Sinema salonlarının ve sinemanın geleceği

Türkiye’deki sinemaların önemli bir bölümü iki hafta önce tekrar açılmış ve böylece küresel salgının ülkemize de sirayet etmesinin ardından kaçınılmaz biçimde ara verilen sinema sezonu henüz düşük profilli filmlerle olsa da yeniden başlamış durumda. Bu iki hafta boyunca sinemalara yaklaşık 68 bin izleyici gitmiş; geçen yılın aynı zaman dilimindeki izleyici sayısı ise 1.5 milyon dolayındaydı. Sinema izleyicilerinin, bu rakamlara göre, şimdilik yalnızca yüzde 5’inin sinema salonlarına geri dönmüş olmasının ana sebebi kuşkusuz salgının henüz sürüyor olmasının yarattığı endişeler (ben de bu iki hafta içinde sadece bir kez sinemaya gittim, o da yalnızca ilk gün ilk seansta) ama bazı sinemaların halen açılmamış olması bir yana, bu iki hafta boyunca gösterimde olan filmlerin yukarıda andığım üzere “düşük profilli” olmaları da bir etken.

Bu köşede iki hafta önce yayımlanan yazımda ifade ettiğim gibi, ülkemizde ve dünyada sinema işletmecileri gişe potansiyeli en yüksek majör filmleri Godot’yu beklercesine Hollywood’dan bekliyor. Ancak Beckett’in başyapıtına yaptığım benzetme artık bu noktada anlamını kısmen yitirebilir; çünkü, Christopher Nolan’ın merakla beklenen, vizyon tarihi salgın sürecinde defalarca ertelenen yeni filmi Tenet’in önümüzdeki hafta içinde Türkiye dahil dünyanın pek çok ülkesinde vizyona girmesi planlanıyor, yurt dışında kimi ülkelerde basın ön gösterimlerinin şimdiden yapıldığı anlaşılıyor. Tenet’in vizyona giriş süreci Hollywood yapımı majör bir film için pek emsali görülmemiş biçimde gerçekleşecek: ABD’de sinema endüstrisinin yalnızca yapım açısından merkezi değil, aynı zamanda en büyük pazarı olan Los Angeles dahil ABD’nin pek çok yöresinde salgın dorukta olup bu yörelerde sinemalar halen kapalı olduğundan Hollywood yapımı Tenet önümüzdeki hafta dünya açılışını yaygın ölçekte yaparken ABD’de eş zamanlı olarak vizyona girememiş olacak! Tenet’in ABD’de ise eylül başında vizyona girmesi planlanıyor, o günlerde ABD’de sinemaların ne kadar yaygın ölçekte açılmış olabileceği belirsiz olsa da.

Tenet’in dağıtımcısı Warner Bros.’un buna rağmen filmi dış pazarlardaki sinemalarda gösterime çıkarmasında bizzat Nolan’ın ısrarının payı olduğu söyleniyor. Tenet gibi Godot misali beklenen bir diğer majör Hollywood filmi ise Disney yapımı Mulan’dı ve Mulan gelmedi, gelmeyecek!: Disney, filminin vizyon tarihini birkaç kez erteledikten sonra sonunda bu koşullarda sinemalarda vizyona çıkarmak yerine kendi streaming (dijital yayın akışı) platformu Disney+’da izleyicilere sunmayı tercih etti.(*)

Disney’in Mulan’a dair bu kararı salgın döneminde aylar boyu kapalı kaldıktan sonra tekrar açıldıklarında bel bağladıkları iki filmden biri Mulan olan sinema işletmecilerini hayal kırıklığına uğratmış, hatta öfkelendirmişti; örneğin, bir sinema yöneticisinin fuayesindeki Mulan karton afişini parçaladığı bir video YouTube’da yüksek izlenme oranlarına erişti!

