Saltanatın yıkılmasına dair…

Hesabını kitabını yapan RTE, resen seçim kararı verdi…

İşler ya kitabına uydurulacak, ya da, RTE’nin kamikaze pilotu gibi son uçuşuna şahit olacağız…

Hangisi olur meselesi, biraz tefekkür ve zamana ilişkin sabır istiyor… Yani ve esasen bizim kararımıza kalmış durumda…

Davutoğlu, kendisine biçilmiş rolün sınırlarında bir acemi oğlan senaryosu uyguluyor. Yemleme taktiği ile teklif götürdüğü Tuğrul Türkeş ilk zokayı yutan oluyor…

Şimdilik CHP cenahında bir net, bir de ortada yanıt var. Ortada yanıt Deniz Baykal’a ait. Parti ahlakına uygun kapsamlı bir yazılı cevap verecekmiş. Reddiye çıkması umut edilir… Bu mümtaz devlet adamından ne çıkacağını ise, bu sefer de ve bir kez daha bekleyip, göreceğiz…

HDP ise, seçim hükümeti de olsa, kabineye üye vereceğini beyan etmişti. İçine sindirene aşk olsun… Ne ki, bu partinin yöneticileri, başka türlü yok sayılmaktansa, bu yolla, Türkiye partisi oldum mesajı vermek istiyorlar anlaşılan…

RTE’nin yedek güçlerinden olan Yüksek Seçim Kurulu, “olsa da yaptım; olmasa da yaptım” havasında takvimin biletini 1 Kasımda keseceğini ilgililere tebellüğ ettirdi. Kuşkusuz alicengiz oyunlarının çeşidi tükenmez. 29 Ekimle birleştirilmiş ve bir dört günlük tatil piyangosu pazara sürülmüş durumda. Hesap şu olsa gerek: Vatandaşın katılımını asgariye çekmek ve katılanın çoğunluğunu AKP’ye devşirmek. Böylece, göle maya çalma usulüyle, tek başına iktidar hesapları yapılmakta. Herhalde de, ya tutarsa dualarıyla…

Bu arada memlekette yaratılan tezgâh kargaşanın gelişim çizgisine bakılırsa, RTE’nin öngörülerinde sıkıntılar oluştuğu gözleniyor. Şehit tabutlarının başından yükselen tepkiler, fatura olarak RTE’ye dönme eğiliminde ve tarafgir anketleri bile, an itibariyle yapılacak bir seçimde, AKP’nin daha da tepe taklak olacağını gösteriyor…

Bu arada, PKK içinde bir Fidan ekibinin varlığından da ciddi olarak söz ediliyor. Yani bu tezgâhın ardında işbirlikçiliğin yattığı terennüm ediliyor. Şaşırmak kuşkusuz gerekmez. Devlet ile Kürtlerin, bu ne ilk tangosudur; ne de son olacağa benzer. Kanıt diye de, 7 Haziran seçiminden iki gün sonra, henüz seçim sonuçları kesinleşmemiş iken ve de HDP’nin çiçeği burnunda seksen milletvekili mazbatalarını bile almadan, ahalinin pek de anlayamadığı, PKK’nın ateşkese son verdiğini bildiren açıklaması gündeme düşüyor. Durumdan bir vazife çıkacaksa, sanki bir düğmeye basılma hali okunuyor. Basıldıysa, müşterek olmasına da fazla şaşmamak, sünnet değil pekâlâ başka bir farz olabiliyor. Bu laflar boz bulanık da olsa, neredeyse her mahfilde bir biçimde konuşuluyor ve bu bağlamda, HDP’nin oylarında da şimdilik bir kayıp görünmüyor…

MHP yediği zokanın ayırdında bile olamadan neredeyse baraja takılma sınırına varmış durumda ki, AKP’nin göz diktiği oylar bu biçimde konsolide olur mu diye, RTE ve Davutoğlu istiareye yatmış olmalılar…

Yani ve kısacası, bir erken seçime iki ay kala, memleket koşulları kendi çıkarına uygun belirleyen RTE ve ekibi, bunu meclis aritmetiğine bakmaksızın istediği biçimde Türkiye gündemine dikte ediyor. Hem de ne dikte ediş… Kanlı bir hesaplaşma, bir iç savaşa kapı açacak her türlü kışkırtmacılığı içinde barındıran ve tabut siyaseti olarak kodlanan bir süreci yararak yol yürünüyor…

Ne ki şu anda işler RTE’nin tam da istediği ve umduğu gibi gitmiyor… Önümüzdeki sıcak iki ay, ülke gündeminin 24 saatlik ayarlarla nasıl yönetileceğini, ya da yönetilemeyeceğini bize gösterecektir. Tabii sadece oturup seyrederek ve sosyal paylaşım sitelerinde hayıflanmalarımızı paylaşarak ülkenin ve kendimizin geleceğine sahip olamayız. O nedenle yapılan madrabazlıklara kararlılıkla karşı çıkmalıyız…

