Bu yılki 1 Mayıs’ın ana sloganı ‘Hayır daha bitmedi’ oldu. Böyle olması da oldukça anlamlı. Hep söylendiği gibi 1 Mayıs’ın tarihsel bağlamı ile ülke gündemi arasında politik bir bağ kurma zorunluluğu kendini göstermelidir. En azından asgari bir politik algı bunu gerektirir.
Ülke gündemi es geçilecekse, pek de zahmete girmeden, bir duanın düzenli tekrar edilmesini andırır biçimde her yıl aynı bildiriyle 1 Mayıs’a çağrı yapabilir ve aslında böylesine ‘evrensel bir standardı’ yakalamışken yalnızca İstanbul’a ya da İzmir’e değil, Frankfurt’a, Dublin’e, Cakarta’ya da çağrınızı yayabilirsiniz. Bir ritüelin kendini doyumsuz bir tekrarla sahneleyişine burada tanık olmak mümkündür. Gerçek bir ruhsuzluğu maskelemek istercesine huşu içinde yankılanan marş, sıkılı yumruklar; güçsüzlüğünü, etkisizliğini örtmek istercesine dev pankartlar bir performans uzmanlığı olarak boy verir.
En azından 1 Mayıs çağrısında bir kez bile AKP sözcüğü kullanmayan, adı ‘komünist’ olsa da apolitizm şampiyonu yapıların açıklamalarına bakıldığında bunları söylemek zaruri hale gelmekte.
Peki diğer yandan acaba ülke gündemi; üstelik de hep o çok yakıcı olduğu söylenen, tarihsel dönemeçlerin tarif edildiği, hep bir eşiğe ama artık ‘yeni bir rejime’ ve bir taraftan ‘bundan sonrası tufan’ noktasına yönelen vurgular düşünüldüğünde, bu kez de tersine ‘işçi sınıfı’ unutuluyor olabilir mi? Böyle olmadığını düşünüyoruz.
O halde açalım…
Kavram ve yöntem: Sınıf politikası ve toplumsal formasyon
Öncelikle, bu tartışmanın tarif edilmesinde belli bir sorun olduğunu söylemekle başlayalım. Sorun, sanki ülke gündemi ile sınıf gündemi arasında bir ikilik olduğu varsayımına dayanıyor. Öyle ki sınıfın kendi politik bölmesinden sıralayacağı gündemler ile ülke gündemi arasında bir mesafe tahayyül edilmektedir. Gerçekten böyle midir?
İşte tam da burada bazı temel kavramlara ilişkin kimi hatırlatmalar yapmak zorunlu hale gelmektedir. Bunlar, nesnel sınıf çıkarı, sınıf kapasitesi, sınıf politikası ve toplumsal formasyon kavramlarıdır öncelikle…
Sınıfın nesnel çıkarları denildiğinde, maddi olarak üretim sürecindeki sınıfın çıkarlarından, yalın ve çıplak gerçekliğiyle, ücretten iş güvencesine, haklardan çalışma saatlerine uzanan olgu ve durumlardan bahsediyoruz. Diğer yandan ‘sınıf kapasitesi’ kavramı tüm bu nesnel sınıf çıkarlarının, belli bir toplumsal formasyonda ve özgüllükte, çeşitli dolayımlarlailişkilenme, kendisini kurabilme, var edebilme becerisidir. (1)
Çulhaoğlu’nun sözleriyle ifade edersek;
“Sınıf politikası, sınıf kapasitesinin ürünüdür. Nesnel sınıf çıkarı üretim ilişkileri düzeyinde, sınıf kapasitesi toplumsal formasyon düzeyinde ortaya çıkar. Başka deyişle, sınıf, siyasetin temeli olsa bile, siyasetin tek başına buradan türetilmesi düşünülemez. (…)
Açık konuşmak gerekirse, hiçbir siyasal mücadele, kapitalizmin temel çelişkisinin birebir izdüşümü olamaz. Toplumsal formasyonun bütününde yeniden üretilecek siyaset, dolaylı gündemleri, diğer toplum kesimlerini ve güncellikleri hesaba katmanın yanısıra, temel çelişkiye ek rasyonellikler, gerekçeler, kucaklayıcı söylemler içermek zorundadır. İşçi sınıfının nesnel çıkarını içinde barındıran, ama deyim yerindeyse onu özel ve güncel duyarlılıklar için ‘giydiren’ ya da ‘süsleyen’ ideolojidir” (2)
Kısacası, sınıf politikası, sınıfın saf/çıplak gündemlerinin ‘toplumsal formasyon’ prizmasından geçirilerek yeniden üretilmesidir. İşin ilginç yanı bu çaba bir lütuf değildir çünkü bizatihi işçi sınıfı da bu izleğe meyyaldir.
