Savaş kışkırtıcılığına karşı çıkalım

Britanya Dışişleri Bakanı’nın niyeti bozuktur: “Esad’ın kimyasal silahlı bir saldırısını ABD yanıtlamayı kararlaştırışa ve bizden Akdeniz’deki denizaltı füzelerimizle veya başka bir türlü destek isterse ‘hayır’ dememiz çok güç olur.” Parlamento onayının gerekmeyebileceğini ima etmiş (Guardian ve Independent, 27 Nisan). İki yıl önce Avam Kamarası’nın, Başbakan  Cameron’un bu doğrultudaki bir önerisini reddetmiş olduğunu hatırlatalım.

İster ABD’den, isterse Fransa’dan, Britanya’dan veya Türkiye Cumhurbaşkanı’ndan gelsin, bugünlerde Orta Doğu’daki  savaş kışkırtmalarının tümü Suriye’de cihatçı El Nusra’nın işgali altındaki Han Şeyhun kasabasında 4 Nisan’da gözlenen ölümlerin, Suriye rejiminin kimyasal silah saldırısından kaynaklandığı iddiasına dayanıyor.

Bu iddianın güvenilir olmadığını 14 Nisan’da yayımlanan bir yazıda açıkladım. Daha önce Irak’taki kitle imha silahları iddiasını Birleşmiş Milletler adına denetleyen iki uzmanın (Hans Blix ve Scott Ritter’in) kuşkularını aktardım. Ayrıca, Amerikan emperyalizminin sicilinde yer alan “saldırma bahaneleri için yaratılan hayalî senaryo” örneklerini verdim. Esad’ın sadece zararlı çıkacağı bur türden bir kimyasal saldırıya kalkışmak için hiçbir nedeni olmadığını da vurguladım. 

Bugün Han Şeyhun’daki olayın Suriye rejimine karşı bir tertip olduğunu ileri süren yeni belgelere de dikkat çekmek istiyorum. 

THEODORE POSTOL'UN RAPORLARI 

Beyaz Saray,     Han Şeyhun’daki zehirlenmeyi açıklayan bir rapor yayımladı. Rapor, 11 Nisan’da CIA’nın sağladığı bulgulara dayanmaktaydı. Zehirlenmenin Suriye uçaklarının attığı bir kimyasal silahtan (patlamadan) kaynaklandığı  ileri sürülmekteydi. Rapor, Rusya’nın, “olay, isyancıların zehirli gaz sakladığı bir deponun Suriye uçaklarınca bombalanması sonunda meydana geldiği” iddiasını da yanıtlıyordu. Beyaz Saray’a göre, “bir video kaydı ve 6 Nisan’a ait uydu görüntüleri göstermektedir ki, kimyasal bomba, silahları bulunduran bir yapıda değil, Han Şeyhun’da bir caddenin orta yerinde patlamıştır.” Sözü edilen görüntüler de Rapor’a eklenmiştir. 

Beyaz Saray Raporu’nu, Theodore A. Postol  mercek altına aldı. Postol, Massachusetts Institute of Technology’de ordinaryüs profesördür. Bilim, teknoloji ve ulusal güvenlik konularında çok sayıda ödül sahibidir. Balistik füzeler, kimyasal ve  biyolojik silahlar ve bunların değişen hava koşulları içindeki etkileri üzerinde otoritedir. 

Postol, dört  ayrı rapor kaleme alıyor. Bu raporlara Global Research, (13 Nisan), Washington’s Blog, (23 Nisan, 1 Mayıs) ve Google, Theodor A. Postol, Addendum to Assessment of White House Intelligence Report of April 11, 2017’dan ulaşabilirsiniz.   

Postol, Beyaz Saray Raporu’ndaki kayıt ve fotoğrafları, Google Earth’ten ulaştığı görüntülerle karşılaştırıyor. Olayın gerçekleştiği zaman dilimindeki rüzgar ve hava koşullarını ayrıntıyla belirliyor ve şunları saptıyor: 

Rapor’daki fotoğraflarda gösterilen krater (çukur); uçaktan (yukarıdan) atılan bir kimyasal bombanın değil, sözü geçen caddede, yani zeminde gerçekleştirilen bir patlamanın eseridir. İlk fotoğraftan sonra,  kraterin (çukurun) derinleştirildiği; içeride yer alan cisimlerle oynandığı belirlenmektedir. Sarin gazı kovanı olarak gösterilen enkaz, bu özellikleri taşımamaktadır ve bir patlama değil, ezilme görüntüleri içermektedir. 

