Soma: Bir cinayet suç olmaktan nasıl çıkarılır?

İddialı bir başlık gibi gelmesin. Zamana yayılacak ve unutulacak, suç olmaktan çıkacak, tarihte “Soma Faciası” olarak kayıtlara alınacak biz müdahale ve mücadele etmezsek… Vicdana seslenen bir yazı olmayacak şimdiden uyarayım, işin oldukça düzgün bir mantıkla işleyen sürecini anlatmaya başlayacağım. Bir cinayet nasıl suç olmaktan çıkar* bundan söz etmeye çalışacağım. Sorunun basit bir vicdan meselesi değil, sistematik olarak sermaye ideolojisinin yeniden üretilmesi olduğundan söz edeceğim, sizi sıkma pahasına. Soma ve benzeri katliamlar için bu tartışmaların yapılması, defalarca yapılması gerekiyor zira…
İlk önce tüm okurlara uyarı; Soma’da yaşanan katliam gibi olaylar için sözcük dağarcığınızdan kaza, facia, felaket, acı olay vs. vs. gibi sözcükleri/ifadeleri çıkaracaksınız. Bunu yapmazsanız yazdığımız pek çok şeyin anlamı kalmaz, ideolojik olarak egemen düşünceye karşı yürüttüğümüz mücadelede bizi yalnız bırakmış olursunuz. Bu sözcükler yasak, çünkü doğrusu cinayet, katliam… Bunu kabul edelim ve yolumuza devam edelim.

Kimler yargılanıyor, ne ile suçlanıyorlar?
Davada 45 kişi yargılanıyor. Sanıklardan, Can Gürkan'ın yanı sıra, Soma Kömür İşletmeleri A.Ş Genel Müdürü Ramazan Doğru ve İşletme Müdürü Akın Çelik dahil sekizi tutuklu. Tutuksuz yargılanan 37 kişiden 13'ü gözaltına alınıp serbest bırakılmıştı. Soma Holding Yönetim Kurulu Başkanı Alp Gürkan ve devlete bağlı Ege Linyit İşletmeleri Genel Müdür Yardımcısı Ali Ulu ile ilgili olarak ise "kovuşturmaya yer olmadığı" kararı verilmişti.
Şimdi doğru biz çözümleme yapmak için iddianameye bakalım; 45 kişi üç ayrı kategoride suçlanıyor:
-Sanıklardan tutuklu olan sekizi 301 kez "Olası kastla öldürme" ve 161 kez "neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama" iddiasıyla yargılanıyor. Bu ağır bir suçlama, bu tür olaylarda pek kullanılmayan bir suçlama ve bunda bu uğurda mücadele eden herkesin payı var farkındasınız değil mi? Çünkü hukuk böyle bir şey, yasada yazılanın ötesine geçiveriyor toplumsal siyasal baskı…
-Aralarında beş iş güvenliği vardiya mühendisinin olduğu sekiz kişi "Bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birlikte birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmakla" suçlanıyor. Yeni Türk Ceza Kanunu içinde yasal olarak “kaza” olarak nitelendirilen suçlar için yine ağır bir suçlama diyebiliriz.
-Kalan 29 kişi ise "taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birlikte birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmakla" suçlanıyor. Maalesef çoğu kez “iş kazaları”nda bu maddeye göre iddianame hazırlanıyor…

