Kadına yönelik şiddetin türlü biçimleri gündelik yaşamımızı boylu boyunca kaplarken doğal ki bir sorunsal olarak şiddet de yeni boyutlar kazanıyor, yeniden ve yeniden tartışılıyor.
İşte bu tartışmalarda beliren bir sorun var. Zira erkek şiddeti kimi tartışmalarda, sınıfsız anlatısıyla belirginleşen Hollywood filmlerini andırmaktadır. Şiddetin failleri de mağdurları da sınıfsız bir zeminde karşılaşmıştır adeta.
Sınıf, silik bir dekor gibidir.
Dekor değişebilir, konfeksiyon atölyesinde olanla, Noel partisinde olan; üniversite ofisinde olanla, fabrikada olan aynı görülür. Filtresinden her şeyi geçirebilen işlevsiz bir eleğe dönmüştür sınıf, anlamsız ve işlevsiz bir elek.
Oysaki şiddetin cinsiyetli bir özünün olması, onu sınıfsal olarak nötr bir olgu haline getirmiyor.
Zira bugün, “suç mahallini” belirleyen, güvenlik şeridini çeken şey, adaletin tesisini bir maliyet hesabı olarak gören neoliberalizmdir.
Evet, bu maliyet hesabında “tekinsiz/kaotik unsurların” bir kısmı çöp kutusuna atılacaktır. Ama diğer kısmının yoksulluklarına inat hiper erkeklikleri hoş görülecek, kadınların yaşamlarına mal olan taşkınlıkları, “bastırılmış emek-kışkırtılmış erkeklik” düzeni içinde soğurulacaktır.
Neoliberal sağ siyasetlerin av sahası burasıdır.
“Toplum olma vaadini” ortadan kaldıranların, “başka bir alternatif yok” diyenlerin vahşi düzenekleri, erkek şiddetini kesif bir sınıfsallıkla çerçeveler.
Görünüşte “ezi¬len erkeğin gerilimi” şiddetin ana unsuru gibidir.
Neoliberalizmde bu, daha da katmerlenmiş biçimde böyle görünür. Bu bağlamda, “alt sınıftan” erkeklerde şiddetin ve cinsel suçların daha yaygın olduğu çeşitli istatistiklerle ortaya konmuştur. Ne var ki istatistikler yanıltıcıdır.
Çünkü “üst sınıftan” erkeklerin, istatistiklere yansımayan, daha ayrıcalıklı şiddet ve cinsel saldırı imkanları olması ya da aleni suçta bile yakalanma olasılığının daha az, örtbas etme şansının daha yüksek olması bu görünüşün “sırrını” ele verir.
Plazalarını “kadınları atabilecekleri bir cinayet silahı” olarak kullananlar, tekinsiz addedilecek, oyun dışına sürülecek, istatistiklere geçecek unsurlar değildir.
Erkek şiddetinin “sınıf yüzünde” hiçbir şey göründüğü gibi değildir.
Erkek şiddeti, basitçe zengini yoksulu herkesin içinde olduğu bir “iş” değildir.
Eşitsizliği derinleştiren koşullar, şiddeti körüklemektedir. Yani plazalarında cinayet işleyenler, yalnızca suçu yoksul “benzerlerine” atmıyor, zenginliklerini mümkün kılan düzenekler bir de şiddeti körüklüyor…
Ama dahası şiddetin merceği faillerden uzaklaştığında, şiddetin “mağdurları” farklı koşullar ve baş etme stratejileriyle beliriyor.
Bir fabrikada çalışan kadınlar, kendilerini taciz eden ustabaşını, ellerinin altında Twitter var diye kolayca ifşa edemiyor. İşçi kadınlar bırakın Twitter'da bireysel olarak ifşayı, haklarını aramanın ilk adımında, şeflerinin “erkeklik gururunu kırmakla” itham edilebiliyor, dahası tek celsece KOD29 gibi uygulamalarla işlerinden edilebiliyor.
Kimi örneklerde işçi kadınlar, tacizi yalnızca işlerini kaybetmemek için değil, çalışma hakları babaları, ağabeyleri, kocaları tarafından ortadan kaldırılmasın diye de sineye çekiyorlar.
Tam da bu nedenle sosyal medyada karşılaştığımız ifşalar örneğin bireysel olarak konfeksiyon işçisi kadınlara ait olmuyor.
Kocalarından, babalarından, patronlarından “çekinen” kadınların tek bir yolu var: Örgütlü davranmak. Tıpkı Dardanel işçisi kadınların yaptığı ifşalar gibi…
Tekil olarak ifşanın mümkün olmadığı, olamayacağı yerde Dardanel işçisi kadınlar tuvalet girişlerine konulan kameraları ifşa ettiler.
Şiddet tartışmasında sınıfın bir “dekor” olmadığını en iyi gösteren örnek de bu olmalı.
Evet şiddetin sınıflı yüzünü faş ettiler…