Olayın gerçekleştiği saatlerde rüzgârın yönüne, hızına ait bilgiler  göstermektedir ki,  fotoğraflardaki caddede kimyasal bir  patlama gerçekleşmiş olsaydı, can kayıpları çok daha yüksek olurdu. Ayrıca, olay sonrasında, sarin gazı patlaması sonunda oluştuğu iddia edilen çukuru inceleyen üç kişinin fotoğrafı gösterilmektedir. Koruyucu giysiler kullanmayan bu kişilerin, hayatta kalmaları mümkün olamazdı.  

Bu bilgiler, Postol’a göre, Beyaz Saray Raporu’nda Suriye’yi suçlamak amacıyla gösterilen kanıtların hatalı olduğunu; Han Şeyhun’da “imal” edildiğini, oluşturulduğunu göstermektedir.  “Bu vahim hata, Beyaz Saray Raporu’ndaki tüm diğer iddiaların da sorgulanmasını gerektiriyor. İşinin ehli hiçbir istihbarat uzmanı Rapor’daki varsayımları geçerli kabul edemez. Bu amatörce hatalar göstermektedir ki, Beyaz Saray, Obama Beyaz Sarayı’nın Ağustos 2013’te yaptığı gibi açıkça yanlış, yanıltıcı ve amatörce bir istihbarat raporu yayımlamıştır.”

Burada değinilen Obama Raporu, 2013’te Esad rejimini kimyasal silah kullanmakla suçlayan; daha sonra da yanlışlığı anlaşılan bir belgeydi. 

Postol, Beyaz Saray’ın kullandığı görüntülerin, Suriye uçaklarının eseri olamayacağını; dolayısıyla Esad rejimine dönük zehirli gaz suçlamasının geçersiz olduğunu ileri sürmüş oluyor. Böylece de yeni soruları gündeme getirmiş oluyor:

Han Şeyhun’da bir caddede oluşturulan “düzmece patlama” kimler tarafından “imal” edildi? Kentteki cihatçılar (Nusra) mı? Onlarla işbirliği içindeki veya onları kullanan CIA ajanları mı? Han Şeyhun’da ölümlere yol açan zehirli gaz yayılması nasıl meydana geldi? Rusya’nın tahmin ettiği gibi kentteki bir kimyasal silah deposunun Suriye uçaklarınca bombalanması sonunda mı? Doğrudan doğruya, kasıtlı  olarak   cihatçılar ve CIA tarafından mı?  

Theodore Postol, uzmanlık alanı dışına taştığı için bu soruları sormuyor; tartışmıyor. 

EMEKTAR İSTİHBARATÇILARIN BİLDİRİSİ 

Sağduyu için Emektar Profesyonel İstihbaratçılar, “Amerikan Halkına Açık Bir Bildiri” yayımlamış. Bu, geçmişte Dışişleri Bakanlığı, CIA, Pentagon, Ulusal Güvenlik Kurumu’nda çalışmış olan istihbaratçıların oluşturduğu bir topluluktur. Suriye’deki kimyasal silah iddialarını ele alan bildiriyi de 24  “emektar istihbaratçı” imzalamıştır. 

Bildiri, Suriye rejimini kimyasal silah saldırısı ile suçlayan Savunma Bakanı (“kuduz köpek”) James Mattis ile CIA Başkanı Mike Pompeo’yu “istihbaratı siyasileştirdikleri için”  eleştiriyor.

Bildiri belirtiyor ki, CIA Başkanı, (yukarıda değindiğim) bir dizi görüntüyü ve kan tahlili bulgularını, Beyaz Saray’a Suriye kaynaklı bir kimyasal saldırının kanıtları olarak sunmuştur. Suriye’ye karşı askerî güç kullanma kararı da bunlara dayanılarak alınmıştır. Emektar istihbaratçılara göre, yanlış, yanıltıcı istihbarat raporlarının aceleyle Başkan’a sunulması tehlikelidir; zira bunlara dayalı  silahlı eylem bir kez başlatılırsa, durumu düzeltmek  imkânsız olur. Sonraki istihbarat çalışmaları, ilk iddiaları doğrulamak zorunda kalır. Bu durum, 2002’de Irak’ta kitle imha silahlarına ilişkin yanlış istihbarat sonunda gerçekleşti. Bugün de aynı açmaz gündemdedir.