Cezanın Şahsiliği İlkesi ve “İş kazası" kavramının yeniden üretiminde, yargılama sürecinin rolü
Bir şirkete ceza veremezsiniz, sorumlu kişileri tek tek bulmak yargılamak zorundasınız. Bir sistemi, işleyişi de yargılayamazsınız, ceza kanununa göre tekil kişilere odaklanmak zorundasınızdır.
Issız bir sokakta öldürülme, gasp sonucu yaralanma olasılığınız, işyerinde ölme ve yaralanma olasılığından inanılmaz derecede düşüktür. Ama sokakta başınıza gelen şey “suç”tur, işyerinde ölümünüze veya yaralanmanıza neden olan şey ise “sözde suçtur (pseudo-crime)”. Bu konuda tartışan, yazan çizen Marksist sosyologların, hukukçuların en fazla mücadele ettiği şeylerden birisi budur:
"İş ilişkilerinin çatışmalı doğasının üzeri, belli tehlikeler ile kapitalist iş ilişkileri arasındaki bağlantıyı kurmaya çalışan bir bakış açısının önünü kapatan, bağlamından kopartılmış ve tekilleştirilmiş yargılama süreçleriyle örtülmektedir. Cezanın şahsiliği ilkesi şeklindeki ceza yasası formu işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında aslında suç olarak sayılan bir şeyi yasallaştırmaktatır ve cezai yargılama sistemi sosyal olarak sapma olan tüm davranışlara eşit şekilde muamele edilmesini engellemektedir. Ceza hukuku ve ceza kavramları içeriği toplum ne seçerse o şekilde kolaylıkla doldurulabilir boş kaplar değildir. İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusundaki cürümlerin genel bağlamdan kopartılması sanıklara fayda sağladığı gibi, yargılama süreci cürümü hem dönüştürür hem de sanığın kusurunu yumuşatır." (Johnstone, 2006: 228)

Buradaki tartışmalarda Johnstone'ın "un ufak etme, parçalama" (pulverization) kavramı üzerinden gitmek, yasal süreçlerde bir "iş kazası"nın nasıl gerçekten un ufak edildiğini, sorumlulukların, kusurların, cürümün nasıl parçalandığını göstermesi acısından anlamlıdır. Herhangi bir ölüm veya yaralanmada, veya çevresel etkileri olan olayda, genellikle olayın üzerine gidilir, o olay üretim süreçlerinden ve benzer olaylardan yalıtılır, kâr motivasyonu  ile (söz gelimi kömür, petrol çıkarma hızı, inşaatlarda işin yoğunlaştırılması ve benzeri) ile işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin olmaması arasındaki ilişki pek görülmez. Kaza belli bir "bağlam" (context) içine yerleştirilmez, içinde bulunduğu yapıdan koparılır ve yalıtık bir şekilde ele alınır. Bunun için altı farklı stratejiden söz eden Johnstone bunları aşağıdaki gibi sıralamaktadır.

Kovuşturma sürecinde bir "iş kazası"nın un ufak edilerek araştırılması stratejileri (Johnstone, 2006: 217-221):
a. Olayın parçalara ayrılması (tuz buz edilmesi!)
b. Suçlamanın yönünü değiştirme
c. İyi şirket insanı, sorumlu vatandaş
d. Olayı kendine özgü hale getirmek, tekilleştirmek
e. Şimdiki zamanı, geçmiş ve gelecekten soyutlama
f. Sanığa insani nitelikler atfetmek
Tüm bu hususlara bir madde daha ekleyelim,
g. Kaza, facia, felaket gibi söylemlerle sistemin dışında, insanın dışında bir özellik atfetmek veya işi Allah'a havale etmek!

Kapitalizm bir sistem olarak, kendi devamını sağlamak, kendisini sürekli yeniden üretmek için farklı mekanizmalar yaratır. Bu mekanizmaların harekete geçirilmesinde "düğmeye basan" birilerinin olduğu noktasından hareket etmek yanlıştır. Sermaye sınıfı ve onun temsilcilerinin egemenliği denen şey, aslında sermayenin egemenliğidir ve sermaye birikim sürecini destekleyen her unsur meşrudur, desteklenmelidir, meşruiyeti zedelenmemelidir. Söz gelimi herhangi bir çevre "felaketi" (özellikle tırnak içinde yazılmaktadır); iş "kazası" (cinayeti) meydana geldiğinde bunun "ekonomik büyümeyi" etkilememesi, "işçiye ekmek sağlayan işveren"i üzüp, rahatsız etmemesi, "fazla sıkı yasal zorunluluklar"la yeni yerli veya yabancı yatırımları engellememesi gerekmektedir. Bu türden bir düşünce, verili düzen kapitalizmi meşru, ilanihaye bir sistem olarak gören herkes açısından gayet doğal bir düşünce sistematiğidir.

