Siz en iyisi açın gözlerinizi!

Ah, bu aralar yine pek düşünceli hallerdeyim. Görememek, görmemek, bakar körlük, istemli ve ahlȃksal körlük üzerine düşünüp duruyorum. Görmek; tabii ve istemsiz bir duyu olduğu kadar bir arzu ve merak eylemidir. Bu yüzden daha iyi görebilmek için doktor doktor dolaşıyoruz hepimiz. Görememek görme duyusunun yitimiyle güçlenen diğer duyuların kutsanması; istemli körlük bir tercih, bir tür inkȃr mekanizması, ahlaksal körlük ise neme lazımcı zihniyetin ürünü olarak linçi, cinayeti, katliamı, yargıya gerek duymaksızın yapılan infazları, kaliteli hırsızlığı meşru hale getiren, tüm duyuları kapatacak denli güçlü bir görme reddi. Travmatik derecede körlük ise gören gözlerin tedavi edilmesi gerektiğine inanır, çünkü travmatik körler daha çok hisleriyle var olduklarından gerçek hissedildiği ölçüde geçerlidir.

Psikolojik ve sosyolojik bir eleştiri  olan Wells'in "Körler Ülkesi" adlı uzun öyküsünde genç dağcı Nunez, daha önce ayak basılmamış Parascotopetl denen hayali bir dağa tırmanırken kayıp aşağı düşer ve dağın gölgesinde kalan bir vadideki efsanelere konu olmuş Körler Ülkesi’ni keşfeder. İspanyol zulmünden kaçıp buraya yerleşmiş insanlar burada yaşar. Büyük bir depremin ardından vadinin dış dünyayla bağlantısının kesilmesine bu soyutlanmış topluluğun bireylerinin zamanla körlüğe mahkum olması da eklenir. O vadiden çıkamayacağını anlayan Nunez insanların kör olduğunu fark edince, “Körler Ülkesi’nde tek gözlü insan kraldır” sözünü mottosu gibi benimseyerek orada krallığını ilan etmeye karar verir. Lakin işler planladığı gibi gitmez, on dört nesildir kör oldukları için dillerinde “kör” kelimesi bile olmayan, görmeye dair hiçbir şey anımsamayan bir halka kör olmanın bir eksiklik olduğunu anlatamadığından vadiye ve körlüğe hapsolur. Nunez yine de en nihayetinde özgürlüğü aşka ve hükümranlığa tercih ederek geldiği gibi döner.

Körler Ülkesi , H. G. Wells, Çev: Evrim Öncül, Kolektif Kitap, Şubat 2015

Wells yeteneklerimizin, duyularımızın bizi özgür kıldığı düşüncesine bir eleştiri yöneltiyor ama eklektik bir okuma yapmak da elbette mümkün. Bir tarafta “Körler Ülkesi”nde görmek kelimesinin bile bir anlam ifade etmediği insanlara görmenin ne demek olduğunu anlatmaya çalışan Nunez diğer tarafta vadiye gelen yabancıdan bağımsız kendi sakin hayatlarını devam ettirmeye çalışan Körler Ülkesi sakinleri var. Nunez'in görmek hususundaki söylemleri toplum tarafından eksik ve / veya deli olarak  lanse edilmesine sebep oluyor. Bunun yanı sıra hisleri kuvvetlense de körler bilgiden yoksun yaşıyor, örneğin  kuşları melek sanıp tepelerinde dünyanın çatısı olduğuna inanıyorlar.

"Çarşamba olduğunu düşündüğünüz bir gün pazar gibi başlamışsa ciddi bir sorunla karşı karşıyasınız demektir," ( Wyndham 2016: 23) cümlesiyle başlayan "Triffidlerin Günü"nde ise bir triffidin saldırısı yüzünden yaralanan Bill Masen hastane odasında uyandığında görebilen tek kişi olduğunu fark eder. Birbirini hunharca ezen, aç kalmamak için cinayet işleyip hırsızlık yapan, birer zombi misali Londra sokaklarını arşınlayan körlerin içinde Masen'ın da kral olması mümkün değildir esasen. Vermesi gereken karar çok mühimdir. Ya görmeyenlere yardım edip süreci bir nebze uzatarak salgın hastalığın pençesine kendisi de düşecek ya da hayatta kalıp türünü devam ettirebilmesi için acıyı uzatmaktan kaçınıp başının çaresine bakacak? "Kendi kendime kararlılıkla, deprem bölgesinde yıkılmaya devam eden binalara girmenin faydası yok, dedim. Kurtarma çalışmaları sarsıntılar bittikten sonra başlamak zorunda." (Wyndham 2016: 244) Önce görmeyenlere yardım elini uzatsa da Masen yeni bir dünya kurmak adına otoriteden ve baskıdan uzak durarak çalışmayı, bilgiyi esas alır. Nitekim "Artık kimse cehaleti masumiyetle karıştıracak kadar budala olmayacak." (Wyndham 2016: 228)

Triffidlerin Günü, John Wyndham, Çev: Niran Elçi, Deli Dolu Yayınları, Haziran 2016

İnsanlığın kibrinin bir trajedisi olarak okunabilen kitapta insanlığın kendi kudretinin mutlaklığına dair duyduğu güven Wynham'ın dünyaya musallat ettiği triffid denen yürüyen zehirli bitkilerle yerle yeksan oluyor. Oedipus'un mitine dek uzanan körlük ve buna bağlı içgörü kitapta okuru bambaşka bir dünyaya daha sürüklüyor. Yazar fiziksel körlüğün ahlaki bir içgörüye yol açtığı gibi geleneksel bir metaforu tersine çeviriyor. Bill ve kız arkadaşı Josella yalnızca görebildikleri için hayatta kalıyor ve başkalarının yaşamını idame ettirmesinde rol oynuyorlar. Körlük nedeniyle dünya alt üst olurken sadece bir avuç görebilen insan kendini ve başkalarını kurtarabiliyor.

Bir de “Bence körleşmiyoruz. Hepimiz körüz. Körüz ama bakıyoruz. Bakabilen ama görmeyen kör insanlar," diyen Saramago var tabii. Çünkü hepimiz körmüşüz, sağduyumuz kalmamış gibi davranıyoruz. Bu körlük kendi kendine ortaya çıkan bir şey değil. Azdırılan, yüceltilen, korunan, sırtı sıvazlanan bir körlük bu. Ahlaksızlığın, kurnazlığın, kısa yoldan köşeyi dönmenin, hırsızı - arsızı - katili- tecavüzcüyü görmezden gelmenin yahut buna yalnız üzülmenin hali meali bu. O yüzden siz en iyisi açın gözlerinizi, çünkü gözlerinizi şimdi yumarsanız sonsuza dek uyumak zorunda kalacaksınız.