Sistem-yapı-özne ve sosyalist politika IV

Bir önceki yazımızda belirttik: Biz, bu mevcut kapitalist sistemin, "pre-sosyalist" (sosyalizm öncesi) bir geçiş sistemi olarak tanımlanmasının daha doğru olduğunu düşünüyoruz. Çünkü, kapitalizm üretkenliğini, haliyle tarihsel üstünlüğünü kaybetmeye başlamıştır. 

Son elli yılda bu geçiş dönemini tanımlamak için önerilmiş kavramların daha da ötesine geçiyoruz. Neler önerilmiştir: post-endüstriyel, post-modern! Elbette,"geç-kapitalizm" kavramı da. Ama, kapitalizmin "son hali" demenin, "mevcut son hali" demenin ötesinde bir anlamı da yoktur. 

Sistemik değişiklik, sadece son elli yıllık neo-liberal dönüşümün mevcut durumunu ya da neo-liberalizmin sadece yeni bir "neo" yönünde bir dönüşümünü değil, kapitalizmin "kendisiyle" ilgili tarihsel bir dönüşümün gerçekleşmesiyle ilgilidir. 

Kapitalizmin kendisinde genel olarak yaşanan sistemik değişiklik, artık sosyalizm öncesi aşamadadır. Çünkü bizzat "artık değerin" kendi iç dağılımında radikal değişiklikler, kaymalar olmaktadır. 

Daha açık yazalım:

Marx’ın kuramsallaştırdığı "sanayi kapitalizmi" dönemimin tümüyle geçerli olmadığı Lenin tarafından kendi döneminde kuramsallaştırılmıştır: "Finans-sermaye" ve tekeller dönemi.

Ancak, çoktandır Hilferding-Lenin'in "finans-sermaye" kavramı ve dönemi de, başka bir sermaye ve düzenine dönüşmektedir. Hilferding-Lenin modeline göre, sanayi ve bankacılık iç içe geçmiş ve hakim unsur da banka sermayesi olmuştu.  

Ancak, Lenin'in "finans" sermayesinde de sanayi önemini korur, sadece rekabetçilikten tekelciliğe geçer. Bu aşamada banka sermayesinin hakimiyeti vardır. Sanayi, üretim ve banka sermayesi arasında hala organik bağımlılık ilişkisi söz konusudur.

Şimdi, yaklaşık 1968-1971'den bu yana, neo-Lenin dönemindeyiz ve "yapısal nedenlerle" sanayiden kopmaya başlamış, kopmak da zorunda olan, tümüyle "parasal", "finansal", "hayali" bir sermaye döneminde bulunuyoruz. Artık sanayiyi denetleyen ve yeni bir sermaye biçimine (finans sermaye) yol açan banka sermayesinin ötesinde ve dışında, tümüyle finansal olan bir sermaye egemenliği söz konusudur. 

Bu sermaye, "üretimle" bağlantısı son derece dolaylı, parayla para biriktirme de denilebilecek, tümüyle finans araçlarıyla üretilen, değişen değerin büyük kısmının henüz üretilmemiş olduğu bir finans sermayedir. Bu süreci elbette neo-liberalizm başlattı ve yaygınlaştırdı. Ama yeni sermaye, artık neo-liberalizmi de değiştirmeye başladı. "İşte bu neo-liberalizmdi zaten" denilecektir. O kadar da değil.

Çünkü, neo-liberalizm neticede sanayi kapitalizminin Keynesçi, refahçı, sosyal-demokrasi türü politikalarına dayalı birikim rejimine karşı, onun sorunlarını çözmek üzere gelişti, geliştirildi. Amaç, sanayi kapitalizmini, üretken sermayeyi tümüyle yıkmak değildi.

Ama, çözüm olarak getirilen neo-liberalizm kapitalizmi köklerinden sallamaya başlamıştır. Son yıllarda olduğu üzere, Neo-Keynesyen benzeri takviye ve  düzeltmelerin çözüm olacağını ise düşünmüyoruz. 

Çelişki şudur: Sanayi kapitalizmi olmadan kapitalizm olamaz. Ama, kapitalizm içsel çelişkileri nedeniyle artık sanayi kapitalizmi de olamaz. Bu çelişkinin geçici çözümü sadece, küresel düzeyde bazı sanayi bölgelerini korumak (örneğin Almanya ve Japonya 'nın durumu budur) ya da yenilerini yaratmaktır (yeni sanayileşen bölgeler, örneğin en başta uzun zamandır Çin'in durumu).

Ancak, bu bölgeler de "sisteme" başka ve uzun vadeli  yıkıcı sorunlarla dahil olurlar (Bu konularda, bizim “A Re-Conceptualization: Internal Contradictions of Capital and the Shifts within Surplus-Value” çalışmamıza bakılabilir). 

Neo-liberalizmden sonrası, Almanya, Japonya ve Çin harici güçlü ülke ekonomilerinin sanayi kapitalizmini yavaş yavaş terk etmeleri, sadece parayla, krediyle, spekülasyonla kazanmaya devam etmeye çalışmaları olacak. Ancak bu tüm "çalışan", "üretken" dünyanın bu "parasalcı", "kreditör" ülkelere sürekli "değer" aktarmasını gerektirir. Bu "değer aktarımı" da, bu çalışan ve üreten ülkelerin düşük ücretle çalışıp sürekli tasarruf etmelerini gerektirir ki, sürdürülebilir bir durum değildir.

Ayrıca, kendi iç piyasaları da belli bir ücret seviyesine gerek duyacağından, dışarıya değer transferi olanağı gitgide azalacaktır. 

Kaldı ki, "parasalcı", "kreditör" ülke ve bölgelerin sadece kendi dışlarındaki dünyayı değil, kendi çalışan sınıflarını da finans sermeyenin baskısına daha fazla sokması gerekir. Bu da küresel nüfusun büyük çoğunluğunun  borç ilişkisine girmesi demektir. Borç ilişkisi ücret ilişkisinden farklı olarak, sadece olağan bir sömürü ilişkisi değil, tüm sistemi çürüten, yıkan bir ilişkidir de. Düpedüz, anti-kapitalist nitelikler taşır. 

Özetle: üretimle bağını koparmak zorunda olan, gittikçe daha fazla spekülasyon, kredi ve borç ilişkilerine dayalı bir "kapital", "kapitalizmi" yıkar. 

Bu nedenle, yeni sistemik dönüşümü "sosyalizm öncesi", pre-sosyalist, olarak tanımlıyoruz.  

Bu tanımlamayı yaparken de, tümüyle Lenin'in "can çekişen" kapitalizm tespitine dayanıyor ve bu tespitten sonra yüz yıl geçmesini ise, sadece şöyle değerlendiriyoruz: 

Lenin erken doğmuştur! 

****

Devam edeceğiz.