Şiirin ölmez gençliği

Dünya hepimizin buluşma yeri.

Kim ne derse desin

en ilginç, en heyecanlı olan hayat’ta

Kadınlardır

nehirler

ve şiirler bir de…

Geçenlerde yeniden buluştuk Özkan Mert’le. Hep aynı coşku ve heyecan. Sanki şairlik iksiri onu hep genç tutuyor. Yaşama sevincinin somutlaşmış hali, ondan çevresindekilere de yayılıyor.

Toplu şiirlerini içeren kitaplarının adları Özkan Mert şiirinin ipuçlarını veriyor: “Nehir” ile “Yeryüzü Şarkısı”. Nehir kesintisiz bir akışı çağrıştırıyor. Suyun çağrıştırdığı ferahlama, doğanın canlılığı, manzaranın güzelliği var. Bu nehir coşkun akan bir nehir aynı zamanda, dağların arasından, gölgeli kanyonların içinden de akıyor. Nehir insanlığın dingin ve fırtınalı tarihini de çağrıştırıyor. Özkan Mert’in şiiri, dayandığı diyalektik felsefenin gerçekliğe yaklaşımı gibidir, çelişkiler, çatışmalar, yatışmalar, dingin yaşam sahneleri, patlamalar çok renkli bir yeryüzünde akan bir nehircesine bu şiirde akarlar.

“Yeryüzü şarkıları” da bu imgeyi bütünler. Bu şiirden nehir yeryüzünde akar, insanlığın binbir yaşam kesitinde, birbirinden uzak köşesinde olup bitenleri buluşturur, birbirine bağlar.

Bu şiirin çıkışında sınırsız bir gençlik başkaldırısı, umudu vardır. Özkan Mert 1968’in “Kuracağız Her Şeyi Yeniden” dedirten devrimci umuduyla doğar. Bu şiir nehri, önüne çekilen bütün setleri, bentleri, barajları yıkıp akıp gitmek ister. Susuzları suya kavuşturacak, yoksulları doyuracak, bilgisizleri aydınlatacak devrimci bir nehrin şiiridir.

Özkan Mert, 1968’de, burjuvazinin köhnemiş şiir anlayışına savaş açan devrimci şairlerden biridir. Halkın Dostları dergisinde, genç şairler bir tartışma yayınlarlar. Ataol Behramoğlu, İsmet Özel, Süreyya Berfe ve Özkan Mert, ikinci yeni şiirine savaş açtıklarını ilan ederler.

Özkan Mert’in ilk kitabına adını veren “Kuracağız Her Şeyi Yeniden” şiiri yeni bir Türkiye’nin devrimci kuruluşunu dile getirirken, çok daha yüksek bir umudu gösterir. Yaşamın dayanağı ekmeği, tütünü, şarabı yeniden kuracağı gibi, yıldızları ve insanları da yeniden kuracak bir devrimci umudun şiiridir bu. Ufku alabildiğine geniş, gözü yükseklerde bu şiirin daha doğuşunda coşkulu bir nehir olarak patladığını görürüz. Yeryüzünün nehirleri doğanın bağrında akarken, şiirin nehri tarihin içinde akar. Geleceği insani bir yaşama kavuşturmak için geçmişin insani birikimini de dayanak yapmak gerekir. Özkan Mert’in gençlik şiirinin ikinci uğrağında 19. Yüzyılın bir başkaldırısının önderi, “Irgatoğlu Atçalı Kel Memet” (1970) olması bu gerekliliği somutlar. 1960’larda Türkiye’de ikinci doğumunu yaşayan Nâzım Hikmet şiirinin 68 Kuşağının şiirine esin verişinin de belirgin bir örneğidir bu destan şiir. “Şeyh Bedrettin Destanı”nın İznik gölüyle açılmasına benzer bir biçimde Aydın ili ve dağlarının çizimiyle başlar. Şiirdeki ses Nâzım Hikmet’in sesidir.

Ve toprağı doğurtan

ve şekil veren demire

pamuğa

ateşe

biziz.

Aydın dağlarından hemen sonra, nehir şiirin esin kaynağı memleket nehirleri de sahnede görülür. Ama doğanın bir edilgin parçası değil, insan mücadelesinin bir eseri olarak akarlar.

