Sol gösteremeyip sağ vurmak...

Seçim sonrası Meclis ve ülke senaryoları, olasılıkları konuşulup yazılıyor... HDP barajı geçerse, geçmezse, en birinci AKP anayasayı değiştirir başkan Tayyip anamızı ağlatırsa, erken seçim gelirse, Abdullah Gül coşarsa, Selo kontrolü kaybeder Recep'e din kardeşim derse, Kürtler çözüm diye AKP'ye yanaşırsa, savaş çıkarsa, ayrışma rüzgarı eserse, sol tuzağa düşerse, restorasyon sızarsa, HDP'ye oy verenler rüsva olursa...

Önemsiz oldukları için değil... Bilakis okurken, düşünürken, bu ülkede tedirgin yaşarken... kimisinden fırsat, bazısından endişe, çoğundan hiddetin neşet ettiğini de görüyoruz. Memlekete dair inadı olanlar için önemli olması gerektiğini de söylüyoruz.

Ancak bu mudur? Yani bu kadar senaryo kifayet eder mi, yolu açar mı?

Sosyalist hareketimizin, benim diyen devrimcilerin, değme omurgası kırılmazların... Türkiye'nin 8 Haziranına, hani o herkesin “chaos is coming” vaveylasıyla cümleleri arşınladığı güne ilişkin planı, tutumu belli midir?

Örneğin, HDP barajın altında kalır ya da bırakılırsa ve bunun bir yalan olduğunu zihniyle arayıp bulacak milyonlarca çılgının, üstelik sadece Kürtlerin değil, HDP'ye haksızlık yapıldığını, iktidarın gereği gibi faşizme meylettiğini, yalana bulandığını düşünen; geleceğini, onurunu korumak isteyen insanların günlerce sokakta kaldığı, AKP'nin beter bir saldırıya giriştiği tabloda ne yapacağız? ...“Elbette biz de sokakta olacağız yoldaş”... Bravo. Bu kısmında tecrübemiz de var. Peki o kalkışmaya öncülük etmek, yön vermek?

En keyifli senaryoların bu hedeften türeyeceğini bilmeliyiz...

Ya da CHP oy yükseltir, HDP barajı geçer, AKP çözülmeye başlarsa... Türkiye'de bir sol yükselişin, sosyalist siyasetin topluma seslenişinin daha elverişli koşulları ortaya çıkarsa... Öncülüğü nasıl elde edeceğiz, sola açılan alanı nasıl dolduracağız, sol yükselişi düzene bağlı kılmaya çalışanlara karşı hangi araç ve söylemle örgütlenip, devrimci siyaseti nasıl başat hale getireceğiz?

Önemli sorulardır da, düşünmeye, planlamaya zamanımız kalmadı, iyisi mi kendimizi iki günlüğüne hayatın akışına bırakalım...

Onu bırakalım ama geleceğin diriltici toprağında değil, geçmişin kaygan ve biçimsiz çamurunda tartışanları, birbirine çarpanları, çelme takanları, solu gösteremeyip sağdan saldıranları bırakmayalım...

Çünkü bilgiçlik taslamanın, karalamanın, izansızlığın, düşmanlaştıran üslubun... ülkenin geleceğini, solun toplumsallaşmasını, düşmanı nasıl devireceğimizi değil, hemen yanı başımızdakini köyün delisi haline nasıl getireceğini düşünenlerin bir haddi hududu olmalı...

***

Şöyle açalım...

Kürt hareketinin siyasal mücadelesini başlatırken, “Kürt ulusu”, “Kürt milliyeti” gibi tanımlamalar yerine “Kürt halkı” kullanımını neden öne çıkardığını; politik diline, örgütlü kitlesine, nesnesine bu ifadelendirmeyi neden yakıştırdığını bilir misiniz?

Tahmin edilebilir fakat yine de yazalım; kuruluşta Türk ve Kürt milliyetçiliğine karşı mücadeleyi merkeze koymuş olmakla ilgilidir... Milliyetçilikle anılmamak, solcu, halkçı karakteri politikleşmenin temel belirleyeni kılmak içindir. Ve o haliyle saygın bir tercihtir... Bugün ulusçuluk solculuğun önüne geçmiş olabilir, siyasal ve ideolojik ayrımlar almış yürümüş olabilir ama geçmiş bugünün verileriyle çarpıtılamaz.

Yani mesele öyle kendi mahallesinde yaşayan solculara laf sokma meraklısı Ender Helvacıoğlu'nun “Kürt halkı” kullanımını konu ederek 21 Mayıs'ta bu sitede yazdığı gibi değildir. Kürt halkı demek emekçileri bölmek anlamı taşırmış, emperyalizmin işiymiş, kardeşliğe zararmış, boğazlaşmaymış falan filan...

Az önce dediğimiz gibi, bilgisizlik değilse çarpıtmadır, art niyettir... Devam edebiliriz ve elbette tartışabiliriz... “Yetmez ama evet” nedir? AKP'nin iktidar yollarının birkaç taşını döşeyen, sol içi aymazlık, ihtiyatsızlık, ihanet tavrıdır...

Peki samimiyetle soralım: Seçimlerde AKP'nin gerilemesini başa yazan, bunun en geçerli yolu olduğunu düşündüğü için HDP'yi destekleyen +1 örgütlenmesi, yine Helvacıoğlu'nun söylediği gibi “yetmez ama evet” benzeri midir? Öyle umarsızca koşup düşman hattına mı yerleşmiştir yoksa bizimle aynı cephede dövüşmekte midir? İktidar yandaşı mıdır, yoksa bir sol politik tutum, bir çıkış arayışı mı?

Kürt hareketi ile aynı olmadığımız, farklarımız, bizim yüce idealimiz tekrar tekrar yazılabilir, o toplumsal harekete sosyalist müdahalenin koşullarına kafa yorulabilir, isteyen HDP'ye oy verebilir; oraya meyyal olanların, el uzatanların hata yaptığı düşünülebilir... kimileri asıl düşmanı bırakıp, sayıklayarak HDP taşlarken kendinden geçebilir...

Uzun uzun yazılabilir, laf derine ulaşabilir, örnekler çeşitlenebilir ama bizim açımızdan kesin ve kati olan şudur: Bizim davamızda bizden olanı, bize yakın olanı aşağılamak, hakaret etmek, düşmanla bir tutmak, açıkça söylenmeyen bir planın mazereti hatırına karalamak “derdest edilip” bir çöp torbasına atılacaktır...

Ve bizim hareketimiz; bir sol yükselişten korkan, yönetemediği her toplumsal muhalefet dinamizmini karşısına alıp etiketleyen, zihnindeki paranoyayı düşünsel yaratıcılık sanan, görünür, asal düşmana değil de istediği gibi olmayana düşmanlık eden, örneğin bir kent onurla direnirken onu değerden düşürmeye çalışan, hiçbir şey başaramadığı halde “biz demiştik” diye bir avuç devrimciyi ikna edip statükoya mahkum kılan; içe kapanmayı, soldan kaçmayı, Perinçek pespayeliğini devrimci siyaset diye pazarlayan türden de değildir...