Şiltenin dengesi bozulmasın diye...

Yaşlılık, "İş yerinde sizi hiç sevmeyen ve durmadan arkanızdan konuşan biri gibidir." der Gorki. Gençlik döneminde insana hiçbir şey ifade etmez. Yaşamın ikinci yarısına girdiğinizde arada bir zihninize konuk olur ve çoğunlukla korkutur. Salt fiziksel olarak yavaşlamak, çökmek demek değildir yaşlılık. Günbegün yalnızlaşmak, ıssızlaşmaktır... Ölümlere doğumlardan daha fazla tanık olmak, usul usul eksilmektir. Annemden biliyorum; yaşlılık, "idare etmek" demek oluyor bir süre sonra. Eve kapanıp çocuktan, torundan telefon beklemek; sabahtan akşama televizyon izlemek; dayanamayacak noktaya gelindiğinde "Börek yaptım, keşke gelseniz." diyerek telefona sarılmaktır. Bir yerinden hayata tutunmaya çabalamaktır ama yaşlılık illaki yalnızlıktır.

Yalnızlığı seven insan, yalnız kalmaya fırsatı olmadığı için yalnızlığı sever. Eş, çocuk, ev, iş, gündelik yaşam arasında sıkışan insan elbette bir süre bir başınalığı arzular lakin fazlası zarardır. Kalabalığın içinde, sevgilinizin / eşinizin yanında kendinizi yalnız hissediyorsanız veya zorunluluktan yalnızsanız yalnızlığı sevemezsiniz. Kendinize yettiğinizi düşünseniz de bu doğru değildir. Çünkü her şeye rağmen hayat güzeldir ve hayat başkasıyla / başkalarıyla paylaşıldığında anlamlı hale gelir.

Kitaplarını eşi Nicole ile birlikte yazan Elvis Peeters "Herhangi Bir Gün" adlı romanında yaşlı bir adamın geçmişine yaptığı yolculuklarla sıra dışı hayat hikâyesini anlatır. Genç yaşta arkadaşlarıyla birlikte bir kıza tecavüz ettikten sonra ailesi tarafından Belçika sömürgesi olan Kongo'ya gönderilir, burada çiftlik işleten ablası ve eniştesinin yanında başlayan iş hayatı, sık sık kesintiye uğrayarak çeşitlenir. Tamircilik, matbaacılık, paralı askerlik, pilotluk, kamyon şoförlüğü, vb. yapar. Birbirinden farksız günlerle dolu bir hayat süren bu yaşlı, yalnız adamın anımsadıkları, insanın nasıl bir kötülük ve şiddet üreticisi olduğunu gösterirken direnmenin de önemini vurgular. Günü yaşamaya odaklanmış, sorumluluk duygusu ve geçmişiyle hesaplaşma derdi olmamış, hayatına giren kadınları yalnız "dişilikleriyle" varsaymış, yaşadığı her şeyden kazançlı çıkmak için uğraşmış olan bu adam "Aslında insanın kediden fazla değeri yok." diyerek yalnızlığını kendince kutsar.

"Tek Yalnız Ben Değilim" adlı son anlatısı ise Jean - Louis Fournier'in kendi yalnızlığına yaktığı dramatik ve ironik ağıtların toplamı gibidir. Kışkırtıcı ama bir o kadar da hüzünlü bir hayat muhasebesidir... Belki de yazarın "yalnızlık" ve "yaşlılık" üzerine sayıklamalarıdır... Bu sayıklamalar, yazarın bir tür  "otobiyografi" olarak tanımlayabileceğimiz külliyatının şimdilik son parçası olarak geçmişine tanıklık etmemize imkân tanır. Duygusal açıdan yoğun bir metnin içine yerleştirdiği ironik öğelerle yalın ve mizahi bir üslup yaratan Fournier, isminden de hissettirdiği üzere bu kitabında aslında bir teselli metni yazar. Dünyada "tek yalnız" olmadığını düşünerek geceleri gündüzlere bağlamaya çalışan bu adam yalnızlığı anlama, anlamlandırma  ve yansıtma sorunuyla boğuşur.

Kimi zaman çocukluğundan, kaybettiği eşinden, annesinden bahseder, kimi zaman da gezmekten, eğlenmekten, kalabalıktan hoşlanan komşularından yakınır. Öylesine derin ve saf bir yalnızlığı vardır ki onu arayıp "Rahatsız ediyorum." diyenlere, asıl aramadıklarında rahatsız olduğunu söyler,  burnuna kondukları için sivrisinekleri sever. Yalnız olmayı samimiyetle arzulamak ve yalnız kalmaktan delicesine korkmak arasındaki çizgide salınsa da "İnsan, yalnız olmayı sevmez. Çiçeğin açmak için nasıl güneşe ihtiyacı varsa insanın da gelişmek için başka insanların sıcaklığına ihtiyacı var." der ve neden bunları yazdığını da Georges Prros'tan yaptığı bir alıntıyla gözler önüne serer: "Bizi dinleyecek kimse olmadığı için yazı yazıyoruz. Edebiyat olmasaydı, yalnız kaldığında bir insanın neler düşündüğünü hiçbir zaman öğrenemeyecektik."

"Yalnızlığım benim sidikli kontesim / Ne kadar rezil olursak o kadar iyi"* diyerek çırpınırken; fırsatları, an'ları, insanları sayısız sanıp kendimizi hep günün birinde karşılaşmayı umduğumuz birine / birilerine ertelerken; doğru ( ki bunu kim bilebilir gerçekte?) zamanda karşımıza çıkmadığını düşündüğümüz  insan(lar)ı bir gün geri dönüp deliler gibi arayacağımızı hesaba katmıyoruz. Hayat çoğu zaman cömert davranmaz. Hoyratça kullandığımız arkadaşlıkların, yıprattığımız dostlukların, savurganca harcadığımız sevgilerin anılarıyla yapayalnız kalırız bir gün... Ya yanımızda kimseler olmaz ya da olması gerekenler yanımızda değildir... Yalnızlık ve / veya yaşlılık çift kişilik yatakta şiltenin dengesi bozulmasın diye ortada yatmaktan ibarettir.

* Sevgi Duvarı / Can Yücel


KÜNYELER

- Herhangi Bir Gün, Elvis Peeters, Çev: Gül Özlen, Alef Yayınevi, 2014.

- Tek Yalnız Ben Değilim, Jean - Louis Fournier, Çev: Ayşe Ece, YKY, 2021.