a. Olayın parçalara ayrılması
Herhangi bir iş kazasıyla ilgili medyadaki haberleri takip ettiğimizde, mahkeme dosyalarını incelediğimizde, şirket sahiplerinin ve yöneticilerinin demeçlerini duyduğumuzda bu tekniği çok daha iyi anlarız. İlk önce yalnızca olaya odaklanılır, örneğin yüksekten düşme. Kovuşturma sürecinde veya müfettiş raporlarında da olayın kendisine odaklanılıp, ayrıntılarına girilir ve her ayrıntı parça parça incelenir, kimi zaman birbirinden bağımsız en küçük birime kadar geliriz. İskeleden düşme olmuştur, iskelenin korkuluğu yoktur, ama işçiye kişisel koruyucu verilmiştir. Kişisel koruyucu (emniyet kemeri) verildiğine ilişkin tebliğ-tebellüğ belgesi de dosyada bulunmaktadır. İşçi emniyet kemerini takmamıştır. İskeleyi zaten ana işveren kurmamış taşerona kurdurtmuştur. Taşeron ustasına, iskeleyi kur demiştir, ama usta standartlara uygun iskele kurmamıştır. Olaydan önceki gün yağmur yağmış ve iskele platformları kaygan hale gelmiştir ve bunun üzerine şantiye şefi taşeronu işçilerini uyarması için uyarmıştır, o da ustabaşısını uyarmıştır, işçiler ama "bana bir şey olmaz" diyerek çalışmış ve "elim kaza" meydana gelmiştir.
İş programım yapılırken yüksekte çalışmayı ilgilendiren işlere (sıva yapılması, boya-badana işleri örneğin) neden 5 değil de 3 gün verilmiştir? Uygun korkuluk, güvenlik önlemleri ve benzerlerinin alındığına dair makbuzlar var mıdır? İşçiler günde kaç saat çalışmaktadır? İşçiler şantiyede nerede, hangi koşullarda kalmaktadır? Yüksekte çalışan işçiler arasında "baş dönmesi olanlar" veya işe uygun olmayanlar tespit edilmiş midir vs. vs. vs. Veya kısa sürede rant elde etmek için, projeyi bitirmek için sermaye sahibi olağanüstü bir baskı ve hız mı kurmuştur???
Veya Soma katliamında Rödovans sisteminin bir payı var mıdır????

b. Suçlamanın yönünü değiştirme
Söz konusu olayı parçalara ayırdığınız ve detaylara indiğiniz zaman, neden sonuç ilişkisinde tekil bireylere inersiniz ve tek tek bireylere suçlamayı yönlendirebilirsiniz. Burada tahmin edilebileceği gibi en sık olarak kullanılan argüman, işçinin kusurlu olduğudur. Burada yine “dikkatsiz, tedbirsiz işçi” söylemiyle karşı karşıya kalırız. Sanki işçiler dikkatli ve tedbirli davransalar, işyerlerindeki çalışma ortamı güvenli ve sağlıklı olacakmış gibi bir genel kanı oluşur.
Bir diğer yön değiştirme stratejisi ise suçu devlete atmaktır. Devlet tarafından gerçekleştirilen teftişlerde bugüne kadar söz konusu şirkete olumsuz hiçbir şey söylenmediği, söylense bile bunların zaten yerine getirildiği, ama tabii ki denetimin yeterli olması halinde, hiçbir şirket sahibinin kendilerine söylenen eksiklikleri yerine getirmeme gibi bir durumunun olmayacağı dillendirilir.
Son olarak kullanılan suçun üçüncü şahıslara yönlendirilmesiyle karşı karşıya kalırız, kullanılan alet, edevat, ekipman veya makina standartlara uygun üretilmemiştir dolayısıyla kazanın ana nedeni bundan kaynaklanmakta, işverenin kusuru bulunmamaktadır.

