İzmir’de 21 yaşında meslek hastalığı teşhisi konan diş teknisyeni Hasan Arslan 26 yaşında yaşamını yitirdi. Silikozis mi? Kesin olarak bilmiyoruz, ama tahmin edebilmek güç değil. Ama bunun bir silikozis olduğunu ve yaptığı işle ilgili olup olmadığını kabul ettirmek hiç de o kadar kolay değil.
"Bu çalışmalar neticesinde, bilim kurulu kararı, uluslararası sözleşmeler ve ulusal mevzuatımız hükümleri dikkate alınarak; öncelikle her türlü kot giysi ve kumaşlara uygulanan püskürtme işleminde kum (silis tozu) veya silika kristalleri içeren herhangi bir madde kullanılması yasaklanmıştır. Kum kullanılan diğer iş kollan ise, uygulanan yöntem, kristalize silika içeriği ve alınan tedbirler yönünden Bakanlığımızca değerlendirilmekte ve sağlık sonuçları izlenmektedir" ( T.C Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü, GENELGE 2009/.2.4)
Özetle; kamuoyu baskıları ve bu konudaki mücadele sonucunda, Sağlık Bakanlığı bir genelge yayınlamak zorunda kalmış, ama bu genelge sadece ama sadece kot kumlamada silika kristallerini yasaklamış, diğer sektörlerde "sağlık sonuçları izlenmektedir" demiştir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'ndan ise yasak konusunda hala ses çıkmamaktadır. Sağlık sonuçlarının izlenmesini silikozisten yaşamını yitiren Bingöllü işçilerin çocuklarına da, Bozüyük'te zar zor yolda yürüyen babasının elinden tutmakta olan kızına veya Hasan Arslan kardeşimizin ailesine de sormakta yarar vardır! (http://ilerihaber.org/yazar/kum-tanesinin-cinayeti-2-turkiyede-silikozis-30732.html)
Aslında bu bir örnek, daha doğrusu onbinlerce örnekten birisi. Reddedecekler, ispat isteyecekler, gerekli ölçümler yapılmadı nereden biliyorsunuz diyecekler, tazminat bağlamak için bin dereden su getirecekler…
Yaşanan veya yaşanacak olan şey meslek hastalıklarının kapitalizm tarihinde sürekli reddedilmesinin, sonrasında yok sayılmasının, sonrasında etkilerinin hafife alınmasının bir örneği. Sermaye sınıfı bilimin ve teknolojinin ulaştığı günümüzde, gerçekleri reddedemeyeceği zamanlarda da yapılan iş ile hastalık arasındaki ilişkinin “ispatı” mekanizmalarını zorlaştırmış, zorlaştırmaya da devam ediyor.
Bu hafta işçi kardeşimiz Hasan Arslan’ı analım ve kısaca tarihten bazı örneklerle silikozisin nasıl reddedildiğini görelim…
SİLİKOZİS Mİ, İSPATIN VAR MI?
Toplumsal refahın genel olarak İkinci Savaş sonrası genişleme evresine girmesi, buna paralel olarak beklenen insan ömrünün uzaması ile birlikte silikozise (ve pek çok işyeri kaynaklı maddeye) maruziyet tarihi ile hastalık arasındaki periyod uzamış, iş ile hastalık arasındaki ilişki de gözden düşmüştür. İşçilerin büyük bir kısmına emeklilik dönemlerinde silikozis teşhisi konduğundan konu giderek gündemden de düşmektedir. Ama 70’lerde, önceki yirmi yıl boyunca “zaten bitmiş bir hastalık” diye görülen silikozise karşı de alınması gereken önlemlerin alınmaması sonucu yaşanan ölümler ile bir kez daha kamuoyu gündemine girmiştir.
