Türkiye'de AKP eliyle inşa edilen gerici rejim yerleşme sıkıntısı yaşıyor. Mesele sadece Türkiye sermaye sınıfının yaşadığı bir siyasal-ideolojik kriz değil; emperyalist kapitalizm insanları ikna edecek, kapsayacak bir bütünlük sunamıyor.
Türkiye solu sermaye düzeni açısından zor geçeceği şimdiden belli olan bu dönemde, krizi emekçi sınıflar için fırsata çevirecek olanaklara, potansiyel olarak, fazlasıyla sahip. Haziran 2013'te yaşadığımız büyük halk isyanı hem bu potansiyeli göstermiş, hem de düzenin krizini derinleştirmiştir.
Aynı zamanda süreç, belli bir aşamasında, düzen içi aktörler arasında olduğu gibi düzen dışı solda da yeni ayrışmaları-taraflaşmaları beraberinde getirdi.
Geçmişin tasnifleri
Türkiye’de solun uzun yıllardır çok parçalı bir yapısı var, bu bir veri. Önemli olansa şu: solun farklı akımlar olarak konumlandığı dönemler, bu farklılıkların gerçek politik gelişmeler üzerinden belirginleştiği dönemlerle zamandaş.
Başka bir biçimde söylersek, siyasal alandaki her yeni evre tüm politik aktörlerin olduğu gibi düzen dışı solun da yeni konumlar almasına neden oluyor.
Örneğin, 12 Eylül karanlığından çıkarken Türkiye solu esas olarak üç ana öbek olarak değerlendirilebiliyordu (Geleneksel sol, yeni sol, devrimci demokrasi).
Esas olarak tarihsel ve ideolojik referanslara atıfla ifade edilen bu farklılığın önemsiz olduğunu kimse iddia edemez. 90'lı yılların başında başta sınıf hareketinin canlanışı ve ANAP iktidarının sonunun geldiği dönemi hatırlayalım. Bu dönem sol açısından siyasal mücadelede etkinlik kazanma olanaklarını da beraberinde getirince konumlanış ve farklılaşma bunun üzerinden yaşanmıştı.
Bir önceki dönemin tarihsel-ideolojik referanslı üçlü tasnifine eklenen devrimcilik-reformizm ekseninde yaşanan ayrışmayla yeni konumlar belirlendi. Daha önceki tasnifi önemsizleştirmemekle birlikte, yeni dönemde düzene yakınsayanlar, uzlaşanlar ve devrimci tutum alıp mücadele cephesinde konumlananlar yeni biçimlerde ilişkilendiler.
90'ların sonuna doğru, 28 Şubat-restorasyon hamlesi ile sermaye düzeni yeniden yapılanırken, 2000’lerin başında solda ulusal, liberal ve sosyalist sol akımların iyice belirginlik kazandığı yeni bir ayrışma-tartışma süreci yaşadık.
Bugün konumlar ve taraflaşmanın anlamı
Haziran-Gezi Direnişi, direnişçi kitleler içindeki belirgin ulusalcı renklere rağmen ulusal solda herhangi bir canlanmaya neden olmadığı gibi, aradan geçen zaman Haziran Direnişi ile ulusal sol arasındaki mesafenin daha da açılmasıyla sonuçlandı. Haziran Direnişi'nin herkesçe kabul edilecek diğer özellikleri, örneğin çok renkliliği ve özgürlükçülüğü ise, kimilerinin beklediği gibi liberal solun hareket alanını geliştirmedi, herhangi bir yaygınlaşmaya vesile olmadı.
Sosyalist sol yolunu çizerken bu tabloyu doğru analiz etmek zorundadır.
Haziran Direnişi, merkezinde laiklik duran özgürlükçü bir nitelik taşıyordu, peki bu hareket neden sol liberalizm tarafından radikal demokrat, çoğulcu söylemlerle kapsanamadı? Birçok neden sıralayabiliriz, ama şimdilik özetle yetinelim. Birincisi, Türkiye toplumu ideolojik-siyasal formasyon anlamında bir boş kağıt değildir, tarihsel bir birikim söz konusudur. Ülkemizde laik, kamucu, yurtsever birikiminin derin izleri vardır.
