“İlk toplantısını 30 Ağustos’ta, ikincisini 21 Eylül’de Ankara’da gerçekleştiren siyasi parti, hareket, grup ve bireyler olarak; toplumun tüm eşitlikçi, özgürlükçü, ilerici, devrimci ve barış yanlısı dinamiklerini; direnme hareketlerini ve muhalefet güçlerini bir araya getirerek birlikte mücadele etme ve geleceği birlikte kurma kararı aldık.”
Dün yapılan ve yukarıdaki cümle ile başlayan açıklama, Türkiye’nin yoğun gündemi içerisinde en azından internet basınında kendisine önemli bir yer buldu.
Dün açıklama yayınlandıktan sonra bütün gün telefonla, e-posta yoluyla, hepsi sağ olsun pek çok kişiden tebrik mesajları aldık, aldığımız mesajlar ağırlıkla “birlik” kutlamasıydı.*
Yayınlanan açıklamada imzamız da olduğuna göre bugün bunun dışında bir konuda yazma şansımız yok.
Mesele solun birliği değil
Birlik başlığı Türkiye sol tarihinin yakın döneminin üzerine en çok tartışılan konularından birisi. Bu nedenle, solun değişik kesimlerinin yan yana gelip bir ortak mücadele çağrısı yayınlamasının solun birliği tartışmaları içinde ele alınması anlaşılır bir durum.
Ancak buna temelden itirazlarımız var.
Bize göre son derece önemli bir zemin oluşturan ortak mücadele çağrısını solcuların veya sosyalistlerin birliği kapsamında değerlendirmek yanlış, zaten çağrı okunduğunda niyetin bu olmadığı görülüyor.
Bugün Türkiye’de sadece devrimci ve sosyalist örgütlerin yan yana gelmesine odaklanan bir modelin başarı şansı yok. Türkiye’de değil sadece bir kaç sol siyasi yapının, tüm örgütlü yapıların yan yana gelmesinin bile ihtiyaç duyulan enerjiyi açığa çıkarabileceğini düşünmüyorum. Temel meselemiz örgütlü güçlerin zaten var olan güçlerini birleştirmesi değil, AKP’ye karşı kararlı bir direnişe devam eden milyonların ortak mücadele sürdürebileceği bir zeminin yaratılmasıdır.
Sosyalistlerin bunun ortaya çıkmasında önemli bir rolü olabileceği ise tartışmasız doğrudur. Zaten çağrının esas önemi sosyalistlerin bu göreve hazır olduklarını ilan etmeleridir.
Haziran Etkisi
Çağrının içeriğine baktığımızda Türkiye’de çok önemli bir boşluğu doldurduğunu görüyoruz.
Daha önce yazmıştık, Türkiye’de siyasal tabloya baktığımızda, esas olarak dört büyük güç-odak görülüyor, AKP, CHP, MHP ve Kürt hareketi. Temel mesele 5. gücün, sosyalizmin bağımsız sesinin, işçi sınıfı ve emekçileri temsil edecek biçimde büyük güçler alanındaki yerini almasıdır.
Düzen içi muhalefetin sınırlarını aşan toplumsal direncin örgütlenip büyütülmesi ve siyasal alanda temsiliyeti için yeni bir siyasal odağın güçlü biçimde ortaya çıkması gerekiyordu. Çağrı aynı zamanda bu doğrultuda bir irade beyanı taşıdığı için çok değerlidir.
İleri yayın hayatına başlarken Türkiye’nin artık “Haziran Sonrası Türkiye” olduğunu ve tüm toplumsal siyasal güçler gibi solun da bu gerçeğe uygun hareket etmek zorunda olduğunu söylüyordu.
Türkiye solunun birbirinden çok farklı kesimlerinin benzer değerlendirmeler yapabilmeyi başarmış olmasının, ortak bir mücadele hattının, yeni bir siyasal odağın oluşumuna birlikte katkı koymaya karar vermiş olmasının arkasında da Haziran’ın yarattığı o büyük rüzgarın belirleyici itkisi var, bunu eklemek gerekiyor.
