Sıkışma, savaşı çağırıyor

ABD'nin, İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü'nün Komutanı Kasım Süleymani ile Irak'ta faaliyet gösteren Şii milis Haşdi Şabi'nin komutanı Ebu Mehdi el Mühendis'i öldürmesi, hiç kuşku yok ki Ortadoğu için çok daha kanlı bir dönemin habercisi. Ancak bu suikasti, ABD'nin bir zaferi olarak yorumlamak hayli güç. Karşı karşıya olduğumuz daha çok, gerilimde yaşanan sıkışma ve taraflardan birinin bu sıkışmayı aşırı güç kullanımı ile aşma çabası olarak değerlendirilebilir.

Elbette, bu çabanın "vekalet savaşı" olarak yıllardır süregiden çatışmaları "açık savaşa" dönüştürme ihtimalini artırdığını göz ardı edemeyiz.

Peki, nedir yaşanan sıkışma?

ABD Başkanı Donald Trump, iki yıl önce İran'la yapılan uluslararası nükleer anlaşmadan (JCPOA) tek taraflı olarak çekildiğinde, aslında yeni bir yolun işaretini vermişti. Bu çekilme, doğal olarak İran'a yeni yaptırımlar uygulanmasını ve "Tahran'ın petrol ticaretini sıfırlama" hedefini de beraberinde getirmişti. ABD'nin anlaşmadan çekilmesinin ardından Avrupa ülkelerinin petrol ticareti için alternatif ödeme mekanizmasını geliştirmekte çekingen davranması ile İran kendini ciddi bir mali krizin içinde buldu. Trump yönetiminin, İran'la gerilimi artırmayı tercih etmesinin arkasında yatan esas nedenin, Cumhuriyetçiler için bölgede her zaman temel referanslar olan Suudi Arabistan ve İsrail'den gelen basınç olduğunu belirtmek gerek.

İran'ın, milis güçler üzerinden savaşın parçası olduğu Suriye'de ve yine bir tür "vekil güç" olarak desteklediği Yemen'de etkinliğini artırması, Tel Aviv ve Riyad için tehlike çanlarının çalması anlamına geliyordu. İşgalci İsrail devleti için 2006'da Lübnan'da Hizbullah'tan yediği darbenin acısı hâlâ unutulmuş değildi ve Suriye-Lübnan hattında ilerleyen İran ve Hizbullah güçlerinin nefesini ensesinde hissediyordu. Suudi Arabistan ise Hadi hükümetine destek verdiği Yemen'de, İran destekli Husileri alt edemiyor ve Riyad dahil olmak üzere ülkesine yönelen füzelerle baş etmenin yollarını arıyordu.

Bu iki eksenin yanına, Irak'ta da artan İran etkisi eklenmişti. ABD'nin işgal sonrasında kalıcı bir güç haline geldiği Irak'ta, İran da siyasi ve askeri anlamda giderek ağırlığını artırdı. Irak siyaseti, Şii partilerinin bastırmasıyla, uzun süredir ABD üs ve askerlerinin ülkeden ne zaman gönderileceğini tartışıyor. Ancak, Irak'ta son iki yılda yükselen protestolar ülkede ABD kadar, İran'ın etkisinden rahatsızlık duyan kesimlerin de varlığını gösteriyordu.

Böylece denklemin bir tarafında, İran'dan rahatsız bölge müttefiklerinin basıncını hisseden ve nihayet varlığı Irak'ta da sorgulanan bir ABD; diğer tarafında ise yaptırımlarla ekonomik olarak köşeye sıkışan, Irak'ta ise Şii'ler dahil kimi tepkilerin odağında olan bir İran yer alıyordu.

Bir denklem varsa, çarpanlar da var... Burada, orman kanunlarının geçerli olduğu, silah endüstrisinin altın günlerini yaşadığı, neoliberal krizin otoriterleşmeye gaz verdiği bir çağda olduğumuz gerçeği çarpan olarak değerlendirilmeli. Böylesi büyük çarpanlar varsa, gerilimin boyutu da diplomatik ölçekten, askeri ölçeğe sıçrıyor.

Peki, bundan sonra ne beklenebilir?

İran'ın, dini lider Ali Hamaney ve Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile birlikte en etkili üç isminden biri olan Kasım Süleymani'nin öldürülmesine verilecek yanıt yeni dönemin ipuçlarını da verecek. İran'ın elindeki en önemli koz, çok sayıda ülkede vekil güçleri üzerinden ABD ve müttefiklerinin başını ağrıtmak olabilir. Elbette İran'ın yalnızca dolaylı değil, "karşılıklılık ilkesi" gereğince doğrudan yanıt vermesi de beklenmeli. Ancak bu yanıtın, gerilimi, doğrudan iki ülke topraklarına veya üslerine taşıyan bir noktaya taşıyacak bir boyuta ulaşıp ulaşmayacağını şimdilik bilemiyoruz. Ruhani, bu değerlendirmeye paralel şekilde, İran ve "bölgedeki özgür uluslar yanıt verecektir" diyerek kavgayı yalnızca kendi yüzlerini kullanarak vermeyeceklerini ilan etmiş oldu.

Saldırının sahne aldığı Irak'ta, suların durulması değil aksine, ülkeyi bölünmeye götürebilecek yeni dalgalanmalar beklenmeli. Hatta bölünme, belki her iki taraf için de "kötünün iyisi" bir tercih olarak görülebilir.

ABD'nin Körfez'deki müttefiklerinin, endişelerini artıracak bir döneme gireceğimiz de kesin. Bir dizi petrol sahasının açık hedef olarak durdukları söylenebilir.

Ve nihayet, gözlerimizin Lübnan-İsrail-Suriye hattında olmasında fayda var. Bağdat'taki ateşin, bu hattı kısa süre içerisinde yangına döndürme ihtimali hiç de az değil.