1946 yılında Business Week şunları yazmaktadır: “silika sorunu bazı işçilerin tozlara aşırı duyarlılığı sorunudur”. Bu absürd bakış açısı beraberinde işçilerin ırksal ve etnik kökenlerinin silikozise yatkınlıkta önemli olduğu gibi bir başka saçmalığı getirmiştir. Business Week’te yayınlanan bir makale ciddi ciddi şunları iddia etmektedir:
“(Bitti sandığımız halde y.n) bir işletmede hala silikozis ortaya çıkmaktadır, bu durum şirketin sarışın işçileri çalıştırmaktan kaçınması gerektiğinin kanıtıdır. Kumrallar, genellikle vücutlarında daha fazla kıla sahip olduklarından ve doğal olarak burun deliklerinde de daha fazla kıl olduğundan, silika tozunu burun kıllarında daha fazla tutarak, akciğerlere gitmesini önlemeye yatkındırlar” (Rosner ve Morkowitz, 2009: 182).
50’lerde, hatta İkinci Savaş sonrasında silikozis sorununun giderek unutulması, ABD sermaye çevrelerinin bir başarısıdır, silikozis geçmişe ait bir hastalık olarak görülmektedir. Savaş sonrasında iş çevreleri silikozisin oldukça küçük bir öneme sahip bir hastalık olduğunu söylemekle birlikte, ABD donanması hala dökümhane işçileri ve kum püskürtme işinde çalışanları tehlikeli işlerde çalışanlar kategorisinde göstermektedir.
Silikozisin unutturulma çabalarında Endüstriyel Hijyen Vakfı’nın (Industrial Hygiene Foundation) rolünün de atlanmaması gerekmektedir. 1945 yılında Vakıf tarafından finanse edilen bir sempozyum “silikozisin kesin tanısı” üzerinedir ve esas amacı da bu hastalığın ölüm ilanını verip tamamen gündemden koparmaktır. Sempozyuma katılan Trudeau Vakfı direktörü Leroy U.Gardner bir oturumda böyle “bayat ve klişe bir konu” için bir oturum ayırdıklarından dolayı özür dilemek istediğini belirtmiştir. Aynı sempozyumda konuşan Endüstriyel Hijyen Vakfı’nda Dr. O.A. Sander pnömokonyoz’un yeniden tanımlanmasını, bu hastalık tanımının çoğu kez yanlış anlaşıldığını, pnömokonyozun basit olarak “Fibröze (içdokulaşma) veya herhangi bir malüliyet emaresi göstermeden akciğerlere toz girmesi” olarak tanımlanması gerektiğini belirtmiştir. Sander daha da ileri gider ve çok az sayıda zararlı toz olduğunu, örneğin pamuk tozunun çoğu zaman pnömokonyoza yol açtığından kuşkulanıldığından söz eder. Ama şunu iddia eder; bisinozis (fabrikalarda pamuk tozunu teneffüs eden işçilerin akciğerlerine arız olan hastalık) akciğerlerde bir hastalık belirtisi göstermeyen tipik bir astıma neden olan alerjik bir reaksiondan başka bir şey değildir” (Rosner ve Morkowitz, 2009: 184-185).
Gardner’i ikna etmek zordur. Radyologların hala radyolojik incelemeyi yeterli kanıt olarak gördüklerini, işle ilgili bağı kurmak için de işçilerin çalışma yaşamındaki geçmişlerine ilişkin ifadelerini kullandıklarını, bu her iki yöntemin de hastalık teşhisinin işçinin tazminat alabilmesi için mevzuat kapsamına alınabilmesinde yeterli olmadığını belirtir. Aynı Vakıftan bir başka isim Theodore Hatch ise hastalığın teşhisinde kullanılan yöntemlerin son derece kaba olduğunu, radyolojik inceleme ve hastanın iş geçmişine dayanan bakış açısının, ABD’de hastalığın ölçeğini abarttığını söyler. Daha da ileri giderek röntgen kullanılarak yapılan teşhisin son derece yetersiz olduğunu, bazı toz türlerinin, demiroksit gibi, röntgen ışını gölgeleri yarattığını, bunun da sanki silikozis gibi görünebildiğini iddia eder. Hastanın iş geçmişinin ise son derece yanıltıcı olduğunu çeşitli iddialarla savunur. İşin özeti şudur, eğer bir hastalık bilimsel olarak teşhis edilemiyorsa o hastalık yoktur! (Rosner ve Morkowitz, 2009: 185).