c. İyi şirket insanı, sorumlu vatandaş
Dava dosyalarındaki en temel ve yaygın savunmalardan birisi de, sanık olarak yargılanan işverenin ne kadar iyi bir işçi sağlığı ve iş güvenliği sicili olduğu, bu olay gerçekleşene kadar hiçbir olumsuz olayla karşılaşılmadığı, şirketin veya şahsın ne kadar sorumlu bir kişi olduğudur. Burada savunma, dikkati sanığın ününe, tanınmışlığına (bu kadar ünlü, şu kadar ödülleri olan bir şirket) ve genel tutumuna yoğunlaştırır.
Ölüm ve yaralanmayla sonuçlanan tüm olaylarda, medyada şirket isimlerinin zikredilmemesi de bu stratejinin önemli hususlarından birisidir. Şirketin adının kötülenmemesi, olumsuz şekilde anılmaması gerekmektedir. En temelsiz siyasi davalarda bile sanık dahi olmayan, yalnızca ifade vermeye çağrılanlar hakkında dahi, çarçaf çarşaf suçlayıcı ifadeler yer alırken hükümete yakın medya organlarında, işçi ölümlerinin gerçekleştiği şirketlerin isimleri, itinayla haberlerden silinir “falanca yerde faaliyet göstermekte olan inşaat şirketinde” kaza gerçekleşir, kazazedenin ve gözaltına alınan şantiye şefinin isimlerinin yazılmasında ise bir sakınca görülmez.

d. Olayı kendine özgü hale getirmek, "münferitleştirmek"
Mathiesen (aktaran, Johnstone, 2006: 219) her olayın, kendine özgü, karşılaştırılamaz, oldukça özel, tekil ve atipik olarak sunulduğunu, söz konusu olaydan yola çıkarak genelleştirmeler yapılamayacağının, olaydan yola çıkarak çeşitli sonuçlar çıkarsanamayacağının sürekli altının çizildiğini belirtmektedir. İşyerlerinde gerçekleşen kazalar "acayip kazalardır", "felaket", "trajedi"dir, kesinlikle beklenmeyen, sıradışı olaylardır. Bu söylemlere "iyi şirket, iyi yönetici" vurgusu da eklendiğinde şöyle bir tablo ortaya çıkar: "Müteşebbisimiz her türlü önlemi almasına karşın, bu beklenmedik, acı felaketi engellemek konusunda maalesef yetersiz kalmıştır."

e. Şimdiki zamanı, geçmiş ve gelecekten soyutlama
Bir başka taktik ise, gerek Johnstone'ın (2006); gerekse de Mathiesen'in (1980) altını çizdiği gibi, bir olayı tam ve bütünsel olarak kavramak açısında elzem olan geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek kurgusu içinde (tarihselliği içinde) değil, anlık, geçmiş ve gelecekten soyutlanmış, yalıtılmış halde ele almaktır. Zira gerçekleşen bir kazayı, ramak kalmayı, ölümü yaralanmayı vs. tarihselliği içinde ele almadığınız takdirde, neden sonuç örgüsünde geçmişine dair istediğiniz vurguyu öne çıkarabilir, kah şirketin olumlu işçi sağlığı ve iş güvenliği sicilinden söz edebilir, kah geçmişte işçilerine karşı ne kadar insani davrandığını vurgulayabilirsiniz. Her iki yazarın birbirinden oldukça farklı iki hukuk sistemi ve anlayışta olan iki ülkeden (İsveç ve Avustralya) verdikleri örnekler, Türkiye ile neredeyse birebir örtüşmektedir. Olay geçmişten koparıldığı gibi, söz konusu "felaket" sonrasında yeni bir "tarih yazılır".

