Memleketimiz yine, yine ve yine ‘kritik bir süreçten’ geçiyor malumunuz. Haftaya meclisteki yüksek doz cehalet ve vandallıkla başlayıp ‘Küçük Ahmet’in dramıyla' devam ettik. İşte özellikle böyle mühim günlerde TV kanallarında beliren ‘adamlar ordusunu’ bilirsiniz. Siyasal analizciler, öngörü ustaları, tespitlerini şırrak diye anında yapıştıranlar, projeksiyon tutma meraklıları ve şüphesiz hararetle açılıp kapanan burun kanatları, tüküre tüküre konuşanlar...
Ne var ki özellikle son yıllarda rüzgar tam da böyle ‘ağır abi gündemlerinden’ (!) yana eserken hep bir ‘tıraş konu’ kenardan kenardan gündemin ortasına doğru akmakta.
Sözgelimi bir yanda Saray rejimine ilişkin mecliste en sert tartışmalar, bir yanda Başbakan’ın istifası konuşulurken öte tarafta sosyal medyada, Türk Dil Kurumu’nun (TDK) sözlüğündeki “kirli” kelimesinin anlamlarından biri olarak "aybaşı durumunda bulunan (kadın)" açıklamasına dönük büyük bir tepki gündeme geliyor. Hatta hemen ertesinde konu soru önergesiyle meclis gündemine giriyor.
Evet, bir meclis gündemi olarak ayhalimiz, kanamalarımız...
Meclis gündeminde erkeklere ilişkin biyolojik süreçler konu edilseydi belki biz de biraz eğlenebilirdik; erken boşalma soru önergesi ya da sertleşme sorunu hakkında kanun hükmünde kararname...
Evet, konu aslında ‘ey erkekler/toplum, biz ayda bir kez KANIYORUZ; bu sağlıklı bir döngü, bunu bir zahmet kabul edin, kirli diyerek bizi aşağılamayın’ diyen Duygu Asena janrında bir farkındalık konusu değil.
Konu, Saray rejimi ve onun erkek egemen politikaları hesaba katılmaksızın anlaşılamaz. Adet dönemindeki kadını ‘kirli’ olarak tanımlamak, toplum katında örtük, sessiz, gayrı-meşru biçimde var olan ataerkiye devlet güvencesi tahsis etmektir.
‘Sıradan ataerkinin’ en çok arzuladığı şey…
‘Sıradan ataerkinin’ göğsünü şişire şişire kadın düşmanlığı yapmasında, bakire olmadığı için nişanlısını öldürmesinde, her gün dövdüğü sevgilisinin bir gün ölmesine şaşıvermesinde tam da bu babalar gibi devlet güvencesi vardır.
Esasında meclis gündemine giren ‘kirli’ ayhalimizin tarihsel macerası ile AKP rejiminin kadın düşmanı politikaları ilginç bir benzerlik göstermektedir.
REGL TABUSU
Paleolitikten beri süren yani binlerce yıla uzanan 'regl tabusu' ile tarihte kadının ikincilleşmesi benzer süreçlerin ürünü olarak ortaya çıkıyor. Peki nedir bu tabu? Niye kanımız böylesine lanetli? Niye binlerce yıl sonra hala bunları konuşuyoruz?
En kestirme biçimiyle AKP rejiminin kadın düşmanlığı ile regl tabusunu buluşturan şeyi üç başlıkta toplamak mümkün. Birincisi; düpedüz cehaletle gelen korku ve lanetleme, ikincisi; lanetli kadını tecrit ederek baskı altına alma ve üçüncüsü; bu tecriti kadını aşağılayan pek çok söylem ve politikayla bir tahakküm aracına dönüştürme.
Esasında regl tabusunun evrensel bir saplantı haline gelmesi sınıflı toplumların oluşumuna ve özellikle tek tanrılı dinlere (İncil'de ve Kuran'da adetli kadının abdestsiz, pis kabul edilmesi) kadar uzanmakta. İlkel insan ise başka türlü bakıyor. İlkel insanın (erkek) gözünde, oluk oluk kanayan ama ölmeyen, uzun süre kanamayınca doğuran ve hatta doğurduktan sonra da bir süre kanayan kadın-insan var.
Regl tabusu kendisini ilk olarak seks yasağı biçiminde ortaya koyuyor. Adetli bir kadınla sevişmenin cezai yaptırımları gündeme geliyor. Cinsel ilişkiden sakınma tecritin yolunu açıyor.
Dahası adetli bir kadına dokunmamak, onun yaptığı yemeği yememek, oturduğu yere oturmamak, elinden bir şey almamak gibi giderek kadının toplumdan tecrit edilmesinin araçlarından biri haline geliyor regl tabusu.
Bu öylesine evrensel bir takıntıdır ki geçen yüz yıla kadar Avrupa'da adet gören kadınların meyve bahçelerine girmeleri meyveleri kurutacağı için engelleniyor. Bazı şeker fabrikaları işçi kadınların regl döneminde çalışmalarına şekerin kalitesini bozacağı için izin vermiyor.
Hatta gerçekten en çarpıcısı 1878 gibi geç bir tarihte The British Medical Journal'da bir hekim, adetli kadının dokunduğu domuz etinin bozulduğunu ispatlayan (!) bir makale yayınlıyor. Aynı dönem başka bir 'bilim erkeği' adet kanının zehirli olduğunu ispatlamak için adet kanını deney hayvanlarına enjekte ederek zavallı hayvanların ölümüne yol açıyor.
Adet kanamasının ve adetli kadının pis, kirli, zehirli, tehlikeli ya da lanetli bir şey olup olmadığı üzerine dönen tüm bu kültürel ve politik meseleler bugün de devam etmekte.
Ataerkil kültürel normaların adet gören kadına bakışı, kadınların kendilerine bakışını da etkiliyor. Sözgelimi adetliyken çekingen davranmak, kendini sürekli pis hissetmek, adetli olduğunun belli olması korkusu.
Nasıl olmasın ki? Bırakın adet kanını, adetli kadını, marketten aldığımız pedin bile kimyasal bir atık gibi sekiz kat sarıldığını görüyoruz. Pedini saklamak, kendini saklamak ve elbet tüm bunlara bağlı olarak hareket serbestisinde kısıtlanma.
Kadınların pis olduğuna ilişkin bu ataerkil kültür öylesine ince işlemekte ki; kadınlar sürekli güzel kokmaya uğraşmakta, gözünü vajinamızın kirine, kokusuna dikmiş piyasadaki 'özel ürünlerden' kullanmakta. Vajinamız sürekli biçimde iğrençlikten kurtarılması gereken, düzeltilmesi gereken bir yer. Kokular, parfümlü pedler, yıkama jelleri...
Evet, kötü koku mu?
Ortada kötü kokan bir şey varsa o da kadını aşağılayan, lanetleyen, onun yaşamını sınırlayan erkek egemen kültür ve onun militanlığına soyunmuş AKP gibi iktidarlardır.