Peki, CIA’nın Trump’a sunduğu “kanıtlar” geçersiz midir? Bildiri yazarları, Postol’un raporlarından haberdar değildir. CIA “kanıtları”nın Suriye’yi suçlamak için yeterli olmadığını ileri sürmekle yetiniyorlar.

Suriyeli yetkililerin haberleşme kayıtlarından söz edilmektedir. Irak deneyimi bu tür kayıtlara güvenilemeyeceğini ortaya koymuştur. Açık görüntüler “kanıt” olarak sunulamaz; üstelik CIA’nın bölgedeki istihbarat merkezi bunlara katkı yapmışsa güvenilirlik sorgulanmalıdır. Emekli istihbaratçılar, bu değinmenin ötesinde bugünkü meslektaşlarını suçlamak istemiyorlar.  

Bildiri ayrıca, vurgulamaktadır ki, Suriye ve Rusya, Kimyasal Savaşları Önleme Örgütü’nü 4 Nisan 2017 olayını, Han Şeyhun’u da kapsayacak bir denetim için davet etmiş; bu öneri ABD ve müttefikleri tarafından engellenmiştir. Gerçekte ise, suçlamaların geçerliliği bölge incelenmeden belirlenemez.

Amerikalı emektar istihbaratçılar, bildirilerini, Savunma Bakanı Mattis’e hitap ederek bitiriyorlar: “Siyasî kararları CIA veremez; Savunma Bakanı, olgularca desteklendiğine emin olmadıkça, kendisine sunulan istihbarat bilgilerini askerî bir müdahale önerisiyle Başkan’a götürmemelidir.” 

Bildiri ısrar etmektedir: Bu sağduyu gösterilmediği için, 2002’de Irak’ta yapılan ağır hata, Suriye’de de tekrarlanmak üzeredir. 

TRUMP: DENGESİZ, TEHLİKELİ 

Tarihlere ve keskin virajlara dikkate ediniz: Trump’ın Dışişleri Bakanı 30 Mart’ta, “Esad’ın geleceğini Suriye halkı belirlemeli” diyor ve Rusya ile işbirliğini vurguluyor. 4 Nisan’da Han Şeyhun’da sivil ölümleri gerçekleşiyor. Çocuk cesetlerinin fotoğraflarını gören Trump Suriye rejimini cezalandırmayı kararlaştırıyor; “Esad devrilmeli” diyerek Rusya’yı suçluyor  ve 6 Nisan’da Şayrat askeri havaalanına 59 füze fırlatıyor…  Postol’un belgeleri gösteriyor ki, CIA’nın Han Şeyhun raporu 11 Nisan tarihlidir ve füzeler atıldığında Trump’ın eline geçmemişti. 

Trump’ın bebek cesetlerine bakıp savaş platformuna kayması nasıl açıklanabilir? Fırsatçılık mı? 59 füze fırlatarak kendisini ve yakın çevresini bunaltan “Rusya’nın adamları” suçlamasından aklanmayı mı hedefledi?

Yoksa, Amerikan emperyalizminin saldırgan kanadını temsil eden neo-con kliğinin Trump yönetimi üzerindeki kesin egemenliği bu vesileyle mi gerçekleşti?

Ancak bu arada, ABD Başkanı’nın dış siyasetle ilgili başka tuhaflıkları da dikkat çekmektedir. 

Kuzey Kore’ye dönük tehdit dozunu adım adım tırmandırdı; “Kuzey Kore ile sonunda çok, çok büyük bir çatışmaya girmemiz söz konusudur; muhakkaktır” dedi. Çok geçmeden bir TV programında bu ülkenin cumhurbaşkanı Kim Jong Un’u önce “bayağı açıkgöz” diye nitelendirdi; bir gün sonra da ekledi: “Uygun şartlarda onunla buluşmaktan onur duyarım.”