Burada "işveren"in kaza sonrasında işçinin nasıl da yanında olduğu, hastanede onu ziyaret ettiği, ailesine kol kanat gerdiği, ölümünün ardından çocuklarına burs bağladığı, her hafta evine, eşine ailesine erzak götürdüğü, hastane masraflarını karşıladığı veya Tuzla tersaneleri örneğinde utanç vesikası olarak kavram setimize girdiği gibi "kan parası" verdiği anlatılır. Bunların hepsi yargı sürecinde etkili olmakta, "iş kazaları"nın toplumsal ölçekteki algısını yeniden yeniden üretmektedir. İyi niyetli, işçilerine ekmek kapısı açan işveren, tahmin edilemez, kaçınılmaz bir olay sonucu başına felaket gelen işçisine kol kanat germiştir. O üretim sürecinde hangi kararların alındığı, bu kararlar çerçevesinde işin nasıl örgütlendiği, hangi malzemelerin, alet ve ekipmanın kullanıldığı, günde kaç saat çalışıldığı, çalışma yoğunluğu ve benzeri pek çok temel öğeyi sorgulamayız ve "felaket"in ardından birbirimize sarılıp teselli ararız...

f. Sanığa insani nitelikler atfetmek
Bu yöntem de çok sıkça rastladığımız yöntemdir ve yukarıda kısmen de olsa sözü edilmiştir. Burada konuyla ilgisi olsun olmasın, sanığın ne kadar iyi bir insan olduğu, ne kadar iyilik sever, ailesine bağlı, işçilerini seven bir müteşebbis olduğu sürekli vurgulanır. Bu hususlar mahkeme sürecinden ziyade, toplumsal algının yeniden üretimi için gereklidir. Siz böyle iyi niyetli, ülkesini, tüm çalışanlarını düşünen bir müteşebbisi nasıl bir katil ile aynı kefeye koyabilirsiniz?

g. İşi Allah'a havale etmek
Yukarıda belirtilen hususların bir bileşkesi olarak aslında ortaya çıkmaktadır. Geçmişte çokça söylenen "enflasyon canavarı", şimdilerde hep karşımıza çıkan "trafik canavarı", "deprem felaketi", "selin yarattığı trajedi", "doğa intikamını aldı", "görünmez kaza", "takdiri ilahi"... Tüm bu söylemler tamamen insanın iradesinin dışında olan bir şeylere vurgu yapmaktadır. Binaları depreme dayanıklı yapmak, dere yataklarına su havzalarına konut inşa etmek hep ikincil öneme sahiptir, zira karşı karşıya kaldığımız bir "doğa felaketi" veya "takdiri ilahi"dir. Bazı mesleklerin kaderinde "maalesef ölüm" vardır.
"Son cenaze de çıktı artık. Şu andan sonra olay hafiflesin diyoruz. Gündeme getirmeyelim." (Maden faciasında Zonguldak Valisi Erol Ayyıldız, 12 Ocak 2013.)
"Madencinin kaderi bu." (17 Mayıs 2010'da Zonguldak'ta yaşanan ve 30 madencinin hayatına mal olan iş cinayetinin ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan.)
"Derelerin intikamı." (Belediye başkanı olduğu dönemde ıslah edilen Ayamama Deresinin taşmasıyla 6 kadın tekstil işçisinin hayatını kaybetmesi üzerine Başbakan Recep Tayyip Erdoğan.)

Ceza hukukundaki yargılamaların büyük bir kısmı "olaya dayalı" yargılamalardır, trafik suçları, hırsızlık, gasp, uyuşturucu bulundurmak, ev içi şiddet, cinsel saldırı, tecavüz, cinayet ve benzeri suçlarda yargılama süreçlerinde bizzat olayın kendisine odaklanılır. Ancak işçi sağlığı ve iş kazasıyla ilgili cürümler incelendiğinde, ortaya çıkan zararın (ölüm, yaralanma veya maddi zarar) iyi şekilde organize edilmeyen iş prosesleri sonucunda işçiyi hasara uğrattığı, işçinin zarar gördüğü, bunların nedeninin de diğer organizasyonel hedeflerin (kısa veya uzun dönem kârlılık, artan piyasa payı, üretkenlik, verimlilik, sermaye kullanım oranının artması, daha uzun üretim süreleri ve diğerleri); işçi sağlığı ve iş güvenliği hedefleri üzerinde hakimiyet kurması ve sistematik bir İSİG yönetimi uygulamaları konusundaki yetersizlikler olduğunu görürüz (Johnstone, 2006: 223).

