Sızdırmazlık rejimi (hakiki)

Foucault’ya ait bir kavram hakikat rejimi. Onun kullandığı felsefi/politik anlamı (yaklaşık olarak, “bilginin oluşumu ve kullanımında iktidarın yeri”) dışında da, ideolojiye daha yakın bir kullanımı mümkün sanki.

Hatta bugünlerde bazı şeyleri ideoloji kavramından daha iyi açıklıyor, gösteriyor olabilir. Tayyip Erdoğan’ın 16 Türk devleti “efsanesi”yle ilgili son çıkışını sahiplenenleri görünce düştü aklıma.

Tamam, “egemen ideoloji”, “yeni rejimin ideolojisi”, “resmi ideolojinin dönüşümü”, “birer ideolojik motif olarak islamcılıkla milliyetçilik arasındaki bağlar”, “muhafazakâr ideojilerin yeni temsilleri” ya da iyice uzatıp/dolandırıp “milliyetçiliğe de açılan gelenek ve kudsiyet söylemi paralelinde neo-osmanlıcılık” vb. diye girişerek de, “ideoloji” kavramı çerçevesinde açıklayabiliriz bu tür vakaları ama “hakikat rejimi” sanki daha iyi ve kısa tasvir edip açıklayalabiliyor durumu. (Bugünlerde “rejim” çağrışımı güçlü olduğu ve “rejimin dönüşümü”, “yeni rejim inşası”, “AKP rejimi” vb. diye çokça tartışılmaya başlandığı içindir belki de!)

Herkesin hakikat rejimi kendine... O rejim içerisinde birtakım olgular, anlatılar, semboller ve değerlerle var oluyor insanlar. Dışına çıkamıyor, dışarı bakamıyorlar. Sadece onlarla bir kavrama ve eyleme seti oluşturabiliyorlar. Uyuşuyorlar.

İdeolojiye göre daha az geçirgen gibi. Daha mutlak. Daha sızdırmaz.

Bir rejimin sınırları dahilinde, daha kapalı sonuçta. Dışarıdan müdahale etmek de, içine sızıp dönüştürmeye girişmek de pek mümkün değil sanki.

Herhangi bir dönüşüm yaşanması için; kendi hakikat rejimi dahilinde bir sarsıntı yaşayıp dışarıya bakar hale gelmesi, arayışa girmesi lazım öznenin.

Kendi rejimini, paradigmasını, inanç sistemini sallayan olağanüstü bir tehdit ya da saldırı karşısında da, önce hakikatlerini ve kendini savunma refleksi gösterecek olabilir ama bir süre sonra, rejimi ne kadar sağlam olursa olsun, durumun farkına varmaya başlayabilir.

Peki bu olağanüstü tehdit ya da saldırılar neler mi olabilir? Atla deve değil tabii: Örneğin AKP’nin hakikat rejimine dahil olanlar nezdinde, varlıklarını ekonomik olarak tehdit eden bir kriz, her şeyin ilanihaye böyle gitmeyeceğini gösteren önemli bir seçim mağlubiyeti, rejimin mimarlarından birinin ilgili kişiye doğrudan dokunacak bir “arıza”sı, varsa menfaat ilişkilerini sona erdirecek bir yıkım vb. Nereden gelirse gelsin, içeriyi sallayan bir şeyler işte!

Kendi iç devinimiyle birlikte dışsallık da devrede. Zaten tümüyle içeriden gelen bir eleştirellik, sorgulayıcılık, şüphe vb. hakikat rejimine ters gibi. Hakikatse, dibine kadar hakikat! Mehmet Metiner yahut Şamil Tayyar stayla; biatsa biat, itaatsa itaat, inatsa inat, kıçım iki kanat.

Rejim herhangi bir şeyle etkileşime geçmiyor böylece. Ancak rejimin tartışılmaz kurucusu/lideri en tepeden yeni bir şey buyurursa, o da punduna getirilip sistemin içine dahil edilebiliyor bir şekilde.

Hakikat – rejim gereği – inanca doğru uzanıyor böylece. Kutsal’a. Kutsala da dokunamıyorsunuz haliyle. Yassah!

İşbu “hakiki süreç”te, Duşakabinoğulları’nın 16 adet bornozlu asker müsveddesi iyi bir süzgeç oldu sanki. Akıllı, mantıklı herhangi biri için, genel olarak gülünç, birazcık zavallı, birazcık da uyduruk bir şey. “Kendi tarihimizi, kendimize uygun tarihi yazacağız/yaratacağız” diye ne denli saçmalanabileceğinin de göstergesi. Ancak bu 16 garabeti duvarına poster olarak asacak denli o hakikat rejimine iman eden hakiki insanlar var bu alemde. İbreti alem olsun diye değil, tümüyle bağlandığı için. Gözümle görür, kulağımla işitir gibi oldum, burnumla kokusunu aldım... beş duyu ve altıncı his, yanında da vicdan, sahi var böyle insanlar. Hakiki!

“İşte bak, kral çıplak” dendiğinde, onu bu cesur özelliğinden dolayı daha çok sevebilenler yani. Herhangi bir şekilde diyaloğa giremiyorsunuz ki:

- İşte bak kral çıplak!

- Evet, ne kadar cesur değil mi?

- Ama bak çıplak!

- Evet, tüm tabuları deviriyor.

- Yahu çıplak!

- Büyük adam farkı işte…

Hem kral çıplaksa çıplak, sana ne! O derece dahil olmuşlar rejime. Körlemesine, ölesiye.

Foucault’daki kullanımına yaklaştırırsak; iktidara, iktidarın bireyi körleştirmesine, kendi algısını yaratmanın ötesinde kendi bilgi sistemini oluşturmasına dair bir şeyler var bu gidişte.

Hakiki, sızdırmaz ve çıplak işte...