Şimdi ne yapmalıyız?

Öncelikle, seçim sonuçlarıyla ilgili birkaç not...

Birincisi, 7 Haziran seçimlerinin ortaya çıkardığı meclis tablosu belliyken, Tayyip Erdoğan ve AKP ülkeyi bir iç savaş ortamına sürüklemişken, benzer sonuçların çıkması durumunda aynı saldırgan politikaları sürdürecekleri belliyken ve muhalefet partilerinin bir iktidar alternatifi çıkarma olasılığı en iyimser tahminlere göre bile hiç yokken, şu dört kesim AKP’ye meclis çoğunluğunu sağlamış oldu: 1) Haziranda sandık başına gitmeyen AKP seçmenleri. 2) MHP seçmenleri. 3) Tutucu HDP seçmenleri. 4) SP ve BBP seçmenleri.

Erdoğan ile AKP’nin saldırıları ve şantajları başarıya ulaştı, çünkü toplumun onlara düşmanlıkla bakan geniş kesiminde herhangi bir daralmanın olmamasına karşın, benzer bir netliğe sahip olmayan kesimler, “ne olursa olsun istikrar” demiş oldu.

Dolayısıyla, 7 Haziran’da AKP’nin oy oranının yüzde 41’in altına düşmesine yol açan toplumsal direncin buharlaştığını düşünmek doğru olmayacaktır.

İkincisi, görüldüğü kadarıyla, HDP’nin 1 milyona yakın oy kaybetmesinin iki temel nedeni var. Birincisi, daha önce yazdığım üzere, 7 Haziran seçimleri öncesinde, sayısız provokasyon girişimine ve HDP mitinglerinde bombaların patlamış olmasına karşın eylemsizliğini koruyan PKK, bu kez, seçime çok kısa bir süre kalana kadar silahlı mücadeleyi yükseltti. İkincisi, HDP’nin barajı zaten kolaylıkla aşacağı düşüncesi, Haziran ayında sadece barajı aşması için bu partiye verilen oyların bir bölümünün CHP’ye yönelmesine yol açtı. Ve HDP barajı güçlükle aşabildi.

Böylece, HDP’nin barajı aşmasının ne kadar önemli olduğu da yeniden görüldü. AKP, HDP’ye verilen oylar sayesinde, anayasayı tek başına değiştirebilecek bir meclis çoğunluğuna ulaşamadı.

Daha genel olarak bakıldığında, hem seçimlerin o kadar da önemsiz olmadığı, hem de emperyalistlerin ya da sermaye sahiplerinin sandıktan diledikleri sonucu çıkaramayabilecekleri bir kez daha netlik kazandı.

Peki ya bundan sonrası?

Yandaş kategorisine girmeyen sermaye çevrelerinin ve Doğan Medya’ya bağlı yayın organlarının kendilerini affettirmeye çalışırken, (iktidara ve daha çok da muhalefet partilerine) yapacakları uzlaşma çağrılarının, Erdoğan’ın ve AKP’nin, özgürlük, eşitlik ve emek düşmanı, yağmacı ve saldırgan politikalarını desteklemekten başka bir anlama gelmeyeceği açık.

7 Haziran ile 1 Kasım arasındaki dönemde meclisteki daha güçlü olan varlıklarını etkili bir şekilde kullan(a)mayan muhalefet partilerinin önümüzdeki dönemde bunu başarmalarının daha zor olacağı da...

Gezi Direnişi patlak verdiğinde de, iktidarda, iki yıl önceki genel seçimlerde yüzde 49’dan fazla oy almış olan AKP vardı. O dönemde de, “penguen medyası” mutlak ağırlık sahibiydi.

Üstelik, Gezi Direnişi patlak vermeden önce, AKP iktidarlarının ne tür bir toplumsal tepki birikimi yarattığını ve ne tür toplumsal patlamalara yol açabileceğini kimse öngörememişti.

Ve Gezi Direnişi patlak verdiğinde, harekete geçen kitlelerin siyasal temsilciliğini üstlenmeye aday bir oluşum bulunmuyordu. Direnişin kendisi de bu tür bir oluşumu yaratamadı.

Aynı suda iki kez yüzülemez elbette. İki yıl sonra benzer bir direnişin patlak verebileceğini söylemeye çalışmıyorum. Geniş kitleler söz konusu olduğunda, kısa aralıklarla aynı şeylerin yeniden denenmesi olasılığı hayli düşüktür.

Ama AKP’nin sorunsuz bir şekilde 2019 seçimlerine ulaşmasını ve o seçimlerde de benzer başarılar elde etmesini engelleme “potansiyeli” bulunan bir toplumsal tepki birikiminin var olduğunu biliyoruz.

Soru şu: Bu “potansiyel”i kucaklayabilecek ve siyaset sahnesinde de etkili kılabilecek olan bir odak yaratabilir miyiz?

Birleşik Haziran Hareketi, bu yöndeki anlamlı girişimlerden biriydi ve etkili olma şansını yitirmiş değil. Seçim politikaları üretmek konusunda (öznel ve nesnel nedenlerle) iki kez üst üste tıkanıklık yaşamasının bu hareketi bir hayli yıpratmış olmasına rağmen, kanımca, sözünü ettiğim türden bir odağa dönüşme şansına hâlâ sahip. Tabii, “daha kapsayıcı” olmayı da gözetirse...

1 Kasım seçimleri öncesindeki “Halk Kazanacak!” girişimi, anlamlı ve önemli olmakla birlikte, kendi başına böylesi bir iddiaya sahip değildi.

Kanımca, ihtiyaç, nesnel olarak, sürüyor.

Çok uzatmamak için çok kabaca özetlemek gerekirse: Temel hedefleri, temel ilkeleri, iç işleyiş kuralları ve yönetici kurulları tüm üyelerinin katılacağı oylamalarla belirlenen, merkezî ve yerel çalışmalarıyla ilgili tüm bilgiler, kararlar, tutanaklar ve mali hesaplar İnternet siteleri aracılığıyla izlenebilir olan, temel kararları kapalı kapılar ardında ve bilinmeyen birtakım güç dengelerine bağlı olarak alınmayan, destekçi örgütlerden/partilerden birinin üyesi olmayanların kendilerini misafir gibi hissetmesine yol açmayacak, temel hedeflerini ve ilkelerini benimseyen herkesin her tür katkısına açık bir odak...