Gururla okuduğumuz ve o anda salonda olup canlı canlı dinleyemediğimiz için kahrolduğumuz Ahmet Şık’ın savunmasıyla devam edelim. Sadece okurken bile, gerçeğin gücünü arkasına alan yiğit bir gazetecinin kararlı sesini dinliyormuş gibi hissetmeyen pek yoktur sanırım.
Her satırına haklılığının özgüvenini yansıtmış Ahmet…
Semih ile Nuriye’yi bir süredir göremiyoruz ama her fotoğraflarında bir yanımız kahrolurken bir yanımız umut dolmuyor mu?
İnsanın doğruluğuna, haklılığına inandığı bir dava uğruna en zor gibi görünen eylemleri bile nasıl kararlı gerçekleştirdiğini görüp, bu memleketin geleceğine dair inancımız büyümüyor mu?
Gördüğümüz her fotoğraflarında nasıl bu kadar içten gülümseyebiliyorlar diye hala şaşırıyoruz değil mi?
İşleri ekmekleri için direniyorlar…
Ve hepimiz bunun sadece bir “iş kavgası” olmadığını biliyoruz. İşleri, ekmekleri için ama aynı zamanda ülkemizin bir kişinin iki dudağının arasından çıkanın iki satır yazıya dönüştürülüp, KHK adı verilen fermanlarla yönetilmesine isyan ettiklerini biliyoruz.
Hepimiz adına bir onur savaşı veriyorlar…
Ya Veli…
Hepimizi her gün bir kez daha hem utandıran hem gururlandıran Veli…
Tek kişi olmadığını ısrarla söylüyor ve haklı. Ama biz onun tek başına kaldığında bile tek koluyla on, yüz, milyonlarca dolarlık güçle karşısına geçen iktidarı nasıl rezil ettiğini (maalesef) izliyoruz.
Bu sesler, o gülen gözler, o kararlı duruşlar hepimizi umutlandırıyor.
Görüyoruz, okuyoruz, işitiyoruz, konuşuyoruz, bizden oldukları için gurur duyuyoruz.
Onlardan gelen her haber (genelde bir biçimde saldırıya uğradıkları ama mutlaka en ileri noktada direndikleri) yüreğimizi kabartıyor.
Bazen gözlerimiz doluyor ama hep onlarla aynı tarafta olduğumuz için gururlu bir gülümseyiş, tatlı bir gurur da yansıyor yüzümüze.
Peki sonra?
Tayyip zafer kazanmış gibi duruyor mu?
Kısaca bir Türkiye’nin durumuna bakalım mı?
16 Nisan akşamı “Hayır kazanmıştır” diyenlerin karşısına “atı alan Üsküdar’ı geçti” diye çıkanlar sadece Erdoğan ve çevresinden ibaret değildi. Kuşkusuz pek çoğumuz YSK müdahalesiyle de olsa ilan edilen resmi sonuçların iktidar açısından belli bir anlamı olacağının farkındaydık. Ancak şimdi aradan sadece 3 ay gibi bir zaman geçti ve hiç kimse bu iktidarın örneğin 3 ay daha süreceğinin garantisini veremez durumda.
Yanlış anlaşılmasın, iktidarın yıkılışın arifesinde olduğunu söylemiyoruz. Ancak dışarıdan dikkatli bir bakış “Tayyip çok güçlü”, “asla yenilmez” propagandalarının bir gerçeklikten daha çok propaganda olduğunu görebilir.
Pek çok yoldaşımız, kardeşimiz işlerinden atıldı, gözaltına alındılar, binlercemiz cezaevlerinde ve belki daha önemlisi ülkemiz bir cezaevine dönüştürülmüş durumda.
Bütün bunların birinci dereceden müsebbibi olarak görülen kişi ise kocaman bir Saray’da yaşıyor. Yediği önünde yemediği arkasında, önünde binlerce kişi el-pençe divan duruyor.
Hepsi doğru ama örneğin sabredip herhangi bir konuşmasını canlı olarak izlediğinizde sadece bunları mı görüyorsunuz?
Tayyip Erdoğan panik içinde, her an iktidar koltuğunu kaybedecek ve iktidarı kaybettiğinde her şeyini kaybedeceğini pekala bilen biridir.
Bütün gücüyle enerjisiyle esas olarak ayakta kalmaya çalışan, korkusunu, yenilgiye doğru kaçınılmaz gidişini göstermemeye çalışan, bu fark edildiğinde yanında tek bir kişi bile kalmayacağını net olarak bilen birini görmüyor musunuz?
Kendi kendisini Saray’a hapsettiğinin farkında, içine düştüğü felaketten kurtulmaya çalışan birinin her türlü çılgınlığı yapabileceğini de akılda tutmak gerek ama daha önemlisi ülkemizin tepesine çöreklenmiş yenilmez, yıkılmaz bir iktidar olmadığını görebilmektir.
Tayyip gidici mi?
Bu soruya olumlu yanıt verenlerin önemli bölümünde görülen bir zaafa işaret ederek devam edelim. Gidici diyen kişilerin neredeyse tümüne göre Tayyip Erdoğan iktidarının sonu, emperyalistlerin ve sermaye çevrelerinin müdahalesiyle olacaktır.
Kuşkusuz bu olmayacak bir şey değil, egemenler kendilerine iyi hizmet ettiği için sonsuza kadar Tayyip Erdoğan ile çalışmaya devam edecekler diye bir kural yok. Onların siyasetinin doğası gereği, “vefa sadece bir semt adıdır”. Esas olan bugünün ve geleceğin ihtiyaçlarıdır.
