Sedat Peker ve muhalefet sorunu

“Gündemimizi Sedat Peker mi belirleyecek? Bir suç örgütü liderinin sözlerinden mi heyecan duyacağız? Yazıklar olsun bize!”

Bu sözler ne kadar tanıdık, ne kadar çok işitiyoruz ve ilk duyulduğunda nasıl da ikna edici…

Öyle ya, daha birkaç ay öncesine kadar sola, sosyalistlere, Kürtlere tehditler yağdırmış, iktidar lehine mitingler düzenlemiş bir çete liderinin iktidarın suçlarına ilişkin ifşaatı bizim için ne kadar değerli olabilir? Bizim ondan öğrenecek neyimiz olabilir…

Maalesef ben böyle düşünmüyorum. 

Daha doğrusu, bu sözlerde doğruluk payı olsa da, bakış açısını doğru bulmuyorum. 

Önce genel geçer birkaç kelam edelim. 

Dünyanın her yerinde iktidar blokunun içinde yer alan isimlerin, “içeride” neler yaşandığına ilişkin anlattıkları önem taşır. Siz dışarıdan ne büyük değerlendirmeler, analizler yaparsanız yapın, somut olaylara ilişkin verilerin, insanlar arasındaki bağlantılara dair detayların yerini hiçbir şey tutamaz. Bu yolla sayısız hükümet düşmüş, toplumsal hareketler filizlenmiş, devrimci durumlar ortaya çıkabilmiştir. Vietnam Savaşı’ndan Ekim Devrimi’ne bu örneklerin izini sürmek mümkündür. 

“Burada iyi gazetecilik var” dediğimiz neredeyse her örnek, iktidar blokunda yer alan veya bir dönem yer almış olan, yani icranın nasıl işlediğini bilen kişilerin aktarımlarını bir şekilde kullanmıştır. Ya devlet, bürokrasi veya hükümet içinden birileri ya da onlarla iş tutanlar, konuşmaya başlamıştır. 

Yani gerek siyasetin gerekse gazeteciliğin tarihinde, iktidarda ortaya çıkan çatlakların belirleyici bir rolü olmuştur. 

Sedat Peker’in anlatımlarıyla kamuoyunda tartışılmaya başlanan konuların büyük bölümü (kaba hatlarıyla da olsa) çeşitli gazeteciler, siyasetçiler tarafından daha önce gündeme getirilmişti. Ancak parantez içine aldığımız “kaba hatları” ile “ayrıntılar” arasındaki fark bazen çok büyük olabilmektedir. Bu iktidar yolsuzluğa bulaşmış durumda, hakimler ve savcılar bu kirin içindeler demek ayrı, bir savcının kara para aklamakla suçlanan bir kişinin otelinde kaldığını somut olarak göstermek ayrıdır. Elbette, gazetecilerin, yazarların, aydınların, siyasetçilerin eksik bıraktıkları, yeterince irdelemedikleri, gündeme getirmedikleri başlıklar olmuştur ancak işin içindeki bir kişiden öğrenecek elbette çok şey vardır. 

Bir parantez de ihtiyat başlığında açmak gerekir. Evet, Sedat Peker’in söylediklerine ihtiyatla yaklaşılmalıdır. Peker, pek çok doğrunun yanına yanlışlar da serpiştirerek kamuoyunu yanıltmaya çalışıyor olabilir. Peker’e bilgi sızdıran kişiler bizleri yanlış yönlendirmeye çalışıyor olabilir. Bunların hepsi mümkündür. Bu nedenle araştırmak, incelemek, her söylenene balıklama atlamamak gerekir. Yine de, aralarında eksik, yanlış şeyler de olsa da anlatılanlar içindeki doğruları bulmak, oradan bir yol açmaya çalışmak mümkündür. Ancak buradaki asıl olası tuzak, Peker’in izlediği yola girmektir. Yani, Peker açısından örneğin hükümetin Suriye politikası genel olarak doğrudur ama silah gönderilen kişiler yanlıştır. Genel söylemini bu bakış açısı oluşturmakta, mevzunun başka boyutları bir kenarda bırakılmaktadır. Oysa, sadece Suriye örneğinde dahi, hükümetin başka bir dizi adımı sorgulanmalı, bütünlüklü bir bakış açısıyla konuya yaklaşılmalıdır. 

***

Peker’in anlattıkları önemlidir. 