Küçücük bir kedi yavrusu gibi

büyüdü ellerimizde

Büyük Menderes

Küçük Menderes

ve Gediz.

Bu şiirin 1970’te insanla yoğrulmuş coğrafyasında en büyük yaratıcı halktır. Nehirleri büyüten, pamuğu yetiştiren, ekmeği pişiren, demiri yaşamın aracına dönüştüren halktır. Bu halkın uğradığı haksızlıklara başkaldırısını başlatan, destanın başkişisi de onlardan biridir, “ırgatoğlu” Atçalı Kel Memet’tir. Özkan Mert bu şiirinde “aşk ve ihtilal”i yazmıştır. Irgat Atçalı yanında çalıştığı ağanın kızına âşık olur, ağadan hakaret görür, başkaldırır. Dağlara çıkar, kısa sürede çevresine toplanan halktan kişilerle Aydın ilini ele geçirir ve valiliğini ilan eder. Vergileri kaldırır, halktan yana kararlar alan fermanlar çıkarır. Osmanlı, Atçalı’nın üstüne ordu gönderir. İsyanı kanlı bir biçimde bastırır.

Özkan Mert, Osmanlının katliamını şöyle şiirleştirir:

Kanlı bir bez gibi asıldı umut

Aydın kapılarına

harlı bir haziran

Ölenler öldü, kaçanlar kaçtı,

sağ kalanlar

götürüldüler İstanbul’a

siyaset olunmak üzre.

Atçalı’dan yaklaşık yüz elli yıl sonra, Türkiye’nin egemenleri, Özkan Mert’in “kuracağız her şeyi yeniden” dizesinde özetlediği devrimci çıkışı önlemek için yine Osmanlı’da “siyaset olunmak” denilen idamı çıkarırlar sahneye. 12 Mart 1971 darbesinden sonra Özkan Mert sürgüne gider. Özkan Mert şiirinde kısa darbeler tarihi ve tarih bilinci şöyle yazılır:

Radyolarda hep acıklı şarkılar vardı o zaman

Şimdi de var –hiç bitmeyecek bu şarkılar-

Acıklı bir halkız biz

-yaşayamıyoruz başka türlü-

Sokaklarda yürüdük 71’den 80’den önce

Gençliğimiz beton duvarların arasında eritildi

Şimdi kirazla rakı içiyoruz meyhanelerde

Yaşantılarımız bıçakla kazındı

Hani nerede dostlarımız, ortak anılarımız, inancımız

Yoksa biz hiç yaşamadık mı? Tanı Tarihi,

Tarih sensin çünkü

Uçan kuşları kiloyla satanları tanı

Hiçbir şeyi unutma. (1984)

Nehir şiirin yeryüzü şarkılarına dönüşme süreci de ülkeyi terketmek zorunda bırakan bu darbeler tarihiyle başlar. Yurtdışında, 70’lerin ilk yarısında yazılan şiirlerde, sürgün duyarlıkları diyebileceğimiz yeni bir ülkenin zorlukları, memleket özlemi, bunun hüznü duyulur:

Yüreğimi asmışlar

Türkiye ile Dünya arasına

Bir başka şiirde sürgünlük durumunu şöyle dile getirir:

Sökülüp toprağından

suyundan, tuzundan

acımasızca bir sabah

yaban toprağına ekilen

bir bitkisin sen.

Yabancı bir toplumda yaşamak zorunda kalan insanın yalnızlığı, geçmişinden, içinden geldiği kültürden kopuşu Özkan Mert’in dizelerine siner; bu yanıyla sürgün gerçeğinin anlaşılması için eşsiz bir kaynaktır. Denebilir ki, Özkan Mert’in şiiri, yeryüzü şarkılarına dönüşmek için sürgünlüğün yakıcı ateşinden geçmiştir.

Türkçe gülmüyor insanlar burada.

Ateş almıyor kahkahaları.

Bizim gibi üflemiyorlar havaya

cıgaranın dumanını.

Devirip kasketi kafasında

bakmıyorlar bizim gibi

dünyaya yan.

Geçmemişler kekik kokulu tarlalardan.

