‘Sınırları aşmak’ ve bir model önerisi

Çoğu zaman ‘güncel olanın’ tezcanlı dayatmaları karşısında bütünsel bir perspektifi kenara koymak durumunda kalıyoruz. Yine de 8 Mart gibi mücadelemizi özel olarak mimleyen günlerde,  bugünle geçmişin, ülke ile dünyanın/global bütününün ilişkilendirilmesi önem kazanıyor.

Bugün dünyada ‘kadının durumu’ nedir?

Panoramik bir bakışla başlayabiliriz…

Yüzyılları deviren boşanma hakkı talebine rağmen bugün hala kadınlar boşandıkları için canından olabiliyor.

Dünyamızda halen yarım milyardan fazla kadın adını dahi yazamıyor.

İngiltere’de klitoris sünneti yapan merkezler var. Bu illegal merkezlerde sünnet ettirilen, genital olarak sakatlanan kız çocukları tuvalette çok uzun süre kaldığı için okula gitmek istemiyor.

Yüzyılların kazanımlarını hiçe sayarcasına Avrupa Parlamentosu’nun bir milletvekili kadınların daha zayıf olduğu için daha az ücret almaları gerektiğini savunuyor.

İstisnasız her ülkede enformel sektörün, güvencesiz, geçici işlerin ezici ağırlığını kadınlar oluşturuyor.

Amerika’da kürtaj yasakları kadınların canını almaya devam ediyor. Ve artık kürtaj karşıtlığı, Trump başkanlığıyla birlikte bir devlet politikası…

Afganistan’da recm cezasının halen yürürlükte olmasından ya da Suudi Arabistan’da kadınların kıyafet satın alırken deneme kabinini erotik çağrışımdan dolayı (!) kullanmalarının yasak olmasından da bahsedebiliriz.

Daha pek çok şey sıralanabilir.

Bu genel panoramik bakış, şöyle düşünmemize neden olabilir: ‘Kadınların ezilmişliği hiç değişmiyor, şimdi neyse, geçen yüzyılda da aynı’. Böyle mi gerçekten?

Kuşkusuz değil. Her şeyden önce bu yaklaşım tarihsel değildir, mücadeleleri ve kazanımları hiçe sayan ‘kaderci’, ‘fıtratçı’ bir bakıştır.

O halde bu karanlık görünen tabloyu tarihsel olarak bir yere yerleştirmek, önümüze buradan bakmak gerekiyor. Bunun için de dört dönemden oluşan bir model önermek istiyoruz.

BİRİNCİ DÖNEM: FRANSIZ DEVRİMİNDEN 1848 YENİLGİSİNE

Aydınlanmanın, 1789’un, burjuva devrimlerinin, ‘eşitlik, özgürlük, kardeşlik’ idealleri içinde, ‘boşanma hakkı’, ‘oy kullanma’, ‘eğitim alma’ hakkının kendine mevzi kapmaya çalıştığı bir ilk dönem tanımlamak mümkün öncelikle.

Burada kimler vardır? İlk feministlerden, ütopyacılara, Marx’a, Engels’e radikal unsur ve ideolojiler var. İşin ilginç yanı aslında bu yapılar ‘kadınlara ilişkin talepler’ konusunda oldukça iç içe geçmiş durumda. Feminizm kavramını hiç kullanmayan ilk feministler, bu kavramı icat eden ütopyacı Fourier, ailenin feshedilmesinden bahseden Marksizm…

Bu ilk dönem ne zaman yeni bir evreye taşınmıştır? Yeni bir döneme geçişi belirleyen, hak temelli taleplerin kazanılıp kazanılmaması olabilir mi? Bu temel alınırsa, yüzyıldan fazla süren bir ilk dönemden bahsetmek gerekir. Örneğin burjuva devriminin anavatanı Fransa’da bile kadınlar 1944’te seçme-seçilme hakkını kazanmıştır yani neredeyse 150 yıl sonra…

Bu ilk dönemi bitiren aslında daha dünya-tarihsel bir büyük eşik olan Avrupa’da ‘48 devrimlerinin yenilgisi ve ‘burjuvazinin gericileşmesidir’

Gericileşme, yani başlangıçtaki ideallerin, eşitlik iddialarının geri dönüşsüz biçimde kenara konulması…

Avrupa’da ‘48 devrimlerinin yenilgisiyle birlikte aslında bir şey daha oldu. Başlangıçta talepler ve fikirler olarak iç içe giden ‘kadınların hareketi’ ile erken 19. yüzyılın radikal hareketleri, sendikacılıktan, ulusal kurtuluşa oradan Marksizme net olarak ayrıştı.(Women and Revolution,Workers,1974, No.5)

İKİNCİ DÖNEM: 1848’DEN EKİM DEVRİMİNE

Bu ikinci dönemi karakterize eden şey, burjuvazinin tarihsel olarak geri dönüşü olmayan bir gericilik çağını başlatması. Elbette bu dönem, Paris Komünü’nden süfrajet harekete bizim cephemizden büyük karşı atakları da beraberinde getirdi. Nitekim bu dönemin kadınlar açısından en büyük kazanımı oy hakkının elde edilmesidir. Ve aslında oy hakkının elde edilmesi, geçmişin ilerici ideallerine dönmemeye yemin etmiş gericileşmiş burjuvazinin hegomanyasında delikler açılması anlamına geldi.

