Sınıfa karşı sınıf

Konumuz siyaset ve siyasette işçi sınıfı.

“İki sınıf vardır, açıkça işçi sınıfından yana değilsen burjuvaziye aitsin.”

Bu en güzel örneklerinden birisini John Reed’in ünlü “Dünya’yı Sarsan On Gün” romanından hatırladığımız yalınlık, kuşkusuz devrimci duruma özgü özel bir yan taşıyor. Ancak hemen ekleyeyim, bu yaklaşım, çokça iddia edildiği gibi hayatı siyah-beyaz kabalığında görmek anlamına gelmez. Aksine bunun, deyim yerindeyse grinin içindeki siyahı ve beyazı görebilmeyi başaran daha zengin, daha derinlikli bir bakış olduğu inancındayım.

İşin bu kısmı bir başka yazının konusu olsun, sonra devam ederiz.

AKP’NİN OYUN KURUCULUĞU

Türkiye’de güncel siyasal değerlendirmeler yaparken gözden kaçırılmaması gereken önemli bir ayrıntıya işaret ederek devam edelim.

Geride kalan 10-12 yılda siyaset dünyasında gündeme gelen gerilimleri kabaca hatırladığımızda, genellikle oyunu kuran tarafın AKP veya özel olarak Erdoğan olduğunu görüyoruz. Bu bir yere kadar doğal olan tabloda siyasal taraflaşma, gündemden bağımsız olarak aşağı yukarı hep aynı eksen üzerine kuruluyor. AKP ve Erdoğan, kendi eksenlerinin merkezine millet, milli irade gibi kavramlarla ifade ettikleri bir gücü yerleştirerek hamle yapıyorlar. Oyun böyle kurulduktan sonra ve iletişim araçlarının büyük çoğunluğu iktidarın elinde olduğu sürece yeni mevziler elde etmek, gerilimlerden güçlenerek çıkmak pek zor olmuyor.

İşçi sınıfı siyaseti dediğimiz şeyin tam burada devreye girmesi gerekiyor ve yazının başında aktardığımız karşıtlık böyle ele alınmalı.

Bir parantez ile iki-üç küçük not düşelim. Sosyalist siyaset çoğu zaman yanlış algılandığı gibi, toplumun büyük çoğunluğunun gündemine giren konuları burjuva siyaseti diyerek önemsememek değildir. Yine sosyalist siyaset, sosyalizmin veya sosyalizmin güncel gelişmelere dair değerlendirmesinin işçilere, işçi sınıfına aktarılmasından ibaret olarak da görülemez. Devrimci siyaset, ülkede yaşanan tüm gerçek tartışmalarda taraf olmak zorundadır. Topluma, işçi sınıfı adına ve işçi sınıfının çıkarlarını merkeze alarak seslenilir ve esas olarak da toplumu işçi sınıfı lehine ikiye bölmeyi amaçlar.

İşçi sınıfı, devrimci siyasetin dayandığı temel toplumsal güçtür.

SOSYALİST HAREKETİN EKSİĞİ

Türkiye sosyalist hareketinin işçi sınıfının siyasal temsilcisi olduğunu söyleyebilir miyiz?

Tarihsel ve teorik olarak elbette...

Öyleyse daha pratik bir soru soralım. Herhangi bir sosyalist parti eylemini izlediğinizde gördüğünüz tablo karşısında, “işte işçi sınıfını pratik olarak da temsil eden bir devrimci özne” diyebiliyor musunuz?

İşte bu soruya aynı rahatlıkla “evet” cevabı veremiyoruz.

Elbette, sınıfın değişen yapısından söz ederek, genç ve eğitimli işçi sınıfına vurgu yaparak, emeğini satarak yaşamını sürdürebilen herkes işçi sınıfının bir parçasıdır tezine yaslanarak ilgili topluluğun belli bir sınıf karakteri olduğunu söylemek mümkün olabilir. Ancak yine de bu soruya hiç düşünmeden, ek açıklamalar yapma ihtiyacı duymadan ve hiç tereddüt etmeden “evet” cevabı veremiyorsak, ortada üzerine düşünülmesi gereken bir başlık var demektir. Doldurulması gereken boşluk budur.

OYUNU BOZMAK...

Türkiye’de mevcut siyasal tablonun radikal biçimde değişmesi için, siyasal alanın bu büyük eksiğinin bir an önce kapatılması gerekiyor. Başka bir biçimde söyleyecek olursak Türkiye’de bugün işçi sınıfının siyasete, siyasetin işçi sınıfına her zaman olduğundan çok ihtiyacı var.

Toplumsal-siyasal alanda tartışma konusu olan tüm başlıklarda bizim tarafta toparlayıcı bir güç olarak işçi sınıfı siyasetinin daha etkili biçimde siyaset alanında yerini alması gerekiyor. Bunun aynı zamanda işçi sınıfının fiili olarak da var olduğu bir mücadele süreci olması ise bir zorunluluktur.

Türkiye’de bugün düzene karşı bir siyasal odak örgütlenirken, bunun işçi sınıfına dayalı olması gerektiği söylendiğinde bu pek tartışılabilecek bir konu olarak görülmez. Fakat nasıl hayat bulacağına dair ciddi bir tartışma pek yapılmadığı gibi genellikle belli kalıpların yanlış bir biçimde tekrarıyla yetinilir. Oysa üzerinde en çok durulması ve uğrunda çaba sarf etmesi gereken konu bu.

İşçi sınıfının veya tek tek işçilerin toplumun diğer kesimlerinden daha ileri, daha bilinçli vb. olmaması güncel bir veridir. Eğer güncel verilerle bakacak olursak, işçilerin önemli bir bölümünün AKP’yi desteklediğini de söyleyebiliriz. Unutulmaması gereken şudur: İşçi sınıfının devrimci potansiyelinin gerçeğe dönüşmesi sınıf mücadelesi içerisinde konum almasına, bu mücadele sırasında bilinç ve örgütlülüğünün gelişimine bağlıdır.

İşçi sınıfının yeniden ayağa kalkabilmesi ancak ve ancak onun öncü kesimlerinin örgütlenmesiyle mümkün olabilecektir. İşçi sınıfının bugün geride duran kesimlerini de sınıf mücadelesinin ön saflarına çekebilecek ve sınıfın bir bütün olarak ayağa dikilmesini sağlayabilecek güç, işçi sınıfının bilinçlenmiş ve örgütlenmiş öncü kesimleridir.

DUVARDAKİ TÜFEK

Her benzetme belli bir hata payı barındırabilir diyerek şöyle bitireceğim.

Türkiye sol hareketinde işçi sınıfının yeri akla Çehov’un o meşhur sözünü getiriyor. Çehov'a göre “oyunun başında sahnede bir tüfek varsa, o tüfek oyunun sonunda mutlaka patlamalıdır.”

Türkiye sol hareketinin özellikle yakın tarihine baktığımızda, işçi sınıfının biraz duvarda asılı tüfek gibi durduğunu söyleyebiliriz.

Artık tüfeğin patlama zamanı geldi.