ABD’li sermaye yanlısı bilim çevreleri çok daha fazla araştırma, çok daha fazla laboratuvar tetkiki gerektiğini, ancak o zaman emin olunabileceğini iddia etmektedir. Kendilerini gerçekten ikna etmek çok ama çok güçtür. Halbuki günümüzde silikozis teşhisi için söylenenler çok nettir.
“Silikozis tanısında genel laboratuvar incelemelerinin çok fazla bir önemi yoktur. Rutin laboratuvar incelemeleri ancak ek patoloji veya komplikasyonlarda yardımcı olabilir. Tanı ve takipte radyolojik inceleme esastır” (Akkurt, 2009:17).
Bir hastalık tanısı yapmak kuşkusuz zor olabilir. Bir bilim insanı kuşkusuz kılı kırk yarmalı ve kuşkuculuğu elden bırakmamalıdır. Ama sermaye yanlısı bilim insanlarını ikna etmek bir türlü mümkün olmamaktadır. Silikozisin neden kaynaklandığına ilişkin çok daha fazla ölçülebilir bilimsel enformasyona gerek olduğu sürekli söylenir.
ALÜMİNYUM TOZU SİLİKOZİSİ ÖNLÜYOR!
1936 yılında Ontario Mc-Intryre-Porcupine Altın Madenleri’ndeki araştırmacılar küçük bir miktar alüminyum tozunun işçileri silikanın tehlikesinden koruyacağını iddia ettiler. 1937 yılında, aynı doktorlar ince alüminyum tozu solumanın kobaylarda silikozis gelişimini önlediğini rapor etti. Silikozisin görüldüğü diğer yakın madenlerde yapılan çalışmalarda da alüminyum tozunun semptomları azalttığı iddia edildi. Bir süre sonra Collier’s dergisinde “Toz Tozla Savaşıyor” başlıklı bir makale yayınlandı, bu makalede silikozisi önlemek için tek gerekenin iyi bir alüminyum tozu tedariki ve bunu püskürtecek ekipman olduğu belirtildi. Alüminyum teneffüsü terapisi hastalıkla mücadelede mucize bir terapi olarak sunulmaya başlandı, artık silikozis tedavisi olmayan bir hastalık olmaktan çıkacaktı! Tedavi edici bakış açısına sahip herkes bu konuya atlamıştır. Wright’ın arkadaşı olan ve aynı Vakıf’ta çalışan Leroy U. Gardner, ki yukarıda kendisinden söz edilmiştir, alüminyum terapisinin yararlarını savunur. Kendisi de alüminyum terapisinin silikozis için gerçek deva olduğu konusunda kimi zaman kuşkularını dile getirse de, bu tedavinin etkin bir önleyici uygulama olduğunu, ama bu tedavinin daha çok psikolojik olduğunu, silikozis hastası işçilerin morallerini düzelttiğini söyler. Hava Hijyen Vakfı’nda çalışan bilim insanları da bu tedaviye destek için sıraya girerler. 1940’ta Ontario Madencilik Birliği, bu vakfa ABD lisans verme ajansı gibi davranıp davranamayacağını ve bu tedavinin lisansının alınmasında yardımcı olup olamayacağını sorar. Vakıf bu tedavi konusunda kuşkular taşısa da, alüminyum terapisinin yaygınlaşması ve popüler hale gelmesi için desteğini sunar. Özetle alüminyum terapisi, pek çok tedavi edilebilir hastalık gibi silikozisin de tedavi edilebilir bir hastalık olduğu kanısını destekler ve yaygınlaştırır (Rosner ve Morkowitz, 2009: 192-193).