Zira, Türkiye’de çok uzun bir süredir iktidar partisine mensup kişiler, iktidarın yandaşları, birlikte iş tuttukları kesimler, bürokratlar, patronlar, cemaatler ve gazeteciler “içeride” yaşananlara dair bir şey anlatmamaktaydı. Bunun birbiriyle bağlantılı iki nedeni olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi, ortada büyük bir suç ortaklığı vardır. Suç büyük olunca, itiraf etmek de zorlaşmaktadır. İkincisi, elde edilen menfaat büyüktür. Böylesi bir topluluğun kazanımlarından vazgeçmesini beklemek de pek akıl kârı değildir. 

Bu yüzden Peker’in anlattıkları önemlidir ama Peker’e anlattıran belki daha da önemlidir.

Peker, iktidar içerisinde her geçen gün daha da derinleşen çatlaklar nedeniyle konuşmaktadır. 

Peker, pandemi döneminde halkı gözden çıkaran Saray Rejimi’nin geniş kesimlerde yarattığı öfke nedeniyle konuşmakta, anlattıkları yankı bulmaktadır.

***

Meclis muhalefeti, çok uzun bir süredir iktidarın “zaten kaybetmekte olduğu” düşüncesine sahiptir ve esas olarak beklemeyi tercih etmektedir. Bekleyerek, sert çıkışlardan kaçınarak, kimseyi ürkütmemek istemekte, farklı kesimlerden gelecek “oyları” kaybetmeme derdindedir. Zira kurulacak her cümle birilerini ürkütebilir, öyleyse en iyisi susmaktır (!)

Bu da ilk bakışta çok doğru bir önerme gibi görünmektedir. Oysa, biraz deştiğinizde, Türkiye’nin Saray Rejimi’nden kurtulma sorununun, insanların nasıl ve ne zaman yapılacağı belirsiz bir seçimde hangi yönde oy kullanacaklarından çok daha karmaşık bir sorun olduğunu görürsünüz. 

Mevzu, Saray Rejimi’nin “normalleştirdiği” suçların bir bütün olarak ve halkın büyük bölümü tarafından sorgulanması sorunudur. Ancak böyle yaparsanız, hükümet değiştiğinde bile devam etmesi muhtemel olan, patronların, cemaatlerin vb. pek memnun olduğu uygulamaların devam etmemesini güvence altına alabilirsiniz. 

Mevzu, halkın örgütlenmesi sorundur. Ancak bunu başarırsanız karşı tarafın “tanklı toplu tüfekli” gücüne karşı gerçek bir güç yaratabilirsiniz. 

Mevzu, işlenen suçların özgürlüklere ve emeğe saldırı ile kol kola ilerlediğini, bunların bir bütün olduğunu idrak etme ve ettirme sorunudur. Ancak böyle yaparsanız, şu ana kadar ulaşamadığınız kesimlere ulaşabilir, yoksulluğun pençesindeki emekçilerle buluşma şansına kavuşursunuz. 

***

Toplumsal muhalefetin temsilcileri işte bu bütünlüğe ve bu görevlere odaklanmalıdır. 

Daha önce de belirtmiştik. Meclis/düzen muhalefeti, suskunluğa mahkumdur ve bu mahkumiyet sol-sosyalist siyasete bir alan açmaktadır. Öte yandan, bu alan hızlıca doldurulamadığında, öyle ya da böyle “bu da bizim işimiz mi” boşvermişliğine düşüldüğünde Saray Rejimi’nin tabloyu kendi lehine çevirebileceği bir dizi enstrümanı halen mevcuttur. 

Sosyalistlerin, halkla her ortam ve mecrada buluşmak, (illa militan eylemlerle olmasa da) sokağı yeniden siyasetin sahnesi haline getirmek ve üzerine söz söylediği, çalıştığı, emek harcadığı konu başlıklarının sayısını radikal şekilde artırmak gibi bir zorunluluğu bulunmaktadır. 

Saray Rejimi, bu ülkenin başındaki büyük bir beladır ve sosyalistler bu bütünlüğü sağlayabildiği oranda memleketin kurtuluşunu kendi ellerine alma olanağına da sahip olacaktır. 

Daha önce defalarca söylemiştik, bir kere daha tekrarlayalım. 

Saray Rejimi’nden kurtulmak bir devrim sorunudur ve sosyalistler şimdi bu en gerçek sınavla sınanmaktadır.