Şapkadan çıkan son tavşan…

Referandum öncesi toplu durumu (konjonktürü) şöyle özetleyebiliriz:

Bir: Yeni rejimi kurumlaştırmanın, sermayenin emperyal amaçlarına hizmet eden bir “açılım” la taçlandırmanın ideolojik-siyasal harcı, kaldıracı olan siyasal İslam- yeni Osmanlıcılık, içeride ve dışarıda geçerli bir tasarım olmaktan düşmüştür.

İki: Buna bağlı olarak, Erdoğan’ın dış siyaseti, özellikle Suriye ve Kürt siyaseti, çıkarılan gürültüye, efelenmelere rağmen gizlenemez, başka türlü gösterilemez bir açıklıkla iflas etmiştir.

Üç: Ülke kaynaklarının 14 yıl boyunca inşaata/çimentoya, ithalata dayalı tüketime harcanması, ekonomiye siyasal komuta yöntemleriyle müdahale edilmesi, Türkiye’yi büyük ve sarsıcı bir ekonomik krizin eşiğine getirmiştir. Yollarla, köprülerle, havalimanlarıyla, tünellerle, lüks konutlarla yaratılmak  istenen “kalkınan”, “zenginleşen” , “yükselen”  ülke imajı, imajın karın doyurmadığı anlaşılır hale geldiği için albenisini yitirmektedir.

Dört: Tek parti ve tek adam iktidarının “istikrar” ın güvencesi olduğu balonu sönmüştür. Devlet ve toplum, dağılma sürecindedir. Türkiye, bugün, kendi içinde bölünmüş, toplumsal dokusu çürümekte olan, yarını belirsiz bir ülkedir.

Beş: AKP’nin, “mağdur”u oynama, “vesayet rejimini sona erdiren”, “ileri demokrasi” havarisi görünme koşulları ortadan kalkmıştır. Tek adamın mutlak iktidarı, tüm karşıtlarına, kuralsız, hukuksuz bir şiddet uygulamakta, yandaşları ve ona biat edenler dışındaki yurttaşların anayasal, hatta özel hukuk güvenliğini pervasızca yok etmekte, toplumun yarısının bu ülkede yaşama iradesini kırmaya çalışmaktadır. “Güç zehirlenmesi”, artık, AKP’ye, MHP’ye oy veren seçmenleri bile kaygılandırmaktadır.

Altı: “Milli irade” söyleminin hiçbir inandırıcılığı kalmamıştır. Erdoğan’ın başkanlık heveslerine karşı etkili muhalefetin simgelerinden olan Selahattin Demirtaş’ın, öteki eşbaşkan Yüksekdağ’ın, HDP’li vekillerin, onlarca belediye başkanının hapse tıkılıp, sonuncuların yerlerine kayyum atanması, çuvala değil sirk çadırlarına bile sığmayacak büyüklükte bir “mızrak” tır.

Bu maddelerde dile getirilen açıklık ve bilinçle olmasa da, toplum çoğunluğu durumu sezmiş, “hayır” sonucunu güçlü bir olasılık durumuna getiren bir siyasal iklim oluşmuştur.

***

Erdoğan ve AKP’nin bu iklimi bozmak için her yola başvuracağı hiç kimse için sır değildi.

“Hayır” cıları terörle özdeşleştirme, karşıtları üzerinden “evet” e prim sağlama kurnazlıkları karşılık bulmadı.

Barzani kartı ve kimi Kürt sözcülerinin Kürtlerde “hayır”iradesini zayıflatacak, önemsizleştirecek  söylemleri  Kürtler içinde etkili olmadı.

“Hayır”ın iktidardan düşmenin başlangıcı olacağını iyi bildikleri için “iç düşman”  söyleminden, “iç savaş” tehdidinden vazgeçmeyeceklerdir. Süreç, bu çizgide provokasyonlara açıktır.

***

Almanya ve Hollanda ile son birkaç gündür yaşananlar ise, en azından şimdilik, “iç düşman” yerine “dış düşman” icat ederek, “milli” bir infial yaratarak “evet”e momentum kazandırmak istediklerini gösteriyor.

Hollanda olayındaki tırmanmanın seçim ve referandum oylamaları öncesinde iki ülke egemenlerinin de işine yaradığı gün kadar açıktır. “Danışıklı dövüştür” demiyorum. İşlerine gelmiş, karşılıklı eylemlerle olayı tırmandırmışlardır. Yalnızca seçimi ya da referandumu kazanmak değil, kendi toplumlarını milliyetçi bir histeri dalgasının içine iterek alıklaştırmak iki taraf yöneten sınıflarının ortak tutumudur.

“Ülke çıkarı”, “ülke itibarı” söylemlerine prim vermemek, tersine, “tencere dibin kara seninki daha kara” demek gerekiyor.

Bu arada, dalaşmanın altındaki daha derin nedenleri gözden kaçırmayalım. Birincisi, dünya kapitalist sistemi bugün bir yönetim-yönetişim, uluslararası ilişkiler, uluslararası hukuk, uluslararası diplomasi düzensizliği, belirsizliği yaşıyor. Eski düzen artık işlemiyor. Bu ilişkileri düzene sokacak bir otorite bulunmuyor. AB’nin sessizliğinin altında, herkese sözünü geçirecek, yaptırım uygulayacak bir siyasal merkezin bulunmayışı da yatıyor. İkincisi, Türkiye açısından, sorunun yalnızca referandum sonucundan ibaret olmadığının anlaşılması gerekiyor. Sonuç ne olursa olsun, Türkiye’yi çetin günler, bir tür ikilem bekliyor: İktidarda kalmak için ülkeyi iç savaşa sürüklemeyi bile göze alan, aslında tükenmiş bir rejim ve onun karşısında, Türkiye toplumu için hiçbir gerçek ufuk, gelecek sunamayan düzen muhalefeti.

“Hayır”, yalnızca tek adam diktatörlüğünü sona erdireceği için değil, bu ikilemden kurtulma yolunda yeni olanaklar sunacağı için de yaşamsal önem taşıyor.

Bize düşen, tüm ülkelerden emekçilerin kardeşliğini savunmaya, “ülke çıkarı”nın egemen sınıf çıkarı olduğunu  göstermeye devam ederken, kafası karışık yurttaşlara “hayır”ın gerçek gerekçelerini anlatmaya yoğunlaşmaktır.