Şirketleşmiş devlet

Devlet kurmak zordur. Silah zoruyla kendinize bir toprak parçası açacaksınız. O toprak parçasında yaşayan, farklı  sınıflara, kavimlere, etnisitelere ve dinlere mensup insanların haklarını ve görevlerini anayasal bir yurttaşlık anlayışıyla belirleyeceksiniz.  İnsanlar artık kendi cemaatlerinin, kabilelerinin, tarikatlarının kurallarında değil, herkese eşit olarak verilen yurttaşlık haklarında birleşmiş olacaklar. Zengin sınıfların yoksul sınıflar üzerindeki sömürüsünü kurallara bağlayacaksınız. Vergi toplayıp, ordu, polis besleyeceksiniz.

Arkasında silahlı bir gücün olduğu bir anayasanız olacak. Örgenleşmiş bir toplum varsa, yani devletiniz bir kral tarafından yönetilmiyor, halkın egemenliğine dayanıyorsa; yasama, yürütme ve yargı organlarınız birbirinden ayrı olacak. Seçimle iş başına gelen iktidar kurulu düzenin dayandığı sistemi kendine benzetmeyecek, onunla bütünleşmeyecek, onun kurallarına saygılı olacak. Başka deyişle, siyasi iktidar yönettiği devlete mesafeli olacak, kendisini onun yerine koymayacak.

Anonim şirket ise, yasayla belirlenen sermayesi paylara bölünmüş, borçlarından sadece mal varlığıyla sorumlu olan bir ticari kuruluştur. Yüz bin kâğıdı bastırıp bir anonim şirket kurabilirsiniz. Sözleşmeyle atanan ya da genel kurulda seçilen bir yönetim kurulunuz olacak. Burada bile ebedi bir yönetim yok; her üç yılda bir genel kurul toplanacak, yönetimi yeniden belirleyecek.

Kanun koyucu (her kimse!) devlet ile anonim şirketi “ulusalcı” bir anlayışla birbirinden ayırmış. Yabancı ortağa kısıtlamalar getirmiş mesela, teknoloji transferi gibi şartlar koymuş. “Türk, Türkiye, cumhuriyet ve milli” sözcüklerinin ticari unvanda yer almasını bakanlar kurulu kararına bağlamış.

Fiilen başkan olup kendine saray yaptıran zat, “Türkiye’yi bir anonim şirket gibi yönetmek” istediğini açıkladı.  Bunlar, tarih bilgisinden ve bilincinden, siyaset bilimi kavrayışından yoksun oldukları için öteden beri devleti şirket zannetmişlerdir. Merhum Erbakan da, cemaatlere, tarikatlara, tekke ve zaviyelere servis açacak bir “garson devlet” teorisiyle siyaset bilimine katkıda bulunmuştu. Fakat önemli bir mesafe aldıklarını inkâr edemeyiz. Tarihte ilk kez bir “ulus-devlet”in bir “anonim şirket”e; yurttaşın ise müşteriye evrildiğini görüyoruz.

Fiili başkanın bunu halkın hoşuna gitsin diye söylediği kesindir. Üretimden koparıp maaşa bağladığı oy depolarını muhafaza ederken, sınırsız borçlanma imkânıyla “şahane hayat” yanılsamasına sürüklediği orta sınıflara bir anonim şirket güvencesi vermek istiyor. Halkın ideolojik tercihlerle oy veren kesimleri bir yana, geniş kitlelerin ekonomik kriz, iç savaş ihtimali gibi durumlarda “merkez”e sığınmak gibi bir seçmen tercihi sergilediğini gayet iyi biliyor. Dolayısıyla, anketler ne derse desin, bir anonim şirket mantığıyla merkezde konumlandığını görüyor. Onun sloganı “win-win”, yani “kazan-kazan”; oy pusulasını “kazı kazan”… Ver oyunu, bul karayı, al parayı… Ver oyunu al hisseyi, sildir borcunu; üretme, sadece kazan. Hayatını vadeye bağla… Borçlan ki senin olsun en kral cep telefonu, en hızlı otomobil, en manzaralı kat…

HDP barajı aşarsa ne gam, ona büyükçe bir hisse verir; şirketin Anayasa’sı, pardon tüzüğü, zaten ABD’de, tam bir çokuluslu şirket mantığıyla hazırlanmış, bekliyor: radikal demokratik otonom konfederal imamlar seyyitler cumhuriyeti; etnik grupların dini tarikatların sosyalistlerin tekkelerin cinsel tercihi farklı olanların şeyhlerin kapitalistlerin sosyalistlerin ağaların ezenlerin ve ezilenlerin “demokratik” şeysi; bin bir çiçeğin açtığı halklar bahçesi; emperyalizmin ekip biçmeye doyamadığı, on iki yıldır adamlarına sürdürdüğü anonim tarla… Ardından muhtemelen yüz yıl savaşları gelecek.