Tam da bu nedenle devrimler, ücret artırma talebiyle değil ama yoksulluğun dibindeki yığınların savaş karşıtı isyanlarıyla; çalışma saatlerini kısaltma talebiyle değil ama ‘güneşi göremeyen açların’ cumhuriyet talebiyle ortaya çıkmıştır.
Bu kavramsal hatırlatmaların önümüzdeki tartışma için anlamı, öncelikle toplumsal formasyon dolayımıyla ortaya çıkan ‘sınıf kapasitesinin’ ve bununla bağlantılı sınıf politikasının, bugünün hararetli konuları olarak; ‘saray rejimi’ ‘AKP iktidarı’ ‘cumhuriyetin tasfiyesi’ ‘yurttaşlık’ gibi alanlarda ‘yıkıcı ve kurucu’ bir ağırlığa talip olması gerekliliğidir. Bu bugün olduğu gibi bir zorunluluk olarak doğar ve yılların sendika ağalarının ağzından ‘devrim ve sosyalizm’ diye dökülür.
Sermaye için ‘cumhuriyet’ ihmal edilebilir bir vakıadır
AKP/saray rejiminin gericiliği, cumhuriyet fikri, laiklik, en basit ve doğal biçimde ‘oy kullanan yurttaşın hakkı’ gibi konular sermaye sınıfının nesnel çıkarları için ihmal edilebilir hale gelmiştir; evet bir tarafta filli boyası, tüketici boykotu yiyen pınar’ı gidişattan endişelidir ama nesnel sınıf çıkarları için artık cumhuriyet ihmal edilebilir bir vakıadır.
Dolayısıyla yurttaşlık dahil olmak üzere geçmişin ‘sahibi belli’ işleri bugün dımdızlak ortadadır, bugün ‘yurttaşlık’ sınıfın omuzlarındadır.Referandum sonrası özellikle kentli emekçilerin yoğunlaştığı alanlarda beliren ağırlıklı hayır oylarının anlamı tam da budur.
Devamla, tüm bu baskı, OHAL, referandum zorbalığından sonra dünkü 1 Mayıs coşkusu ve kitleselliği de yine bu yakıcı buluşmanın(sınıf ve yurttaşlık) tezahürü olarak görülmelidir.
Son olarak diyebiliriz ki Akp/saray rejimine karşı Hayırcılık, mavi yakalıdan plaza emekçisine, karşımıza pür anlamda ‘sınıf çelişkisi’yle çıkmayan sınıfın, adlı adınca ‘sınıf kapasitesidir’ ve sosyalistlerin görevi, ‘yoksa sınıfı unutuyor muyuz?’ demeden tam da burada işçi sınıfının rolünü büyütmek, örgütlü hale getirmektir…
1-Tülin Öngen, Prometheus’un Sönmeyen Ateşi, s.229 (1996); Alan yayıncılık
2-Metin Çulhaoğlu, Sınıf ve Siyaset: Bir kuramsal Giriş Denemesi, Sosyalist Politika, sayı:6(1995);s.41