Akdenizli Özkan Mert soğuk Baltık denizinin kıyısında İsveç’e yerleşir. Yurtdışının ilk durağı Almanya’dan İsveç’e geçiş öyküsü çok hoştur. Tam şaircedir. Bir gün arkadaşıyla bira içerken yere düşmüş bir broşür görür. Alır, dil bilmediği için arkadaşına sorar, “Ne yazıyor?”

Arkadaşı çevirir: “İsveç’i anlatıyor. Yüz bin gölü ve çok güzel kadınları olan bir memleketmiş.”

“O halde, ben gidiyorum” der, Özkan Mert.

“Nereye?”

“İsveç’e; yüz bin gölden payıma düşeni almaya ve güzel kadınlara…” Cebindeki son parayla otobüs biletini alır ve düşer yollara.

Özkan Mert’in şiirinde yaşam dolu bir cinsellik vardır. Güzel kadınlar, öpülesi memeleriyle bu yeryüzü şarkılarında başköşededirler. Cinselliği fetişleştirmeden, sevişmenin yaşam dolu güzelliği ve sevinciyle Özkan Mert gibi ortaya koyan başka bir şair var mıdır, bilmiyorum. Özkan Mert’in şiiri, ölmez bir gençlik şiiridir. Devrimci umutlarını hiç kaybetmeden, yaşamı bütün ayrıntılarıyla araştıran ve yer vermeye çalışan bu şiirde aşk ve cinsellik, ağırlıklı bir yer tutar. Çünkü “şiirle dolu olmak aşkla dolu olmaktır.”

Özkan Mert, cinselliği yaşamdan soyutlayarak, yabancılaşmış biçimde, abartılı ve öznelliğe sıkıştırarak sergilemez. Yaşamın zenginliği içinde, çalışma ve eğlenmenin sıradanlığı ve olağanlığı içinde, cinsellik de bu şiir nehrinin aktığı en gözalıcı vadiler, çiçekli koyaklar gibi karşımıza çıkar. Bu şiiri ölmez bir gençliğin şiirine dönüştüren kaynağı da burada buluruz.

İlk yıllarda her türden işte çalışan şair, gemilerden yük indirir. Dünyanın birçok köşesinden gelen işçi arkadaşlar edinmiştir. Nehrin yeryüzü şarkılarına dönüşmesinde bu zengin insan tanışıklığı ve gözlem olanağının büyük katkısı vardır. Emekçilerden yana bir gençlik şiiri olarak başlayan bu şiir, yaşamın içinde emekçiyle buluşur ve onunla birlikte bütün yeryüzüne açılır. İnsana ve yaşama ilişkin en özlü gözlemlerini de bu niteliğiyle edinir. İşçi, seyyar satıcı İspanyol Pablo’nun gönderdiği kartpostalın arkasına yazdığıdır:

Bir valansiya portakalı kadar

Küçük dünyamız Özkan. Görüşürüz.

Herhalde, Özkan Mert’e bir dünya gezgini olması için gereken cesareti işçi Pablo’nun bu dünya tasavvuru vermiştir. Bundan sonraki aşamada İsveç’te bir limanda kaynaşan insanların geldiği şehirleri, ülkeleri, yeryüzünü gezip görmek ve bunun izdişümlerini şiirleştirmek gelecektir. Özkan Mert, Tokyo’yu, Roma’yı, Amsterdam’ı, Berlin’i, New York’u, Leningrad’ı yazdığı kadar Bodrum’u, Ankara’yı, İzmir’i, Van’ı, İstanbul’u yazacaktır ve bütün yeryüzünü, o yeryüzünü vareden insanları şiire taşıyacaktır.

yeryüzünün tüm kentlerini

asmış omzuna giden…

o eskici benim.

Özkan Mert’in nehir şiirinde, tarihte, Leningrad gibi, devrimler ve karşıdevrimlerle adları ve yazgıları değişen bu şehirlerin ve insanlarının maceraları vardır. İnsan ve tarih vardır. Devrimci umut ve öfke vardır. İnsanın ölmez gençliği, aşk ve sevda vardır.

Özkan Mert’in nehir şiirinde ve yeryüzü şarkılarında sen varsın. Ben varım. Biz varız.

Kendimizin bilincine vardıkça, estetik ve felsefeyle arındırdıkça, “kuracağız her şeyi yeniden”…