Kadınların tüm bu kazanımlarının yanı sıra burada başka bir şey daha oldu: Büyük Ekim Devrimi. Ev işinin kamusal hale getirilmesi uygulamaları, kreşler, bakım emeğinin kamusal bir görev mertebesine çıkması, boşanmanın kolaylaştırılması, üreme/korunma hakları vb.

Bu arada kadınların eğitim ve istihdamının bir medeniyet ölçüsü olduğu kabulünün, ulus-devlet ideolojilerini şekillendirmesi önemli kazanımlar olarak görülebilir. Aslında bu kazanımların ve devrimlerin, gericilik çağındaki kapitalizmi fiziksel olarak sınırladığını, reformist talepleri karşılamaya yönelttiğini söyleyebiliriz.

ÜÇÜNCÜ DÖNEM: 1960’LARIN YÜKSELİŞİNDEN 1980’LERE

Refah devleti modelinin ve sosyal devlet uygulamalarının olduğu bir dönemde, kadınlar mücadelelerini daha da ileriye taşıdılar. Boşanma, eğitim, oy hakkı elde edilmiş ama eşitsizlik bitmemişti. İşte burada kadınların yalnızca haklar anlamında eşitlik talepleri değil, kimlik olarak da özgürlüklerinin ifadesi öne çıktı. ‘60’ların radikal feminizmi, ‘özel olan politiktir’, ‘benim bedenim benim kararım’ gibi konular tam da bu genişleme döneminde mevzi kaptı.

DÖRDÜNCÜ DÖNEM: 1980’LERİN SONUNDAN BUGÜNE

1980’lerin sonundan bugüne uzanan dönemi dünya çapında kadın hareketi için bir ‘geriye çekilme’ dönemi olarak görmek mümkün. (Susan Faludi bunu ‘backlash’ olarak ifade ediyor)

Bugün kadınlar bir kez daha yüzyıl geriye gidip boşanma hakkını, ‘eşit işe eşit ücreti’, elli yıl önceye gidip kürtaj ve üreme haklarını konuşmak, savunmak durumunda kalıyor. Kadına yönelik şiddetin boyutları öylesine dramatiktir ki bugün ‘kadının insan hakları’ demek durumunda kalıyoruz.

Kadınların mücadelesi açısından geriye çekilişin en vurucu örneklerinden biri, kadın düşmanlığının, dünyanın patronu diyebileceğimiz ABD’de artık resmi ideoloji, hükümet politikası haline gelmesi belki de.

O halde sormak gerekir, niye böyle bir geri çekilme oldu?

Bir kere ‘yapısal' nedenlere öncelik vereceksek, dünyada sosyalizmin çözülüşü, kapitalizmin ‘reformist taleplere göz yummak zorunda kaldığı’ bir dönemi kesin olarak sonlandırmıştır. Ayrıca değerli Marksist Ellen Meiksins Wood’un belirttiği gibi bugün aslında kapitalizmin ilk kez gerçekten küresel hale geldiği, önündeki fiziksel tüm engelleri yok ettiği bir evredeyiz. Ve bugün tam da 1848 devrimlerinin yenilgisi sonrasına benzer türde bir büyük gericilik dalgasının içindeyiz.

Kapitalizm, ‘kayıp coğrafyalar’ olarak sosyalist ülkelerin çözülüşüyle önündeki en önemli fiziksel engelleri aşmıştır.

Ama aşılan sadece bu değildir. Kapitalizm ‘toplumsal cinsiyete’ ilişkin sınırları da aşmıştır. Yani bir dönem verilen mücadeleler ve kimi reformist taleplerin karşılanabilirliği ile kadınları bir yere kadar ‘kollayabilen’ kapitalizm artık bu sınırı da yıkmıştır.

Örneğin sosyal devlet uygulamaları ile tümüyle kadının bakım emeğinin çeşitli türleri, çocuk bakımı, yaşlı bakımı kamusal mekanizmalarla vs çözülebilirken, bugün bunlar kamusal yük olarak görülmekte ve tasfiye edilmektedir.

Emeğin yeniden üretimindeki yük bütünüyle kadının sırtındadır.

Ama kapitalizm yalnızca emeğin yeniden üretimindeki yoğun sömürüyle yetinmez, kadın emeğinin her yerde daha ucuz olması da kural haline gelir. Bugün sermaye için kadın emeği, ‘ilkel birikimin’ en önemli kaynaklarından biridir. Şimdiye dek henüz tam olarak ortaya çıkarılmamış potansiyelleriyle kadınlar, sermaye için çığlıklarla yağmalanan Amerika kıtasına benziyor.

Kadınları bugün sınıf gündemleriyle daha fazla kesişmeye zorlayan tam da bu zemin.

Sonuç olarak…

İşin özü, bugün global bütüne bakıldığında sermayenin sınıfa saldırı politikaları ve emperyal özlemleri ile dünyada kadının durumuna ilişkin genel panorama arasında, gericiliğin ana kayış haline geldiği bir ilişkilenme söz konusu. Tarihsel dönemlendirmemize göre büyük karşı ataklar tam da bu ‘geri çekilme’ döneminde mümkün olabilir. ABD’deki Women’s March (Kadın Yürüyüşü) anlamlı bir işarettir. Tıpkı AKP Türkiye’sinde kadınlara ‘sözün/yasanın geçirilememesi’ ‘yasak uygulanamaması’ gibi…