Trump, Filipinler Başkanı Duterte ile çok dostane bir telefon görüşmesi yaptığını; kendisini Beyaz Saray’a davet ettiğini; uyuşturuculara karşı savaşına hak verdiğini açıkladı (BBC News 30 Nisan, Bloomberg, 1 Mayıs). Ne var ki, geçen yıl Obama’ya açıkça hakaret etmiş olan “katil başkan Duterte”, hemen sonra,  “gündemi çok  dolu olduğu için” daveti kabul etmeyebileceğini açıkladı  (Financial Times, 1 Mayıs). 

Emperyalist sistemin liderliğini ABD Başkanı temsil eder. Bu zatın gelişigüzel Twitter mesajları ve TV konuşmaları ile dünya siyasetini biçimlendirmesi kabul edilebilir mi? ABD protokolü Başkan’ın itibarına kesin öncelik verir. Bunları umursamayan veya bihaber bir Başkan’ın saygınlığı nasıl korunabilir? 

Sadece dış politika yalpalamaları söz konusu değildir. Büyük medya ile kesintisiz kavga hali, yargıdan dönen kararnameleri, Kongre’deki Cumhuriyetçi çoğunlukla uyumsuzlukları; “iç kabinesi”nin dağılması, yakın çevresindeki gerilimlerin tırmanması…

Giderek, kişilik sorgulamaları, “dengesizlik” iddiaları yaygınlaşıyor.     

Bill Clinton kabinesinin ilk Çalışma Bakanı Robert Reich, 7 Mart ve 20 Mart tarihli bloglarında şöyle yazıyordu: “Washington’daki Cumhuriyetçiler, Trump’ın gerçekten kaçık olduğundan; kendisiyle birlikte Cumhuriyetçi Parti’yi de batıracağından endişe etmeye başladılar. Kaçıklığı, belki, tahminimizi de aşmıştır; sanrılı bir paranoyadır.”

Nisan’da Yale Üniversitesi’nde 35 psikiyatristin katıldığı bir toplantıda Trump’ın ruh sağlığı tartışıldı. Independent gazetesi (21 Nisan); toplantıyı, “psikiyatri uzmanlarına göre, Donald Trump’ta tehlikeli ruhsal hastalık var” başlığı altında duyurdu. 

Toplantıda Trump’ın ruh sağlığının korkutucu derecede istikrarsız olduğu; “habis bir patolojik narsisizm (“özseverlik”) hastası olduğu ileri sürülmüş. Dr. James Gilligan’a göre, “bu kişinin [Trump’ın] ne kadar tehlikeli olduğunu fark etmek için, benim gibi elli yıl boyunca tehlikeli insanlarla uğraşmak gerekmez.”

Dr. John Gartner ise vurguluyor: “Kamuoyunu Donald Trump’ın tehlikeli ruhsal hastalığı üzerinde bilgilendirmek ahlâkî görevimizdir.  Kendisinde ihtişam tutkusu, sanrılı paranoya, patolojik narsisizm vardır.” 

Dr. Bandy Lee ise, muayeneden geçirilmeyen bir hastaya teşhis konulamayacağını kabul etmiş; ama eklemiş: “Trump’ın ruhsal sağlığının yaratacağı tehlikeler, suskun kalmamıza izin vermeyecek kadar ciddidir.”

FANATİKLER, PSİKOPATLAR 

Psikopatların karıştığı eylem birliklerine “ittifak” diyemeyiz; zira, ortak bir hedefe yürümek için “akılcı” bir işbirliği mümkün olamaz. 

Neo-con ve İslamcı fanatizmin işbirlikleri  imkânsız değildir; geçmişte yaşanmıştır (İsrail/Hamas, ABD/Taliban); bugün de yaşanmaktadır (İsrail /IŞİD, CIA/Nusra). 

Ancak, bu fırsatçı ortaklıklar, ihtişam tutkunu, sanrılı/paranoyak liderler tarafından yürütülürse durum vahimleşir. Fazlasıyla güç sahibi olan veya böyle vehmeden psikopat liderler yan yana veya karşı karşıya gelirlerse, sonucu öngörmek imkânsızlaşır. 2017’nin Orta Doğu, Kore ortamlarında halklar, her an, “binmişiz biz alamete, gidiyoruz nükleer felakete” çaresizliği içine sürüklenebilir. 

Tehlikeyi algılayalım;  vurgulayalım.  Düzmece kanıtlar, milliyetçi, mezhepçi hezeyanlar ile beslenen savaş kışkırtıcılığına, her aşamada,  var güçlerimizle karşı çıkalım...