Daha önceki bir yazımızda bahsetmiştik.
Dünyamızda son on-on iki yılda, özellikle 2008’den sonra neredeyse kıta kıta dolaşan bir kitlesel hareketlilik yaşanmaktadır. Occupy Wall Street, Arap coğrafyasında “baharla” başlayan büyük hareketlenmeler, Türkiye’nin Gezi’si, Yunanistan ve İspanya’yı saran grevler, Fransa’da aylar süren Sarı Yelekliler, milyonların onlarca ABD kentinde sistemi kilitleyen ırkçılık karşıtı protestoları ve en son Arjantinde kazanımla sonuçlanan kürtaj hakkı kalkışmaları…
Kitle dinamiği anlamında bu yoğunluğun nedeni açıktır: Geçmişte öyle ya da böyle varlığını sürdüren, sendikada, partide, bağımsız örgütlenmelerde var olabilen, söz gelimi oy kullandığında anlamı olabilen “siyasal toplum” artık pek çok nedenle dımdızlak ortada kalmıştır. Dımdızlak ortada kalan, siyasetten men edilmiş, katılım mekanizmaları darmaduman edilmiş, siyasal mevcudiyeti anlamsızlaştırılmış, yalnızlaştırılmış, atomize edilmiş geniş halk yığınlarıdır. (1)
Dahası günümüzün kitlesel protestoları, sıklıklarına ve yaygınlıklarına bakılırsa pek çok örnekte formel siyasete katılım mekanizmalarından ya da “demokrasiden” daha geçerli hale gelmeye başlamıştır.
“Otoriter kapitalizm” denilen şeyin bir ucu elbette bu olacaktır. Ve nedenler ortadan kalkmadan bu sonuçların ortadan kalkmasını beklemek nafile olur. Demek ki bu kalkışmalar önümüzdeki dönemin en önemli konusu olmaya devam edecektir.
Bu manzaradan Türkiye’ye baktığımızda bir şeyi daha söylemek mümkündür: Elbette Türkiye de bu genel eğilimin benzer nedenlerle tam içindedir. Ama dahası Türkiye bu genel eğilimlerin öyle içindedir ki, rejimin ideolojik özgüllükleri bile dönüp dolaşıp buraya gelmektedir.
Özgüllük şuradadır. AKP, Demokrat Partiden bugüne uzanan Türkiye sağının ideolojik konturları düşünüldüğünde en çok “demokrasi” lafzını kullanan partilerden biridir. Bunun gerçek karşılığının ne olduğundan bağımsız olarak, AKP’nin bir dönem başta AB müktesebatının takibi ve Kürt sorunuyla ilgili hamleler vesilesiyle “yetmez ama evet” çizgisine çektiği insanlar düşünüldüğünde, onun “demokrasi” lafzı geleneksel sağın iddialarındakinden daha sahte değildir.
Daha kötüsü AKP yıllar yılı demokrasi ile seçim sandığını her vesileyle rejim muhaliflerinin başına kakmayı adet edinmiş bir partidir. Seçim başarılarını “demokrasi şampiyonluğu” olarak servis etmeyi de layıkıyla yerine getirmiştir.
Dolayısıyla özgüllük, yukarıda anlattığımızdan farklı olarak, rejimin “kitlelerin siyasetten men edilmesini” değil, siyasete katılmasını istemesindedir ya da bunu özel bir varlık durumuna dönüştürmesindedir.
Az değil, 20 yıla yaklaşan bir iktidarın hani neredeyse kişiliğinin bir parçasına dönüşmüştür bu “seçim ve demokrasi” konuları. Nitekim son olarak Gezi’nin salladığı bir iktidarken, birden yine demokrasi düşmanlarının, darbecilerin hedefinde olma mağdurluğuyla “demokrasiyi” gösteren de bizatihi AKP rejimi olmuştur.
Ne ki hikayenin sonu böyle bağlanacak gibi görünmemektedir.
“Demokrasi şampiyonu” AKP’yi, vaatlerini yerine getirmeyen bir taşra politikacısına dönüştüren yenilgiler silsilesi, yerel seçim hezimetleri ile başlamıştır.
Yenilgi sürmektedir. AKP artık uzatılmış bir yenilginin partisidir.
Boğaziçi’nde polis barikatını aşan kitlenin “demokrasi şampiyonu” AKP’ye seçim demesi, sandığın “hiç beklenmeyecek yerden” çıkması yenilginin bir parçasıdır.
Kayyum rektör protestolarında polis şiddetine karşı büyüyen katılımın, yine düşman çatlatan yaratıcı eylemlerin, il il yaygınlaşmanın anlattığı şey de aynıdır. Yenilgi sürmektedir.
Bu yenilginin bir yıkıma dönüşmesi ancak kuşatıcı bir paradigmanın, demokrasi gibi sahibi belli olduğu sanılan konuları ele geçirmesi ile mümkün olabilir. Bu sebeple adıyla bir demokrasi mücadelesi ancak sosyalistler tarafından karşılanabilir, karşılanmak zorundadır.
Boğaziçi örneğinde olduğu gibi barikattan, polis teröründen, işkenceden, şarkıdan türküden, danstan, yogadan, helvadan çıkan sandığın ve demokrasinin anlattığı budur.
KAYNAK
1-https://ilerihaber.org/yazar/barikattaki-kizil-orospudan-demokrasiye-bagzi-anarsik-olaylar-113585.html
Ayrıca karşı kutupta sağcı-faşist hareketler, bizon adamlar da elbette boy göstermektedir, bunu konumuzun dışında tutuyorum.