İşçi sağlığı ve iş güvenliği standartları düzenleyici, kural, düzen koyucu ve ayrıca gelişme aşamasındadır, gelişmeye açıktır. Ancak yargılamalara bakıldığında ise, doğrudan olaylara odaklanıldığı görülür ve herhangi bir yargılama sürecinde falanca yönetmeliğe aykırı davranıldığını, falanca standardın gereğinin yerine getirilmediğini ispat etmek, o kapitalist işletmenin yönetsel süreçlerini, önceliklerini, iş örgütlenmesini irdeleyip bunlar ile olay arasında uygun illiyet bağı kurmaktan çok daha kolaydır. Bu bir taraftan kapitalist üretimin kendisini sorgulamak anlamına gelecektir ve sistem içinde müdahale edilmesi tabu olan bir alandır. Öte yandan ceza sistemindeki "cezaların şahsiliği ilkesi" olayın bizzat kendisine ve o olayın oluşumunda muhtemel kusuru olan kişileri tek tek bulma çabasına indirgenecek, bir bütün olarak şirket politikası, şirketin hedefleri, şirketin yönetsel kararları ve benzeri hususlar hep geri planda kalacaktır. Özetle yargılama süreçleri, sermaye ideolojisinin yeniden üretildiği süreçlerdir.

İş cinayetlerinin kabullenilmesinde soruşturma süreci ve bilirkişi raporlarının rolü

Kazalar neden olur sorusunun yanıtını sıradan bir yurttaş, basın yayın organlarında sadece başlıklarını veya öne çıkarılan cümlelerini okuduğu bilirkişi raporlarından ve/veya bu raporlardan hareketle hazırlanan savcılık mütalaalarından edindiği eksik bilgiyle verir. Cinayet yerine kaza kavramının yeniden üretilmesi, işyerlerinde kaza ve meslek hastalıklarının ekonominin bir gerekliliği (maalesef!) olduğu ve çoğu durumda dikkatsizlik ve tedbirsizliğin (büyük oranda da işçilerin dikkatsizliğinin) buna neden olduğu sürekli yeniden üretilmektedir toplumsal algıda. Bu yüzden gerek mahkeme kararları, gerekse de bu kararların oluşmasında bilirkişi raporlarının bu yeniden üretim sürecinde çok ama çok ciddi işlevleri bulunmaktadır. Bu raporların sonuç kısımlarının ne dediği çoğu kez toplumsal mücadelelerle doğrudan ilişkilidir!

"Soruşturma raporları bir felaketin kötü sonuçlarında kararsız bir rol oynar: ölümlere neden olan koşulları ortaya koyarken aynı zamanda kamuoyu hafızasında bu koşulları hafifleştirmeye çalışarak kapitalizm için güvenli hale getirir. [Bu soruşturma raporları] uzun süren soruşturma süreçlerinde benzer, hatta birebir aynı, işyeri ölümlerinin nedenlerini 'bulur', eğer var olan mevzuatın uygulanırsa kaza olmayacağı olgusuyla işi idare eder. İlgiyi şirketlerden ve mevzuatı düzenleyici yapılardan çevirip, bireysel yöneticilere, işyerinde denetimden sorumlu kişilere ve işçilere odaklar. Bazı işçileri 'kurallara uyan' ve 'dikkatli' olarak, diğerlerini ise 'tedbirsiz' olarak karakterize ederek, bireysel işçileri insan tipleri olarak karakterize ederek dayanışmaya bir kama çakma amacını güder.
(...)
Keza, kazada yaşamını yitirenlerin veya yaralananların aileleri kendi yakınlarının önce bir karakter tipi (dikkatsiz, tedbirsiz işçi, y.n) sonrasında ise bir istatistik olmasına karşı mücadele eder.
(...)
'İşçi işlerindeki riskleri gözardı etme eğilimindedir.' Sonuç olarak raporlar işçilerin daha fazla bürokratik izleme ihtiyacını talep eder. Bu yüzden raporlar bürokratik kapitalizmin genişletilmesini, bürokratik kapitalizmden kaynaklanan her sorunun çözümü olarak sunar." (Dodd, 2006: 268).