Denecektir ki karşı çıkışın yolu ne olmalıdır…

Ne olacağını Haziran başlamadan önce kimse düşünmemişti bile. Ne ve nasıl olduğunu Haziran yaşanırken ve anlık ne yapılacağına karar verirken hem kendi kendimize öğrettik, hem de ne denli gelişkin bir akıl ve feraset işi olabildiğini seyyaremizde bizi seyreden bütün milletlere gösterdik…

Yani az şey midir, şu park ve mahalle meclislerini kotarmak ve sokaktaki yaşamı, teslim olmadan AKP’den geri kazanmak. Orantısız güç ile ve elindeki her türlü kolluk gücü ve teçhizatı ile devlet saldırırken, barikatla kestiğimiz yolları devlet çekildikten sonra elde süpürge temizleyip yeni güne hazırlamak…  

Yani ve öz olarak, korkunun ecele faydası olmadığını, zahiri bir söz olarak bilirken, sonra yaşamın içinde Haziran deneyiminde öğrenmiş bulunuyoruz. Bu sefer ise, bu öğrendiklerimizin üzerine, dirençli bir örgütlenme ve siyaseti sol bir odakta öncüleştirerek kalıcı bir akıl ve yapı kurmamız gerektiğini herhalde aklımıza yazmış bulunuyoruz…

Yani sadece hükümet istifa siyasetinden, artık halkın iktidarına yol döşememiz gereken bir kavşağa dönüyoruz…

Bu arada dünyada, FED’in faiz ayarlamaları ve Çin Borsasından ortaya çıkan balonlaşmanın derin çalkantıları ve tedirginliği yaşanıyor. Bu sürecin, gezegenin en kırılgan ekonomilerinden birisi olan Türkiye’yi vuracağı avazları o denli ortalığa saçılmış vaziyetteki, şimdilerde “Cuma'mız mübarek, encamımız hayrolsun…” noktasındayız. Doların üç, Avronun üç buçuk lirayı gördüğü bu günlerde, halk henüz ne denli fakirleştiğinin ayırdına çarşı pazar dolaştıkça ve yavaştan varıyor. Örnek mi istersiniz, Dikili pazarında çalı fasulyesi on liradan satılıyor. Marketi sormayın, on liraya bile bulunmuyor…

Yani kara bir sonbahar ve kış memleketi bekliyor…

Bu denli bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete havasının galebe çaldığı bir anda, RTE, bu seçimden de bir şey çıkaramayacağını anladığında, seçim olmaksızın memlekete nasıl hükmederim in hesabını mutlaka yapıyor olmalıdır…

Hatta daha şimdiden delilleri kuvvetli ve ayan beyan bellidir…

Öyleyse iş kendimize düşmektedir. Yani iş ahalinin muhterem kaidesini oynatmasına bakıyor…

İyi biliyoruz ki, erken seçim hakkında boykot dâhil, bugünden tezi yok her şey söylenecektir…

Burjuva siyasetinin içinde seçim işinin bir nevi saray soytarılığına denk geldiğini belirtecek nice kuramsal çözümler falan da yapılacaktır.

Oysa bu halkın Türk’üyle, Kürt’üyle çok canı yanmış ve çözümün sadece sokağa egemenlik değil, onun da yanında, sandığın sahipliğinden de geçtiğinin çoktan farkına varılmıştır…

Halkı temsil etmeyen siyasi partiler olduğundan dem vurulabilir. Doğru söze ne denir…

Tamam da, o zaman halkı temsil edecek siyaset öznesi haline gelmekte elini tutan yoksa halka çıkıp derdimizi anlatmak ve beraberce nasıl yol yürüyeceğiz, çözümünü de bulmak gerekir…

Haziran Direnişinin Türkiye yürütmesi birkaç gün önce bir bildiri yayınlamıştır…

Özetle “savaşı durduralım, sarayı yıkalım” denmektedir…  

Bu, “hükümet istifa” sloganından çok daha ileri bir siyaset kuruculuğuna denk gelmektedir.

Yani vakit yine çok darsa da, kimse kimseye dudak bükmeden ve kimse kimseyi küçümsemeden, solun da önünü açacak ve Türkiye’nin kurtuluşunda yeni bir başlangıç olacak, yeni bir Haziran Direnişini, Kasım seçimlerine örgütleyelim…

26 Temmuz Büyük Taarruzun başlangıcıdır. Kurtuluşa nokta koyan ve 30 Ağustostan sonra kuruluşun başladığı bir arifedir…

Kuruluşun en devrimci girişimlerinden ilki ise, 1 Kasım 1922 de yapılmıştır. Anadolu İhtilali o gün saltanatı kaldırmıştır…

1 Kasım 2015’de de, bir defa daha başladığımız işi bitirelim. Yeni saltanatı ve sarayını RTE’nin kendi koyduğu seçim tarihinde yıkıp, yerle bir edelim…

[email protected]