İleri’nin yayına başlamasının ardında Türkiye’ye ve özel olarak da Türkiye soluna dönük bir iddianın örgütlenmesi var. Sık sık Türkiye’de ve solda 2013 Haziran’ı ile kesin olarak biten bir döneme işaret ediyoruz. Devrimci, öncü, iddiaları güncellenmiş yeni bir siyasal hattın örülmesi için sadece elimizi değil, tüm gövdemizi taşın altına soktuğumuzu ilan ederek başlamıştık, bu hattı güçlendirme çabamızı sürdürüyoruz.
Geride kalan 6 ayda Türkiye solunda kimi önemli tartışma başlıklarında İleri’nin bu misyona uygun bir ağırlık ve etki yarattığını söyleyebiliriz. Bununla birlikte bir bütün olarak Türkiye solunun sözünü ettiğimiz yeni dönemin hakkını tam olarak veremediği de son derece açık.
Geçen hafta burada yayınlanan yazıdan devamla söyleyecek olursak, meselemiz solun iç tartışması, sol içi polemik konusu olarak görülebilecek bir başlık değil.
Tam tersine, bizim sözünü ettiğimiz yenilenmenin en temel iddialarından birisi solun sadece kendine ait olan dünyanın dışına çıkması.
Solun net bir sözü var mı?
Benzer tartışmalarda hep aynı örneği veririm.
Solun hemen her dönem Türkiye ortalamasının üzerinde bir ağırlık taşıdığı İstanbul Üniversitesi’ne ilk girdiğim sene abilerimiz “amfilere gitmek lazım, bu iş kantin solculuğu ile olmuyor” derdi; yüksek lisansla beraber 10 yıl kadar süren öğrenciliğimin sonuna doğru da aynı cümleleri duyduğumu bilirim. Herhangi bir şey bu kadar yıl sürekli söylenip yapılmıyorsa, mesele tembellik, yanlış duruş vb. ile açıklanamaz. Sorun amfiye gittiğinde anlatacak bir şey bulamamakla ilgiliydi.
Biraz daha büyük ölçekte, aynı şey solun Türkiye ile kurduğu ilişkiye dair de söylenebilir. Türkiye solunun örgütlü tüm özneleri halkın daha geniş kesimleriyle buluşmak gerektiğini konuşur, yapılması gerektiğinde kesin olarak ortaklaşır. Yıllardır, üstelik Haziran 2013’de tarihin en ciddi kalkışmalarından birisini yaşayan Türkiye’de dahi bu tam olarak yapılamıyorsa, burada daha köklü bir sorun vardır.
Kanımca bu sorun esas olarak siyasal bir perspektif sorunudur. Mesele bir yerlere gitmek veya gitmemek değildir. Gittiğinde söyleyecek ve anlaşılır olacak net bir sözü-hattı taşıyabilmektir. Devrimci partiler, işçi sınıfının tarihsel çıkarlarıyla güncel çıkar ve hedefleri arasındaki boşluğu doldurabildikleri ölçüde devrimci bir örgüt vasfı kazanırlar.
Sol içi polemik önemsiz mi?
Sol yukarıda işaret etmeye çalışılan eksik nedeniyle daha ziyade kendi içinde kimi tartışmalarla yer-yön bulmak, kimliğini “iç” tartışmalarla şekillendirmek durumunda kalıyor. Bunun bütünüyle anlamsız bir uğraş olduğunu elbette söyleyemeyiz. Üstelik bu satırların yazarı da zaten sık sık benzer tartışmaların tarafı olmaktadır. Ancak üzerinden atlanmaması gereken şey, tüm bu tartışmaların esas olarak sermaye sınıfına ve onun siyasi temsilcilerine karşı verilecek kavga ile anlam kazanacağıdır.
Türkiye solu esas olarak “12 Eylül sonrası” olarak adlandırılacak evrede bir yeniden kuruluş yaşamıştır. Bu dönemin özelliği, karşı devrimci saldırılara ve onun bir uzanımı olarak solu şekillendirmeye odaklanan liberal girdilere karşı ilkeleri, değerleri korumaktı. Bu dönemde doğal olarak özellikle liberal solla veya solun içine doğru hamle yapan liberalizmle mücadele önemli bir yer tutuyordu.
Başka bir yazının konusu olsun ama 12 Eylül 2010’da yapılan anayasa değişikliği referandumu sırasında “yetmez ama evet” diye ortaya çıkan zevata karşı verilen mücadele ve onların solun dışına itilmesiyle bu dönem bitmiştir.
Referandum sonucunda “evet” kazanmış, ancak “yetmez ama evet” çizgisi solun dışına çıkmıştır.
Bu sonuca yol açan esas neden, evetçilerin açıkça iktidar yanında konumlanması, devrimcilerin ise düzenle ve düzenin simgesi haline gelen AKP iktidarıyla kavga ederken bu çizgiyi mahkum etmesidir.
Mesele iktidar karşısındaki duruş
Türkiye’de solun temel görevi emekçi sınıfların, iktidar karşısındaki mücadelesine önderlik etmektir. Sol içinde kimi yeni saflaşmalar ve taraflaşmalar olacaksa burada belirleyici olan bu alanda sergilenen tutum, söylenen söz, yapılanlar ve yapılmayanlar olacaktır.
Solun iç tartışmaları bunun türevi olarak gündeme geldiği sürece anlamlı, bunun dışında hangi nedenle gündeme gelirse gelsin anlamsızdır.
Geçtiğimiz günlerde doğum günü vesilesiyle saygıyla ve sevgiyle andığımız Mahir Çayan’ın yazdığı şu satırları akılda tutmak gerek; örgütü, örgüt yapan, onu kitlelere tanıtan, yaldızlı laflar değil, devrimci eylemdir.
Bu iddianın gereklerini yerine getirmek için gücümüz, yeteneğimiz, birikimimiz ölçüsünde elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Açık söylemek gerekirse, Türkiye solunun Türkiye’nin kaderini belirleyecek bir güç haline gelmesi, bunu siyasal-örgütsel olarak üstlenebilecek bir gelişkinlik taşıyabilmesi tek tek sol-sosyalist güçlerin ötesinde bir enerjiye ihtiyaç duyuyor.
Sol yeni bir mücadele dönemine giriyor. Bu yeni dönemde başarıya giden yol ise, iç dünyaların kısır gündemlerindeki tartışmalarla değil, doğrudan doğruya iktidarı alaşağı edecek devrimci stratejinin kurulması ile açılacaktır.