İkincisi, Haziran toplumsallığının arayışı, özlemleri ve talepleri AKP ile (ve onun rejimiyle) uzlaşmaz niteliktedir. Sol liberalizm ise bu arayışa yanıt vermek bir yana, 12 Eylül referandumundan hatırlanacağı üzere AKP iktidarına karşı mücadele konusunda kirli bir geçmişe sahiptir. Buna sol liberalizmin, sol içindeki zaten çok sınırlı olan örgütsel ağırlığını tümüyle kaybetmesini de ekleyebiliriz.
Haziran Direnişi'nin kitlesinin Cumhuriyet Mitingleri kitlesi ile hafife alınamayacak bir büyüklükte kesişim kümesi olduğu açık. Ancak Haziran direnişi ulusalcı bir kimlik de taşımamış, ulusalcı sol diyebileceğimiz kesimlerin alanını genişletmek bir tarafa, daraltmıştır. Yine bir çok gerekçe sıralanabilir; örneğin Cumhuriyet Mitingleri'ne katılan toplumsalllık, laikliğin devlet içindeki mevziilerine de güvenerek, verili olan durumu korumak üzere harekete geçmişti. Haziran Direnişi'nin gerçekleştiği dönemde ise laikliğin devlet katında bir mevzisi kalmadığı gibi, toplumsal alandaki mevziileri de yitirilmekteydi. Haziran'da ayağa kalkan milyonlar, mevcudu korumak değil yıkmak için mücadele ediyordu.
Haziran Direnişi'ne damga vuran kuşak Cumhuriyet mitinglerinden farklı olarak genç kuşaklardı. Haziran'ın genç damarının eski kuşaklara göre radikal arayışlara daha açık olduğunu da söyleyebiliriz.
Sonuç olarak, Haziran Direnişi liberal ve ulusalcı solun alanını genişletmemiş, bu kesimlerin solla mesafelerini ise fazlasıyla açmıştır. Bu durum, Haziran sonrasında sosyalist sol çizginin güçlenmesi anlamına da gelmemiştir. Sosyalist sol çizgi, sol içinde önemli olmasına rağmen toplumsal alana uzanmakta zorluk yaşamaktadır. Bunun sebebi liberalizmin ve ulusalcılığın çizdiği sınırlar değil, kendisinin çizdiği sınırlardır.
Sonuçta sosyalist sol da iki yeni damar çıkarmış durumda. Bunlar şimdilik statükocu (“12 Eylül solu”) ve devrimci (Haziran Solu) damarlar olarak adlandırılabilir.
Sembolik örneklerle söyleyecek olursak Aydınlık geleneğinin İP adının VP’ye dönüşmesi ile artık kimsenin Radikal-2, Birikim gibi dergileri önemsememesi; Ufuk Uras, Roni Marguiles gibi kişilerin ve bunların “parti”lerinin adının bile duyulmaması gibi verilerle, ulusalcılığın solun tümüyle dışına çıkmış olduğunu, liberalizmin ise sol içine sızan kollarının ağır bir yenilgi aldığını ve önemli ölçüde etkisizleştiğini söyleyebiliriz.
İçinden geçtiğimiz dönemde ulusal solun solculuğu bir bütün olarak yitirdiğini, liberal cenahın ise bağımsız bir güç olarak nerdeyse etkisizleşmekle beraber sadece Kürt hareketinin eteklerine tutunarak politik yaşamını sürdürme arayışında olduğu kabul görüyorsa, bunların yeni bir duruma işaret ettiğini de eklemeliyiz.
Yeni durum, yeni görevler
12 Eylül sonrası dönemin zayıf aktörü olarak sosyalist sol, yaşadığı sıkışma nedeniyle sızmalara açık hale gelmişti ve buna karşı korunma özel bir önem taşıyordu.
Sosyalist sol 2000’li yılları liberal ve ulusal solun basıncına direnerek ve kendi kulvarını (epey dar da olsa...) koruyarak geçirdi.
Bugün ise her iki alanın yaşadığı sıkışma gerçekse, sosyalist sol şimdiye kadar daha ziyade ulusal veya liberal sola ait olduğu düşünülen alanlara da müdahale etmelidir.
