Sınıf cephesi

2018 yazında, birincisi, rejim değişikliğinin yerleşmesi yolunda çok önemli bir adım atıldı; ikincisi, AKP’li yılların ekonomik bilançosu derin, ağır ve yapısal bir kriz olarak dışa vurdu.

“Şom ağızlı” iktisatçılar, yoldaş bilimciler bir yana beşuş yüzlü damadın anlattıkları bile, en az 3 yıl sürecek ağır bir ekonomik krizin içinde olduğumuzu gösteriyor: Durgunluk içinde enflasyon (stagflasyon); yüksek borç, düşük büyüme oranları ve yüksek işsizlik…

Bu sorunları salt iktisadi önlem ve programlarla çözmek olanaklı değil. Sınıf siyasetinin, sınıf mücadelesinin yöntemlerine başvurmak zorundalar. Sermaye sınıfı, yalnız emek sürecinin doğasından kaynaklanan nedenlerle değil, aynı zamanda toplumsal emek sömürüsü için gerekli, dolayısıyla da, “sömürülen ile sömürüsünün hammaddesi arasındaki kaçınılmaz karşıtlığın zorunlu kıldığı”(1) işlevleri de yerine getirmek durumundadır. Bu “iki yönlü işlevse, biçimi bakımından da despotçadır.”(2)

Sermaye, sıkıştığı her durumda, çareyi, en başta emekgücü “maliyeti”ni kısmakta arar. Bunun onlarca aracı, yöntemi vardır: Emek gücünün yeniden üretimi için gerekli değerin karşılığı olan reel asgari ücreti düşürmek, çalışma saatlerini ve/veya emek yoğunluğunu artırmak, dolaylı vergileri yükseltmek vb. Örneğin, “iş cinayetleri”nin temelinde somut kapitalistin iyiliği kötülüğü değil, sermaye için bir “emek maliyeti” olan iş güvenliği harcamaları “kalemi”ne olabilecek en az kaynağı ayırma güdüsü yatar.

Havalimanı işçilerinin direnişiyle gözler önüne serilen üretim ve emek koşullarının “insanca” olup olmadığı tartışması yersizdir. Sınıf mücadelesiyle kazanılanlar dışında “insancıl” kapitalizm yoktur. Örnek olsun, dünyanın en büyük, en kârlı, en modern, en dijital işletmelerinden biri olan Amazon işçilerinin ya da ABD’nin ve dünyanın en büyük perakende tekel zinciri olan Wallmart emekçilerinin, herhangi bir ölçüyle “insanca” koşullarda çalıştırıldığı söylenemez. İngiltere'de yapılan gizli bir araştırma, Amazon tarafından konulan neredeyse imkânsız zaman hedeflerini tutturabilmek için çalışanların tuvalete gitmek yerine çöp kutularına ve şişelere idrar yapmak zorunda kaldıklarını ortaya çıkarmış, bu haber bizim basında da yer bulmuştu. 

 

Aslına bakarsanız, devletlerin despotluğu açısından da özde bir fark yoktur. Emek direncinin, sınıf mücadelesinin dozuna göre derece farkı söz konusu olabilir yalnızca.

Bizimkilerin, ayrıca, tarihsel-toplumsal nedenlerle her türlü hak arayışını şiddetle, yeşerdiği yerde ezmeyi “ilke” edindiği ortada.

***

Peki, Üçüncü Havalimanı işçilerinin, Flormar işçilerinin, Cargill işçilerinin, Real ve MakroUyum işçilerinin, Babacanlar Kargo işçilerinin, Muğla Taşıt Muayene İstasyonları işçilerinin, Aydın Belediyesi İmar A.Ş. işçilerinin, Yeşil Kundura işçilerinin vb. direnişi ve mücadelesi nereye oturuyor, neyi gösteriyor?

Kanımca, en başta, işçi sınıfı bütününün birleşik, sınıfsal ve siyasal bir hareketlilik içinde olmadığı bir dönemde eylemli sınıf mücadelesinin farklı işkollarında, farklı sektörlerde, değişik güdü ve taleplerle, örgütsüz ve eşgüdümsüz biçimlerde sürmekte olduğunu gösteriyor. İkincisi, bu çıkışlar, yeni dönem sınıf mücadeleleriyle ilgili ipuçları sunuyor. Bu eylemleri bu ölçüde şiddetle boğmaya çalışmaları, taleplerin sermaye açısından karşılanamaz içeriğinden değil, kriz koşullarında mücadeleyle hak alma yolunun açılmasından, “kötü örnek” olmasından duydukları korkudan kaynaklanıyor. Üçüncüsü, bu ilk çıkışlar, taleplerini eylemle duyurarak haklılık/meşruiyet gücü kazandılar. Dördüncüsü, bu çıkışlar, kriz koşullarında emek cephesinde patlayıcı madde yoğunluğunun ve eylem kapasitesinin arttığını gösteriyor. Hangi çıkışın ne zaman, nerede, nasıl patlayacağını, önceden bilmek olanaklı olmasa da, toplumsal proletaryanın birleşik, bütünleşik hareketi için koşulların olgunlaşmakta olduğunu söyleyebiliriz.

Biriken gizil gücü devrimci enerjiye dönüştürmek için ise siyaset ve örgütlülük başlıklarında devrimci yenilenme ve girişimcilik gerekiyor.

(1) Karl Marx, Kapital, 1. Cilt, Yordam Kitap, s. 322)

(2) Agy.s. 323