Kültürel dünyamızın etimize, ruhumuza, hatıralarımıza yapışmış pek çok unsuru vardır. Hayatı biraz bunlarla yorumlar, kaydederiz. Filmler, sahneler, fragmanlar, figürler, kodlar bize hem anlam katar hem de bunu yaparken bizi kimi anlamlardan yoksun bırakır.
“Erkek yiyenler” ve şehvet düşkünü kadınlar biraz böyledir örneğin. Bu kadınlar bilinmez bir sebeple erotizmin ciddi sularında karar kılmışlardır. Resmedilişi böyledir. Şehvette, kötülükte, sınırların yıkılmasında, günahta ve kaosta bu kadınlar vardır.
Yuvayı yıkan şeytanlar da, dişi örümcekler de, “erkek yiyen orospular” da onlardır.
Müjde Ar filmleridir belki de ilk akla gelen. Yasak aşkın, evli erkekle birlikte olmanın, bakire düşlerinin, evliliğinden sıkılan kadınların, baba otoritesini yıkanların, evden kaçan genç kızların hikayeleridir.
Bize kattığı anlam şudur ki bu kadınlar öyle ya da böyle bir “düzeni bozar” ya da düzene karşı çıkarlar.
Düzen, despot babadır, sevgisiz kocadır, boğucu taşradır, gerici mahalledir. Türkan Şoray’ın Mine’si gözünü kapatıp, burnunu tutar kocasıyla “sevişirken”; sevgilisiyle kadın olduğunu anlar, gözleri dolar, dudakları titrer örneğin.
Düzen, üstüne abanıp üç dakikada işini gören kocadır.
Velhasıl düzene sadakatin, düzenle anılan iffetin, düzene itaatin karşısındadır bu kadınlar.
Bu sebeple de eteklerini çekiştirip, bacaklarını bitiştirdiklerini görmeyiz onların. Bacaklarını sere serpe açmaları, dudaklarını yarım aralık ve ıslak bırakmaları da aklımıza kazınmıştır.
Bizi anlamdan yoksun bırakan, düzeni bozma fikrinden saptıran, iç gıcıklayan, baştan çıkaran, ayartan da bunlar mıdır acaba? Kuşkusuz tartışılabilir. Kadın özgürleşirken bir kez daha esaretin diline, fetişleşmenin, obje derekesine düşmenin zehrine bulanmalı mıdır?
Biz yine de asıl konumuza dönelim. Kültür dünyamızın bize bıraktığı yalnızca bu lekelenmiş “asi kadınlar” değildir. Başkaları da vardır.
Edepli, uslu, hanım hanımcık kızlar, çilekeş analar, gözü yaşlı sevgililer, sebat edenler, ibadet eder gibi kahır çekenler, acılı yazgılarına boyun eğenler, namus ve sadakat timsali olanlar.
Eteğini, örtüsünü çekiştirenler de, maazallah ağzını değil hiçbir yerini açıkta ve ıslak bırakmayanlar da bunlardır. Onların bir cinselliği yoktur, onların ailesi vardır. Alabildiğine cinsiyetsiz ve arzudan muaftırlar.
En kötü günde gülmeyi de hamarat ellerini imkansıza koşmayı da bilirler. Baba otoritesine diklenip evden kaçan kızlar değil, huysuz yaşlı babasına çorba yapan vefakâr kadınlardır onlar.
Bu kadınlar “kavga çıkmasın, tatsızlık olmasın” , “yuva dağılmasın”, düzen bozulmasın derler. Bütün melodramların, aşk acısıyla soslanmış hayatların, yeterince sebat edip kazanma düşlerinin ilham perileri de bu kadınlardır.
Haksızlığa uğramış, ses etmemişlerdir.
Bu kadınlar sanki haksızlığa uğradıkça, kıstırıldıkça, bunaltıldıkça bir sınavdan geçmiş gibi daha esaslı “kadın” haline gelirler.
Bu sebeple kötü koca yoktur, dağılmaması gereken kutsal yuva vardır; kötü düzen yoktur yeterince çekiştirilmemiş etek vardır.
“Müsait” değil münasip, haram değil helal, günah değil makul ve makbul hanımlardır.
Örneğin dudağını kenara büzüp, nemli kirpiklerini aşağı deviren Hülya Koçyiğit’tir bu “ses etmez”, makbul ve münasip kadınlardan biri. (Koçyiğit pek çok farklı tür film ve rolde yer alsa da onunla özdeşleşen rol muhafazakar kadın rolüdür)
Dahası Hülya Koçyiğit’in kendisiyle anılan bu rolleri oynamaya devam ediyor oluşudur bahsetmek isteğimiz. Çünkü münasip kadın, makbul eş, “düzen bozulmasın” diyen bir “çiçek hanım” kendisi.
Çok uslu ve edepli bir hanım gerçekten.
Kötü kocayı da despot babayı da görmüyor asla.
Boş zamanlarında AKP’nin “bir kereden bir şey olmaz” diyen Ensarcı teyzeleriyle “kadına şiddete hayır” etkinliklerine katılıyor. Nümayişe gidecek değil sonuçta.
Yine de hanım hanımcık halleriyle “bu ülkede özgürlük var, çok fazla atıp tutuyorlar” demekten geri durmuyor.
Bu “canım herifim” “canım düzenim” tavrının tıpkı bir dönemki Anaplılığı, zenginseverliği, statükoculuğu, filmlerdeki muhafazakar kadın rolleri kadar kendisine çok yakıştığını söylemek gerekir.
OHAL’le yönetilen, her türlü hukuksuzluğun haksızlığın kural olduğu, yurt köşelerinde çocuklarına tecavüz edilen, kadınların boşanmayı hayatlarıyla ödediği, genç kaynanadan kız çocuğuna her gün yeni bir şehvet talimiyle boğulduğumuz, barış demenin vatan hainliği sayıldığı bir ülkede “özgürlük var” demek size çok yakıştı Hülya hanım.
Çok yakıştı, siz hiç utanmayın!