Sevgililer ve dostlar için şehirler

Her yıl ekim ayının ilk haftası dünya mimarlık haftası olarak kutlanıyor. Geçen sene Haziran Direnişi’ni takip eden ekim ayında kutlanan mimarlık haftasında Ankara Mimarlar Odası’nın afişinde rastladığımız “bırakın lanetli arabaları, şehirleri sevgililer ve dostlar için inşa edin” sözleri manidar. Arabaları bırakıp toplu taşımayla ulaşabilmek de, sevgililer ve dostlar için inşa edebilmek de, sağlıklı kentlerde, sağlıklı yaşayabilmek de mümkün. En temel koşulu da önemli olanın insan olduğunu, hayat olduğunu en başa yazabilmek.

Bu yıl UIA (Uluslar Arası Mimarlar Birliği) temasını “sağlıklı kentler, mutlu kentler” olarak belirledi. UIA mimarların sağlıklı mekanları, konutları nasıl tasarlayabileceği ve inşa edebileceği, yaşam kalitesini arttırarak yurttaşlara mutluluğu nasıl getirebileceğini tartışıyor. Bu aslında kısıtları olan bir tartışma ya da tersinden çarpılan duvarlarla neye yöneleceğimizi sadeleştiren bir tartışma. Örneğin kentin göbeğinde bir mahalledeki evleri çağdaş koşullara göre başarılı bir biçimde restore edince -yani diyelim ki salt bu görevi layıkıyla yerine getirince- bütün mahallenin kamusal niteliğini yitirmemesi, ranta açılmaması sağlanamıyor. Söz konusu kaygıyı bugün Ankara’da Saraçoğlu Mahallesi’nde de taşıyoruz. Daha da somutlayalım, Haliç Tersanesi’nden devam edelim. Tersane-i Amire (Haliç Tersaneleri) altı asırdır işlevi değişmeden güncellenerek kullanılmaya devam eden dünya üzerindeki tek tersane kompleksidir ve endüstriyel mirasımızdır. Bugün bu tersane kompleksi, yat limanı, 5 yıldızlı iki otel, dükkânlar, restoranlar, sinema ve eğlence tesisleri (ayrı ayrı söyleyince değişmiyor, adını koyalım AVM) kongre ve kültür merkezleri, 1000 kişilik cami ve otoparktan oluşan “Haliç Yat Limanı ve Kompleksi Projesi” dayatması ile hala karşı karşıya. Uygulanması önerilen proje alternatiflerinde tek tek tescilli yapıların korunacağını öne sürerek rahatlayan müstakbel proje müellifi mimarlar, eğer tersanenin beş yüz yılı aşkın bir süredir devam eden işlevinin ve çevresiyle bu kompleksin korunmasından yana durmazlarsa bırakın tersaneyi Haliç Bölgesi’nin yağma ve ranta açılmasına aracılık edecekler. Yine bugün tek tek tescilli yapıları koruma tasarrufuyla hareket edenler, bu algının yerleşmesine izin verenler “sağlıklı kentler, mutlu kentler” oluşmasına katkı koyamayacak.

Tam bu noktada yaşamının sonuna kadar hayatını mesleğine ve mücadeleye adamış bir mimar olan Oscar Niemeyer’in kitabının başlığı sözümüzü tamamlamaya yetişiyor: “Dünya Adil Değil”.  Niemeyer cunta zamanında ülkesinden ayrılmak zorunda kalmış bir mimar. Mimarlığın kentler, kamusal alanlar ve gündelik hayat üzerinden mücadele vererek ve mimarlığı hayatın içinde görünür kılarak mümkün olduğunu düşünenlerden. Üstat hayattan soyutlanmış aydınlar, mimarlar gülünçtür derken doğru söylemiş. Haziran’da ayağa kalkanları silkeleyeni, toplumcu yönelimlere, daha yaşanılası olanı arayışa iteni her düşündüğümde yine Niemeyer’in “Bana hayal gücünün ne olduğunu sorduklarında daha iyi bir dünya arayışı olduğunu söylerim.” cümlesi aklıma düşer. Yine geçen yıl 15 Ekim’de kaybettiğimiz toplumcu kimliği ve mücadelesiyle öne çıkan bu topraklardan bir mimar olan Oktay Ekinci’yi anmadan olmaz. Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şube’deki anmada, Ekinci'nin yaşamının mücadeleyle geçtiği anılarla paylaşılırken hastaneye alındığında doktorunun ona “Seni Boğaziçi manzaralı odaya verdik” sözleri üzerine  “Bu manzara da bozulmasın diye ben de bir ömür verdim” [1] sözleriyle verdiği yanıt  hayatın içinden bir anekdot.

Sınıf ekseni, özgürlük, aydınlanma mücadelesi, adalet duygusu ve yaşanılası olanı arayış bu yıla ve ömrümüze damgasını vurmalı. Çünkü sağlıklı kentler de, mutlu kentler de, sevgili ve dostlar için inşa edilecek şehirler de bu mücadele ve arayıştan geçiyor. Ne de olsa: “Mimarlık sadece bir fırsattır, önemli olan hayattır, insandır." [2]

[1] http://www.mimarist.org/odadan/4043-oktay-ekinci-anildi.html

[2] Oscar Niemeyer, 2013, Dünya Adil Değil, Çev.Leyla Tonguç Basmacı, SEL Yayıncılık.