New York, Chicago, vb. şehirler göçmen kentleridir. Bu şehirlerde ortalama 100 kadar farklı dil konuşulmakta ve her üç kişiden biri ABD dışında bir ülke doğumlu. Bu insanların hepsi özgürlükler ülkesi Amerika’ya daha iyi yaşam koşulları için geldi güya. Amerikan rüyası; çok çalışma ile başarı, refah ve şöhretin yakalanabileceği fikrini savunan bir düşünce biçimi ve geleneğidir, fakat gelir eşitsizliği yıllar öncesinden bu yana alıp başını gitti; yoksulluk ve adaletsizlik hızla ve trajik biçimde arttı.
'Fırsatlar Ülkesi' diye nitelendirilen Amerika yüz binlerce göçmenden yalnız birkaçına isabet eden bir piyangoydu esasen. Bizdeki 'Taşı toprağı altın' sözünü andıran 'Burada böyle yaşamaktansa...' diye başlayıp tamamlanamayan cümle dünyanın dört bir yanından sürüklenen insanların düşlerini süslemeye yetmişti yine de.
Çünkü gelişmeye takmıştı bu insanlar. Daha çok makine, daha çok verim, daha çok sermaye daha fazla konfor getirir diye ummuşlardı. Düşleriyle yaşayanların Amerika'daki milyonlarca işsizden haberleri bile yoktu. İşçilerin ne denli ağır ve insanlık dışı koşullar altında çalıştıklarının, emeklerinin karşılığını alamadıklarının, lüks ve konforun yalnız hayallerini süsleyeceğinin farkında değillerdi. Onların tek istediği başarı, para, belki güç belki de güneş gören bir evden ibaretti.
Farklı söylemlerle şişirilen özgürlükler ülkesi Amerika; Amerikan işi sınıfının sömürüsü üzerine kuruldu. Amerikan ekonomisi zaman zaman sarsıldığında fatura hep emekçi sınıfına kesildi. Bugün bile emekçilerin yaşamları kredi borçlarıyla, borsa tahvilleriyle ipotek altına alınmış durumda. Kapitalizmin vahşiliği ve acımasızlığı kırbacını vurmaya devam ediyor.
Bu konuyu işleyen "Şikago Mezbahaları" da Litvanyalı göçmenlerin bir düğün sahnesiyle açılır. 1906'da yayımlanan, Upton Sinclair'in ABD'deki işçi sınıfının durumunu çarpıcı bir biçimde anlattığı bu kitap Litvanya'dan iş bulma, az da olsa konforlu yaşama umuduyla ayrılan Rudkus ailesinin dramını anlatır. Chicago'nun arka sokaklarında yer alan mezbahalarda 'Amerikan Rüyasını' gerçekleştirmeye çalışsalar da başarısız olacaklardır. Jurgis, ihtiyar babası Antanas, eşi Ona, onun üvey annesi Teta Elzbieta, Jonas, Marija, hatta büyüğünden küçüğüne tüm çocuklar ayakta kalmaya çabalarlar.Fakat piyasanın acımasız çarkları arasında öğütülürler. Kirli burjuva siyasetiyle, emlakçısı, patronu, bankacısıyla kapana kıstırılırlar. Aile bir dizi talihsiz ölümler sonucu dağılır.
"Özgürlüğü hayal etmişlerdi; etraflarına bakınıp bir şeyler öğrenme fırsatını; doğru düzgün ve temiz insanlar olmayı, çocuklarının büyüyüp güçlü insanlar olmasını. Şimdiyse bütün hayalleri yıkılmıştı; öyle bir şey olmayacaktı! Oynamış ve yenilmişlerdi. (...) Yaşadıkları koca şehir ancak çöplerle dolu bir okyanus, balta girmemiş bir orman, çöl, mezar kadar kucak açmıştı onlara." (Sinclair 2017: 160)
Karısının ve oğlunun ölümüyle dağılan Jurgis; yasadışı işlere bulaşır, hırsızlık yapar, para karşılığı seçimlerde oy kullanır, hatta eskiden çalıştığı mezbahada grev yapan arkadaşlarına karşı grev kırıcı işçi olarak patronların safında yer alır. Nihayet aklı başına geldiğinde adaletsizliğe karşı çıkmanın yolunun eşitlikten ve sendikacılıktan geçtiğini görür. Ailesi için pek çok şeye geç kalmıştır ama umut ve mücadele gücü artık içinden taşmaktadır.
"Şimdiyse bir direniş rüyasına kapılmış, içindeki umut korkuyla savaşıyor; derken aniden kıpırdanıyor ve bir pranga kopuyor; içinden geçen ürperti vücudunun her bir zerresine ulaşıyor ve rüya bir anda eyleme dönüşüyor! Sarsılarak ayağa kalkıyor; kalkarken zincirler kırılıyor, üzerindeki yükler yere düşüyor; koskoca bir dev; ayağa fırlıyor, yepyeni bir sevinçle haykırıyor..." (Sinclair 2017: 355)
İnsan aklının alamayacağı yokluk ve acıları betimleyen, 1900'lerin başındaki Amerikan kapitalizminin ve Amerikan Rüyası'nın ne pahasına yükseldiğini kaybolan yaşamlar üzerinden anlatan roman; işçilerin yaşam ve çalışma koşullarının dehşetini gözler önüne sermekle kalmaz, et üretiminin insanlık dışı durumunu da kamuoyuna duyurur. Halkın, emekçilerin bilinçlenmesini her türlü dalavereyle engellemeye çalışan patronlar ile onların maşalarının da yüzsüzlüğünü teşhir etmektedir. Jurgis'in bilinçlenmesine yol açan, ona insan gibi yaşamanın hak olduğunu öğreten o dönemde yükselmekte olan işçi sınıfı hareketidir.
Ah, yarın 1 Mayıs. Emek, dayanışma, özgürlük, mücadele kelimelerini duvarlara, pankartlara, kalplere ve fikirlere kazıdığımız, karanfilleri elden ele taşıdığımız gün. Savaşları, açlıkları, yoksullukları, cinayetleri, adaletsizliği, eşitsizliği bitirmek için direndiğimiz, direnirken yitirdiklerimizden ötürü durmadan kederlendiğimiz gün. Unutmayalım! Örgütlü mücadelenin insanlığın tek kurtuluş yolu olduğunu haykırdığımız gün!
KÜNYE: Şikago Mezbahaları, Upton Sinclair, Çev: Kıvanç Güney, Sel Yayıncılık, 2017.