Avustralya, ABD ve Kanada’da 70’lerde de bir süre yaygın olarak kullanılan ve silika içerikli ortamlarda çalışan işçilere alüminyum tozu verilmesine dayanan “tedavi”nin hiçbir sağlam bilimsel dayanağı ortaya konmamıştır. Dr. Sibel Atış’ın Davis’ten (2002) aktardığına göre 4 yıllık kontrollü randomize bir çalışma ile 1956’ da maden ve çömlek isçilerinde alüminyum toz inhalasyonun kullanıldığı rapor edilmis fakat objektif yararlı sonuçlar tespit edilememiştir. İnhale “Mac-Intyre pudrası” (yukarıda ismi geçen maden bunun hemen patentini almıştır) 1944’den ve 1979’a kadar Kanada’da kullanılmıştır. Çin’de alüminyum sitratla yapılan sınırlı sayıdaki çalışmada alüminyum sitratın silikozisin radyolojik ilerlemesini azalttığı bildirilmiş fakat yan etkiler detaylı değerlendirilememiştir. Alüminyum tedavisi alan koyunlarda silikozis daha az geliştiği ve akciğerlerden silikanın temizlenmesi daha hızlı olduğu görülmüştür. Hayvanlarda alüminyum tedavisi ümit verici olmasına karşın alüminyum toksisitesi nedeni ile insanlarda kullanılmasını sınırlamaktadır. Öte yandan Prof.Dr. İbrahim Akkurt’un da belirttiği gibi “(s)ilikozisin tedavisinde aerosilize alüminyum, polivinil piridin-N-oxide (koruyucu etkili bir polimer); tetranidine (antifibrotik etkili) gibi bazı şelasyon yapıcı ajanlar kullanılmış ancak başarılı olamamışlardır” Bu konuda bir başka makalenin başlığı işi net bir şekilde ortaya koymaktadır: “Evet, Şimdi Bazı İnsan Kobaylara Sahipler: Alüminyum Terapisi ve Mesleki Silikozis” (Penrose, 2007). Bu makalede de belirtildiği ve bilimin artık, sonunda kabul ettiği gibi, silikozisten kurtulmanın tek yolu, ortamda silika içeren tozun yok edilmesi, işçilerin böyle ortamlarda çalışmamasıdır. Prof.Dr. Zeki Kılıçaslan’ın defalarca belirttiği gibi “silikozis yüzde yüz önlenebilen, ama tedavisi olmayan bir hastalıktır”.
Burada iki soru sorulmalıdır. Silikozis ile tozlu çalışma ortamları arasında sayısız neden-sonuç ilişkisi olduğu halde bilim insanlarının bir kısmı neden bir türlü ikna olmamaktadır? Öte yandan somut kanıtlara dayanmayan alüminyum tedavisine bu kadar hoşgörü gösterilmesi ve tabiri caizse üstüne atlanması neden kaynaklanmaktadır? Bu iki sorunun yanıtı burjuva ideolojisinin sağlığa ve özel olarak işçi sağlığı ve iş güvenliğine bakış açısında saklıdır…
Peki diş teknisyenlerinin silikozisten ölmemesi için için daha ne kadar beklenecektir, hala bilimsel veriler mi beklenmektedir?
KAYNAKLAR
Penrose, B. (2007). 'So Now They Have Some Human Guinea Pigs': Aluminium Therapy and Occupational Silicosis. Health and History, 56-79.
Rosner, D., & Markowitz, G. E. (2006). Deadly Dust: Silicosis and the On-Going Struggle to Protect Workers' Health. University of Michigan Press.
Wright, G. W. (1949). Disability evaluation in industrial pulmonary disease. Journal of the American Medical Association, 141(17); 1218-1222.
Akkurt, İ. (2009). Silikozis. Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, Nisan Mayıs. TTB Yayınları
Akkurt İ., Mesleki Akciğer Hastalıkları. http://file.toraks.org.tr/TORAKSFD23NJKL4NJ4H3BG3JH/kisokulu3-ppt-pdf/ibrahim_Akkurt.pdf
Davis GS. Silicosis. In: Hendrick DJ, Burge PS, Beckett WS, Churg A (eds). Occupational Disorders of the Lung: Recognition, Management, and Prevention. Philadelphia W.B. Saunders
2002:105-127.
Atış S., Mesleksel Akciğer Hastalıklarında Tedavi, Prognostik Sorunlar ve Çözümleri,
http://file.toraks.org.tr/TORAKSFD23NJKL4NJ4H3BG3JH/mse-ppt-pdf/Sibel_Atis.pdf