Erdoğan, büyük hizmetlerin hatırına değil; sermaye çevreleri ve emperyalist merkezler açısından son derece karlı geçen 15 yılda elde edilen kazanımları koruyabilecek bir alternatif bulunamaması nedeniyle o koltukta oturmasına izin verilen bir hizmetkardır.
Elde edilen kazanımlar çok önemlidir. Bu kazanımları geliştirmek bir yana, koruyabilecek bir iktidar alternatifi oluşturulduğu an Tayyip’in ipi çekilmeye çalışılacaktır.
Ancak bizim merkeze almamız gereken olgu bu değildir.
Eğer devrimci bir perspektif ile yaklaşacaksak ve mutlaka egemenleri de hesaba katacaksak, asgari çizgimizi şu zeminde oluşturabiliriz. Burjuvazi, kaybedeceğini anlayınca da elemanlarını feda edebilir. En azından, “biz bunlardan kurtulmazsak, onlarla birlikte biz de kaybederiz, kurduğumuz bu düzen başımıza yıkılır” korkusunu hissettirecek bir halk inisiyatifi oluşturulmadan yaşanacak bir değişim ufukta görünmemektedir.
Başka bir biçimde söylersek, bize göre Erdoğan iktidarının yıkılışı egemenlerin iç kavgasına terk edilemeyecek kadar ciddi bir meseledir.
Devrimciler etkisiz mi ?
Esas olarak bir önceki bölümdeki soruya takılıp kalınmasının en sıkıntılı yanı, Türkiye emekçi halklarını, devrimcileri denkleme yerleştirme ihtiyacı bile duymamalarıdır.
Öncesindeki örneğin TEKEL ve ODTÜ gibi direnişlerle de birleştirerek soralım Gezi direnişi sermayenin, emperyalizmin hamlesi miydi yoksa bu halkın haklı direnişinin yükselişi mi?
Kobane Direnişi’nin yeniden ayağa kaldırdığı Kürt yoksullarının Gezi enerjisiyle buluştuğu 7 Haziran Dalgası tüm Türkiye’de nasıl bir umut rüzgarı estirdi. Referandum’da onca baskıya, şiddete ve zora rağmen yükselen “Hayır” sesi egemenlerin iç mücadelesinin ürünü müydü? Ya da en son 9 Temmuz’da Maltepe’de toplanan milyonlar CHP’ye olan inançlarını ve güvenlerini ifade etmek için mi toplanmışlardı?
Devrimcilerin tüm bu süreçlerde etkisiz eleman olduğunu söyleyen/düşünen var mı?
Henüz hedefimize ulaşamadığımız doğrudur ancak bu bütün bu hareketlenmeleri önemsiz kılmaz.
Öyleyse..
Bizimkilerle başlamıştık yine bize dönüp bitirelim.
Soru çok yalın, olan biteni izlemekle mi yetineceğiz?
Sadece izleyip, çok heyecanlanınca sosyal medyadan desteklemekle yetinirsek bir kez daha fırsatı kaçıracağımız ve yenileceğimizin hepimiz farkındayız değil mi?
Soru çok yalın, bu güzel ülkeyi, onu bir cehenneme çeviren patronlara, onların çapsız-yetersiz temsilcilerine mi bırakacağız?
Biz bunu içimize sindiremiyoruz, başka bir yol, halkın öznesi olduğu bir yol var görüyoruz.
Ülkemize sahip çıkmanın yolu, direnenlerin yanında, omuz başında onlarla birlikte haksızlıklara, hukuksuzluklara, adaletsizliklere karşı mücadele etmekten geçiyor.
Ülkemize sahip çıkmanın yolu, haklı olanın, doğru olanın güçlü de olduğunu, daha da güçleneceğini göstermekten geçiyor.
Temmuz sıcağında Adalet yürüyüşünün yeniden yükselttiği ivme sonrasında aynı inanç ve kararlılıkla yola devam etmemiz gerekiyor.
Meclis 2 vekilin daha vekilliğini resmi olarak düşürüp, muhalefetin sesini iyice kısmayı hedefleyen iç tüzük değişikliğini gerçekleştirip 1 Ekim’e kadar tatile çıkmışken sokaklarda siyasi mücadelenin yükseltilmesi gerekiyor.
Örneğin, siz bu satırları okuduğunuz sırada sözde savunma denilen o muhteşem iddianamelerin okunduğu Cumhuriyet davasının 5 günlük duruşma maratonunun son günü için Çağlayan’da olacağız. Adalet talebimizi içinde Adalet dışında her şey olan Türkiye’nin en çirkin ikinci sarayının duvarlarının karşısında haykıracağız. Sesimizin duvarları aşıp içeriye ulaşması için en azından İstanbul’da yaşayan arkadaşlarımızın acil katkısına ihtiyacımız var.
Hemen oradan sonra gidip Veli’nin yanında durmamız lazım, Semih ve Nuriye’yi öldürmek isteyen cellatların elinden çekip almak için çok az zamanımız kaldı.
Diyarbakır’da başlayan “vicdan ve adalet nöbeti” bu ülkede hep birlikte kardeşçe yaşamaya devam etmek isteyen herkes için yeni bir olanak aynı zamanda.
Sadece AKP/Saray iktidarını rahatsız ettikleri için halkın oyuyla seçilmiş milletvekillerinin hapishanelerde tutulmasına göz yumduğumuz her an ülkemiz kocaman bir hapishaneye dönüyorken beklemek olur mu?
Belki biraz uzadı, belki düşündüğümüzden zor oluyor ama bu düzen değişecek.
Gün gün, adım adım, dalga dalga Devrimci bir Cumhuriyet'e yürüyoruz.
Bunun için hepimizin katkısına ihtiyaç var.