Bu ataklık aynı zamanda en iyi, en gerçek savunma ve korunma biçimidir.
Bir de unutulmasın, sosyalist solun diri kalmış unsurları bunu yapabilecek birikime sahip oldukları için canlı kalmışlardır.
Biraz açmaya çalışalım.
Örneğin özgürlük liberalizm tarafından iğdiş edildiği ölçüde devrimciler açısından mesafeli durulan bir alandı. Sol özgürlükler alanındaki kavganın öznesi olmak yerine, daha sağlam bastığına inandığı eşitlik alanında tutunmayı tercih ediyor veya zorunda kalıyordu.
Laiklik, bağımsızlık veya adlı adınca Cumhuriyet gibi kavramların ulusal sola ait olduğu düşünülüyordu. Bunların işçi sınıfı siyasetiyle ilgisi olmayan suni gündemler olduğu iddia edilebiliyordu.
Değişim, yenilenme gibi esas olarak devrimcilerin sahiplenmesi gereken kavramlar daha ziyade karşı-devrimin yazınında kendisine yer bulduğu ölçüde kavga edilmesi gereken bir zemini işaret ediyordu. Sol bu dönemde esas olarak "değişmeyenleri" belirginleştirmenin arayışındaydı.
Tarihsel olarak devrimcilere ait olan/olması gereken kimi değerler/kavramlar karşı-devrimin egemen olduğu bir konjonktürde bizler için kaçılması veya mücadele edilmesi gereken başlıklar halini almıştı.
Tüm bunlar bir bütün olarak karşı-devrimin ideolojik hegomonyasını güçlendirdiği dönemlerin ürünüdür. Gelişen ve güçlenen siyasal akımlar, insanlık tarihinin ürettiği değerleri kendi meşreplerince yeniden yorumlayıp, bu kavramlarla silahlanabiliyorlar.
Bugün en genel anlamıyla solun, tarihsel olarak kendisine ait olan ve geri çekiliş döneminde sahiplenemediği bir dizi değeri, kimliği yeniden kazanmaya başladığı görülüyor. Bu, bizim açımızdan yeni bir dönemin ilk işaretlerinden birisidir.
Artık, yeninin, özgürlüğün, devrimin, bağımsızlığın, laikliğin yeniden işçi sınıfı devrimcilerinin kavramları haline geldiği bir dönemi yaşıyoruz.
Siyaset belirleyecek
Zamanın hızlı aktığı bir dönemde farkına varmak biraz daha zor oluyor, ama henüz 1-2 yıl gibi bir tarihi olan bu yeni konumlanışların önemli sonuçları olacaktır.
Bugün ulusal solun devreden çıktığı aşamada, solun içinde kimi ulusalcı lekelerin de kaldığını saptamakla beraber devrimci sosyalistlerin esas kavgasının liberalizmin sol içindeki etkisi epey azalmış olan uzantılarıyla ve daha da fazla statükoculukla olduğunu söyleyebiliriz.
Bu iki eğilimin birbirlerini besleyerek “yaşıyor” olduklarını unutmayalım.
Bir kesim, statükocu cenahtaki yaşam-siyaset dışında varoluş arayışını hedef tahtasına yerleştirirken, statükocular da her tür arayışçılığı liberalizm olarak damgalamayı bir strateji olarak belirlemiş durumda.
Görebildiğimiz kadarıyla, devrimci sosyalist sol, bu iki saçmalığın dışında tek gerçek ve gelecek vaad eden sol olarak belirginleşiyor.
Sadece solun değil Türkiye'nin geleceği bu ayrışmanın sağlıklı bir eksende sürmesine bağlıdır.
Solda kartların yeniden karıldığı bir dönem başlamıştır.
Sağlıklı eksen, solun kendi içine doğru değil dışarı doğru, karşı-devrimin alanını daraltacak tartışma eksenleridir.
Bu açıdan Türkiye için temel gündemi AKP somutluğunda sermaye sınıfına karşı etkin mücadele olan, tezlerin ve iddiaların yaşamın, kitlesel mücadelelerin içinde sınandığı bir süreç bu tartışmayı ve taraflaşmayı sağlıklı bir biçimde sürdürmenin biricik yoludur.