Gerek bilirkişi raporları gerekse de soruşturma raporları çoğu kez aşağıdaki hususları vurgulamaktadır, özellikle madenlerdeki ölüm ve yaralanmalarda:
- Kaza mahalinin kendinen has nitelikler taşımasına yapılan vurgu,
- Talihsizlik faktörünü öne çıkarma,
- Kusuru parçalara ayırma tek tek kişilere paylaştırma, iş örgütlenmesi bağlamında ele almama (dikkatsiz işçi, sorumsuz mühendis, emirleri gözardı eden teknik personel vs.);
- Yeraltı şartlarının jeolojik yapısının tam olarak bilinmezliği nedeniyle kaçınılmaz faktörlere vurgu yapma,
- Mevzuata uygunluğu ve eğitimsizliği gidermeyi kazaları önleyecek biricik faktör olarak vurgulama,
-Kişisel koruyucular vermeyi öne çıkarma,

Kuşkusuz bilirkişi raporlarının yapabileceği vurgular bir yere kadar olacaktır, kimse kapsamlı bir kapitalizm eleştirisi beklememektedir, hele ki mahkemenin bilirkişi heyetinden istediği teknik raporlar çok dar ve konuya odaklı olmak zorundadır. Ama sürekli karşımıza çıkmasının sermaye ideolojisinin en teknik konularda bile nasıl yaşamımıza nüfuz ettiğinin bir göstergesi olarak kabul edilmesi gerek. Öte yandan pozitivizm bizi salt teknik bir bakış açısına indirger ve her şeyi teknoloji ve mevzuata uygunlukla çözebileceğimiz noktasına taşır. Veya bir anda kendimizi "önlemek ödemekten ucuzdur" noktasında buluveririz. Yatırım kararlarının merkezi olarak alınması, bilim ve teknolojinin buna uygun bir şekilde planlanması, bu merkezi planlama çerçevesinde işin örgütlenmesi ve tüm bunların kâr olgusu için değil, toplum için gerçekleştirilmesi, buna uygun bir sistemin kurulması, kapitalizmin üretim tekniklerinden ve teknolojisinden uzaklaşılması... Bunların hepsi tartışılmalı, hepsi sorgulanmalıdır ve önümüzde ciddi bir tartışma, üretme alanı bulunmaktadır.

Türkiye işçi sınıfının öncü kesimleri, sendikal hareketin diri unsurları ve işçi sağlığı ve iş güvenliği aktivistleri bir yandan aslında yasal süreçleri zorlayan, kabuğunu kırmasına iten bir mücadele vermektedir. Basit gibi görünmesin dizi ve film set işçileri, çağrı merkezi çalışanları, sağlık emekçileri, enerji ve inşaat işçileri belki şu aşamada yetersiz ama sağlıklı bir mücadele vermektedirler.
Mücadelelerini büyütmek için mühendis, hekim, toplumbilimci ve her daldan devrimci aydınlara gereksinim olduğu açıktır. Burada "sınıfla dayanışma" şeklinde tarif edilebilecek duygusal ve ahlaki bir tutum almadan söz edilmemektedir. Bizzat sınıfın bir parçası olan teknik elemanlar, hekimler sürecin içinde yer almalı, aydınlar sürecin bir parçası olmalıdır. Örnek olması açısından, Türkiye'de en kötü koşullarda çalışan set işçilerinin çalışma koşulları en fazla 2-3 yılın tartışma başlığıdır, çağrı merkezi çalışanlarının mücadeleleri daha çok yeni kamuoyu gündemindedir. Kot taşlama herkesin gündemine girmiş en azından yasaklanmıştır, inşaat işçileri örgütlenmektedir, enerji iş kolunda işçi sağlığı ve iş güvenliği mücadele başlıklarının çoğu durumda başlarındaki siyasal söylemdir. İş kazası demeye kimsenin dili varmamakta, iş cinayeti söylemi geçerlik kazanmaktadır. Bu ve benzeri alanlarda nitel ve nicel ağırlık sağlanmalı, keza yasal süreçlerde işçi sınıfının etkisi sermayeyi sıkıştırmalıdır. İşçi sınıfı mücadelesinin yalnızca ekonomik talepler üzerinden yükselemeyeceğinin en önemli göstergelerinden birisi olarak işçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesi önümüzde durmaktadır.