Bizzat sinema işletmecilerinin ekonomik kaygıları bir yana, zaten salgından önce de Netflix ile sinema salonları arasında yaşanan gerilimli ilişki üzerinden kendini hissettiren, sinema izleme deneyiminin öncelikli mecrasının geleceğine ilişkin soru işaretleri dünyanın açık farkla en önde gelen yapımevi olan Disney’in Mulan kararıyla sinemaseverlerden sinema analistlerine dek her kesim nezdinde artmıştı. ‘Artık herkes cep telefonundan, laptopundan film izliyor, sinemaya kim gidiyor ki?’ minvalindeki popüler söylemlerin hayattaki gerçek karşılığı aslında hiç de sanıldığı kadar fazla değil(di); örneğin, ülkemizde son yıllarda her yıl genellikle 50-60 milyon sinema bileti satılmış, yani her hafta ortalama bir milyon kişi bilet alıp sinemaya giderek sinemada film izlemiş durumda. Ancak salgının bu alışkınlığı ne kadar aşındıracağı ve dengeleri dijital platformlar lehine hızla kalıcı olarak kökten biçimde değiştirip değiştirmeyeceği ise meçhuldü, halen de meçhul.

Tenet’in gişe performansı bu açıdan kısmi olarak bir veri sunacak. Ama tabii ki tek başına geleceği işaret edecek bir veri olmayacak. Hem Tenet’in izleyicide bulacağı karşılık salgın koşulları bir yana ne kadar tatmin edici bir film oluşuna da bağlı, hem de salgının nasıl gelişeceği halen belirsiz. Ayrıca sinemaların izleyicilere sağlık riskleri açısından “güvenli” bir seyir deneyimi sunma konusundaki performansları da ayrı bir faktör (bu bağlamda örneğin Cinemaximum grubunun salonlarına patlamış mısırla girilmesine ve dolayısıyla maske çıkarılarak film izlenmesine cevaz vermesini en azından kendi adıma caydırıcı bir unsur olarak görüyorum, Ankara’daki Büyülü Fener sineması gibi salona yiyecek-içecek alınmayacağını açıklayan sinemaları ise takdir ediyorum).

Sinemanın geleceği konusunda okuduğum en iyimser öngörü, dev perdeli, yüksek teknolojili özel salonlarının üreticisi IMAX’ten geldi. Bu şirketin yöneticisi iki gün önce yayınlanan bir röportajda şöyle diyor: “Dünyanın sonsuza dek değiştiğini söylemenin popüler olduğunu biliyorum ama yüz yıllık tarihin beş ayda değişeceğini sanmıyorum.”

Sinemanın yüzyılı aşkın tarihinin “beş ayda” değişmeyeceği bence de son derece rasyonel bir öngörü ama birkaç şerhle birlikte. Birincisi, salgın sürecinin “beş ayda” bitmek üzere olduğu korkarım ki doğru değil, ne kadar süreceği, tekrar ivmelenip ivmelenmeyeceği belirsiz. En azından küresel ölçekte tüm dünyanın tüm yörelerinin homojen biçimde süreci atlatmış olmayacakları açık. İkincisi de salgın en iyimser senaryolarla tekrar ivmelenmeden makul bir süreçte sönümlense dahi sinema sektörüne yine de darbe vurmuş olacağı, hatta vurmuş olduğu kesin; salgına dair en iyimser öngörülerde dahi başta kimi salonların bu sürece dayanamayarak kapanmış olmaları üzerinden sektörün belli bir ‘küçülmesi’ söz konusu olacak gibi görünüyor ne yazık ki.

Öte yandan salgının sinema üzerindeki muhtemel etkileri ele alınırken konunun üzerinde az durulduğunu düşündüğüm bir yönü ise, yazının en başlarında belirttiğim gişe potansiyeli yüksek Hollywood filmlerinin Godot’yu bekler gibi beklenmesinin doğal, kaçınılmaz, alternatifsiz karşılanması; örneğin, Mulan “gelmeyince” karalar bağlayıp Tenet “gelecek” olunca umutların yeşermesi. Krizin en yoğun olduğu momentte, yani aylarca kapalı kaldıktan hemen sonra, bu acil ‘kurtarıcı beyaz atlı prens’ beklentisi anlaşılır ama yerli sinema, tabir caizse “öz kaynak” da denkleme dahil edilmeli. Yerli sinemaya bu koşullarda devlet desteği (iktidar güdümünde besleme bir ‘yerli ve milli’ sinema yaratma fonlamalarının ötesinde) ciddi biçimde arttırılmayacaksa ne zaman arttırılacak?

(*)Mulan, ABD'de ve pek çok ülkede sinemalar yerine Disney+ üzerinden çevrimiçi olarak izleyicilere sunulurken Disney+ servisinin olmadığı Türkiye gibi bazı ülkelerde ise vizyona girecek.