegeldiğim sorunlardan kaynaklanan çıkmazları aşma konusunda, troçkist olmayan örgütlerle karşılaştırıldığında özel bir başarı ​kaydedebilmiş değiller. Aksine, 1990’larda parlayıveren popülerlikleri çok benzer sorunlar nedeniyle hızla inişe geçmişti…

  • ​Psikolojist sapma sayılmaz mı bu? Psikoloji bilim değil ki…

Şimdilik son söz olarak bu soruya yanıt vermeyi deneyim:​ Bahsettiğim bilimsel veriler, psikolojiden değil, nöroloji, pskiyatri, toplumsal psikoloji, zooloji gibi tıp, mühendislik ve biyolojinin interdisipliner "teknik" deneylerinin sonuçlarından oluşuyor. Bunların sonuçlarını toplulaştıran “toplumsal psikoloji” denen şeyin bir bilim özelliğine sahip olup olmadığını tartışmak başka bir şey, bu sonuçları yadsımak veya görmezden gelmek başka bir şey…

Toplumsal psikolojinin adli tıpta, reklamcılıkta, hatta soğuk savaş istihbarat faaliyetlerinde kullanılmış olması, ana kaynakların indirgeyici ve heyecanlı bir şekilde Marksizme meydan okuması, solda bu alanın kısa yoldan mahkum edilmesi için fazlasıyla yeterli olmuştur.

Marksistlerin konuya olan uzaklığında önemli etkenlerden biri, Fromm gibi çoğu toplumsal psikoloji yazarının, o dönemin koşullarında yeni verileri "Marx'ın aşıldığı, yanlışlandığı" şeklinde yorumlamış olması. Bu yorumun sığlığı ve yanlışlığı, konjonktürel bir heves ve heyecanın ürünüdür. Ama mazur görülmelidir çünkü hem 1960'ların reel sosyalizm modelindeki "batıyı yakalama" ideolojisine kısmen haklı bir tepki vardır, hem de ortaya örgütlü sosyalist yapıların güçlü bir sol hareket yaratabilmek için ihtiyaç duyacakları önemli bilgiler çıkmıştır.

1960’ların ve 70’lerin prestiji doruktaki sosyalist ideolojisine yeni bilgilerle meydan okuma hissi, iki okul arasında yapay ve konjonktürel bir fay yaratmıştır. İnsana ve topluma yabancılaşma riski gerçekten de yüksek olan üretim araçları planlı ve hızlı gelişmesi, endüstriyelizm, fütürizm modellerinin yerine, insanın ve toplumsal ilişkilerin yeniden merkeze konduğu ve yeni bilimsel bulgularla desteklendiği bir bakışın heyecanından kaynaklanmıştır.

Geleneksel sol, SSCB'nin tarih olduğu koşullarda bu tartışmayı en azından yirmi yıldır çok daha verimli ve hâlâ kapitalizm sonrası toplumun kurucusu olma iddiasıyla, ders çıkarıcı şekilde yapıyor. Bugünün toplumsal psikoloji-Marksizm rekabeti 30 yıl öncekinden farklı kurulmak durumunda.