decriminalization kavramını suç olmaktan çıkma/çıkarılma şeklinde kullandım
** Bu ve benzeri konularda tartışmak isteyen ve aşağıda verdiğim kaynaklara ulaşmak isteyen herkes eposta adresim üzerinden benimle temasa geçebilir.

Yazıdaki kaynaklar
Dodd, S. (2006). Blame and Causation in the Aftermath of Industrial Disasters: Nova Scotia's Coal Mines from 1858 to Westray. Working Disasters-The Politics of Recognition and Response kitabı içinde, Editör: Eric Tucker, Work, Health and Environmen Series, Baywood Publishing Company, Amityville, Newyork.
Heinrich, H. W., 1931, Industrial Accident Prevention, McGraw-Hill, New York, USA.
Johnstone, R., (2006) "Courts Crime, and Workplace Disaster", Working Disasters-The Politics of Recognition and Response kitabı içinde, Editör: Eric Tucker, Work, Health and Environmen Series, Baywood Publishing Company, Amityville, Newyork.
Mathiesen, T. (1980). "Kunsten å isolere en ulykke" (translated as "The Art of Isolating an Accident") Nordsjøtragedien (translated as "The North Sea Tragedy") kitabı içinde, editörler:  B. Eggen and H. Gundersen Pax Publishers, Oslo (aktaran Johnstone, 2006).

Konuyla ilgili okunabilecek bazı makaleler
Bohme S., Zorabedian J., Egilman D. (2005) Maximizing Profit and Endangering Health: Corporate Strategies to Avoid Litigation and Regulation, International Journal of Occupational and Environmental Health 11(4); 338–348.
Richard, K.P, (1997). The Westray Story: A Pradictable Path to Disaster Report of the Westray Mine Public Inquiry-Nova Scotia Hükümeti Resmi Raporu (4 cilt); AER Library
Tucker, E. (1998). The Road from Westray: A Predictable Path to Disaster? Acadiensis, Journal of the History of The Atlantic Region, Vol. XXVIII, No. 1
Walters, V. (1985).  The Politics of Occupational Health and Safety: Interviews with Workers’ Health and Safety Representatives and Company Doctors, Canadian Review of Sociology and Anthropology 22(1); 57–79.
Witt, J.F. (2004). The Accidental Republic: Crippled Workingmen, Destitute Widows, and the Remaking of American Law, Harvard University Press, Cambridge, Massachusetts, London, İngiltere.

Konuyla ilgili olmazsa olmaz okunması gereken kitaplar:
Barnetson, B. (2010).The political economy of workplace injury in Canada, AU Press, Athabasca University, Kanada
Nichols, T., & Walters, D. (Eds.). (2013). Safety Or Profit?: International Studies in Governance, Change, and the Work Environment.
Pearce, F., & Snider, L. (1995). Corporate crime: Contemporary debates. University of Toronto Press.
Mogensen, V. (2006). Worker Safety Under Siege. ME Sharpe.
Tucker, E. (2006). Working disasters: the politics of recognition and response. Baywood Publishing Company, Inc.
Rosner, D., & Markowitz, G. (1994). Deadly dust: Silicosis and the politics of occupational disease in twentieth-century America. Princeton University Press.