Bu saptama, aynı zamanda bu çağrının ardından belirlenecek ilk somut görevi da ortaya koyuyor. Eğer böyle bir girişim Haziran etkisi ile ortaya çıktıysa, Haziran güçlerini derli toplu bir biçimde yeniden ortaya çıkarmalı.
İhtiyaç duyulan, hedefi ve misyonu belli, emekçi halk içinde güçlü bir umut yaratacak, gerçek hedeflere yönelen, mücadele etmek isteyen herkese güç katan ve onlardan güç alan, ayakları yere basan tarzda bir örgütlenmelidir.
Şimdi önümüzde duran ilk görev bunun yaratılmasıdır.
İŞİD’i, gericiliği yenebilecek bir güç
Çağrı dikkatli okunduğunda çağrıcıların, "biz bir araya geldik, sizi de aramıza çağırıyoruz" demediği rahatlıkla görülecektir. Esas olarak bir ihtiyaca işaret edilirken, bu ihtiyacın karşılanması için üzerimize düşen her türlü sorumluluğa hazır olduğumuzu söylemiş olduk. Şimdi, Türkiye’nin her mahallesinde, her ilçesinde benzer kaygılar taşıyan tüm örgütlü güçlerin ve şimdiye kadar örgütsüz kalmış geniş kesimlerin yan yana gelip bu ilk adımı güçlü bir yürüyüşe çevirmesi gerekiyor.
Bu aşamada, yine solun tarihinden kaynaklı çeşitli kaygıların taşınıyor olmasını da doğal karşıladığımızı söylemek isterim. Örneğin, bunu sadece en geç 8-9 ay sonra yapılacak genel seçimlere dönük bir ittifak olarak görenler olabilir. Kendi sıkışmasını aşmak için tutunacak bir dal arayanlar olabilir, bir de bunu deneyelim diyenler olabilir, mesafeli duranlar gibi mecburen içinde olacak olanlar olabilir, "aman bizim dışımızda ciddi bir şey olursa yanarız" diyerek fren işlevi üstlenmek isteyenler olabilir. Daha pek çok bu çağrının devrimci içeriğine yakışmayan kaygı türetebiliriz. Hiç birisinin bir önemi yoktur, gerçek mücadele, varsa bile tüm küçük hesapları da alt üst eden bir sonuç verecektir.
En önemlisi çok kısa bir zaman içinde, ortaya çıkan bu devrimci iradeyi eylemleriyle sınayacağız.
Biz Ankara’daki toplantı bitip İstanbul’a doğru yola çıktığımızda yoldaşlarımızla, doğabilecek sıkıntıları değil “İŞİD’i, gericiliği yenebilecek gerçek bir güç ortaya çıkarıyoruz” diye konuştuk.
Doğru olan budur, önemli olan budur.
(*) Belki biraz “özel” bulunabilir, bu nedenle dipnot olarak yazmayı tercih ettim.
Dün aldığım pek çok kutlama içinde en fazla sorulan sorulardan birisi de bu dipnotu okuyanların tahmin ettiği soruydu.
İçinde bu satırların yazarının bulunduğu komünistler, daha iki üç ay önce Hazirancı, eylemci gibi kavramlarla suçlanırken bunun yanına eklenen suçlarımızdan birisi de, evet “birlikçi”likti.
“Sol birlik olmalıymış! Olalım... Kendimizi aptal yerine koyalım!” diye yazanlar şimdi yazılarını “birlikçilik yapmaya bile, hakikaten değer” diye sonlandırıyorlarsa, bu, hayatın gerçeklerinin siyaseten körleşenleri, sağırlaşanları bile harekete geçirmesidir. Bu bizim için sevindiricidir, gerisinin bir önemi yoktur.