Sinopsis

Geçenlerde Erdoğan kendisi söyledi: “Kültür ve sanatta maalesef arzu ettiğimiz yere gelemedik…”

Gelemezsiniz tabii…

Bu öyle Sinan Çetin’in uyduruk klipleriyle, Said Nursi, vb. filmleriyle olacak iş değildir. Üstelik bunlar, birtakım liberaller dışında bu ülkenin entelektüel çevrelerini de kesmez. Başka şeyler gerekir…

Ne gibi şeyler?

Bizden bir ipucu, bir öneri; artık film mi yaparlar, roman mı yazarlar, orası kendi bilecekleri iştir.

Aşağıda...

***

1940’lı yılların ikinci yarısı, Ankara…

Cenap Saygın, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Antropoloji kürsüsünün istikbal vaat eden genç asistanıdır. Bir düğünde tanıştığı, Münakalat Vekâletinde çalışan Nevin’le nişanlıdır. Cenap da Nevin de cumhuriyetçi, ilerici, ülkeye medeniyet gelsin isteyen, gözlerini batıya çevirmiş insanlardır.

Ancak bir aydın olarak Cenap’ın daemonik yanı ağır basmaktadır. İnancına ve ülküsüne rağmen hep sorgulayıcıdır. Daha farklı bir karaktere sahip Nevin’le bu yüzden sıkça münakaşa etmektedir. Bir gün birlikte Ulus’a doğru yürürken yolda üstü başı pek düzgün olmayan birinin polisler tarafından Sıhhiye tarafına geçmesine izin verilmemesini Cenap mesele yapmış, Nevin ise oralı olmamıştır.

Cenap Nevin’i sevmektedir; ama onun için sevgi denilen hissiyatı değerli kılan, aynı zamanda bir yüzleşme, karşılıklı hesaplaşma boyutu taşımasıdır. Nevin’de ise bu yoktur.  Cenap Nevin’in çevresinden, cumhuriyetçi ve ilerici diye bilinen şahısları tenkit ettiğinde Nevin’in canı sıkılmaktadır. Etibank’ta birlikte dalavere çevireceği bürokrat arayan, özel hayatına ise hedonistçe yön veren o madenci neyin nesidir mesela? Böyleleri de cumhuriyetçi, laik, ilerici sayılıyorsa o zaman kendisi nedir?

Cenap, iç hesaplaşmasını yoğunlaştırdığı bir dönemde ilmi bir tetkik için Türkiye’yi ziyaret eden Finli akademisyen Elina Kinnunen’le tanışır. Elina Cenap’tan 15 yaş kadar büyüktür; ama gene de Cenap onunla mesai yaparken içinde bir şeylerin kıpırdamasına mani olamaz.  

Bir yemekte Elina’ya Türkçe’nin mensup olduğu Ural-Altay dil ailesi ile Fin-Ugro dil ailesi arasındaki yakınlıktan ve ortak hamam kültüründen söz açtığında aldığı yanıt tokat gibidir: “Bırakın bu dil, han, hamam işlerini… Gerçekte ait olduğunuz yerden, Yakın Doğu İslam dünyasından kopmak için bir kolunuzla Orta Asya’ya diğer kolunuzla da batıya asılmak istiyorsunuz… Koskoca Sinan’ı yetiştirmiş bir toprağın insanları olarak, kendi fakülteniz dâhil o soğuk yüzlü binaları tutup Almanlara yaptırıyorsunuz…”

Bu sözler Cenap’ın fikir dünyasına tesir ettiği gibi kadına yönelik erkekçe ilgisini de artırır. Elina’nın bilerek açtığı mesafe ve verdiği imkânsızlık mesajı Cenap için adeta ilave bir tahrik unsuru, bir müşevvik olmuştur...

Ta ki Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne birlikte yaptıkları ziyarete kadar…

Hasanoğlan’da sınıflar gezilir, talebelerle tanışılırken Cenap’ın dikkatini sonradan adının Satı olduğunu öğrendiği bir kız çeker. Gözlerini Satı’dan alamamaktadır; öyle ki Elina da durumu fark eder. Bir ara kendisine müstehzi bir bakış atarken gözleriyle Satı’yı işaret eder; sanki “işte senin ait olduğun yer” der gibidir.

Kısa bir süre sonra Hasanoğlan Köy Enstitüsü kapatılır. Enstitü talebelerinden bir kısmı Ankara Gazi Eğitim’e alınır; bunların arasında Satı da vardır.  

Memleketine dönen, ama Türkiye’yi sıkça ziyaret edeceğini bildiği Elina Kinnunen, nişanlısı Nevin ve artık Ankara’da olan, istese hemen gidip görebileceği Satı…  Tam ortasında yer aldığı bu üçgen Cenap için sadece bir gönül ihtizazı olmaktan çıkmış, bir kimlik, bir kültürel aidiyet trilogyası halini almıştır.

Sahi, o nereye aittir? Nerenin insanıdır?

Kafası Raskolnikof’unki gibi karmakarışıktı. İşleyeceği bir suç sonucunda yüzleşecekleri kendi durumunu sarahate kavuşturabilir miydi? Mesela, kendisini yargılayıp hakkında hüküm verecek hâkimin gerçek babası, Nevin’in de kız kardeşi olduğu mahkeme safahatında ortaya çıkarsa, nereye ait olduğunu da hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde anlamış olacaktı…

Babasının beylik tabancasını alıp Nevin’le arkadaşlarının eğlendiği mekâna gitti. Herkes oradaydı…

Öldürme kastı yoktu; masayı hedef aldı, ama namluyu aşağıya tutarak şarjörü boşalttı…

Hâkim, babası, Nevin de kız kardeşi çıkmamıştır; ama 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi üzerine af çıkmıştır.  Cenap artık serbesttir.

Akademi, Nevin ve Elina hep geride kalmıştır. Ama Cenap bu arada ait olduğu yeri anlamıştır ve o dünyada Satı’ya da mutlaka bir yer olacaktır. DP iktidarının bir başlangıç olduğunu bilmektedir…

Belki kendisi göremeyecektir; ama ileride gün gelecek, o parantez mutlaka kapanacaktır…